Sessiz ses = telepati

Bu konu cemile tarafından 11 sene önce açıldı, 830 kere okundu ve Henüz Cevap Yok.
cemile
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 166
Yanıt Sayısı: 541
11 sene önce

BİLİMSEL OLARAK NEDİR?
-TELEPATİ NASIL KURULUR?
-FİZİK KANUNLARIYLA AÇIKLAMASI NEDİR?
-TEOLOJİK BOYUTLARIYLA NEDİR?
-KURAMSAL YANLARIYLA NEDİR VE NASIL BİR OLGUDUR?
-TELEPATİ NE DEÐİLDİR?

********************
Bu terimin bir çok Türkçe karşılıkları var. Osmanlıca’sı “Hissi Kablel Vuku”. Hissi Kablel Vuku, aslında telepatinin tam karşılığı değildir; çünkü o ilham, sezgi, içe doğma, varidat türünden şeyleri de kapsar.

Telepatinin abartılı Türkçe’si, “Uzaduyum”.

Yaygın, anlaşılır Türkçe’si, “Düşünce okuma”.

Bu arada, “uzaktan hissetme”, “duygu aktarımı” anlamlarında da kullanılıyor.

Telepati, parapsikolojide tek başına, bağımsız bir konu gibi görünmesine karşın ESP’nin (Extra Sensorial Perception) bir alt başlığıdır. Yani bağlı olduğu ana konu (DDA) (Duyu dışı Algılama) dır. Duyu dışı algılamanın içinde yalnızca telepati yoktur; eşyalardaki psişik izleri okuma, geleceği okuma, durugörü (Clairvoyance), geliştirilmiş deri duyarlığı yani parmak uçları ve yanaklarla algılama vb. şeyleri de içine alır. Telepati de dahil, bu olaylar, her ne kadar “Extra Sensorial Perception” kategorisine girse de sonuçta, insanın o kaba fizyolojik yapısının ardındaki ince yapıda büyük bir enerjisel etkinliği gösterir. Büyü, sihir, dua gibi telepati de böyledir.

Hans, kısaca “uzaktan duygu aktarımı” da diyebileceğimiz bu olaya bir çok e-söyleşisinde değinmektedir ama sistemli ve bir bütünlük içinde ele almamaktadır. O nedenle burada konu ile ilgili kompozisyonu benim yapmam gerekecek. Ve ben de onun söylediklerini becerebildiğim bir düzenlilikle size derli toplu aktarmaya çalışacağım.

Önce telepati konusunda Hans’ın getirdiği açıklamayı görelim:

3 Ekim 2001 Çarşamba e-söyleşisinde Hans bir “Biyosfer”den söz ediyor. Bunun benim söylemimdeki karşılığı “Canlı Deniz”dir! Hans bunun Kur’an’daki karşılığının “Tayyar Sema” olduğunu söylüyor. Tayyar Sema ile ilgili birkaç açıklayıcı ip ucu da veriyor:

“Hareketli gök.”

“Bizim akvaryumumuz.”

“Uçucuların üst limitine kadar olan bölge” diyor.

Böyle diyor ama bu bölge ve sınır, dünya gezegeni için değildir. Süper Uzay’ı yani Arş’ı da içine almaktadır. Bana göre, bu deyimin işaret ettiği ortalama alan, fizik evren, Aşağı Misâl Âlemi ve Yukarı Misâl Âlemi toplamıdır. Bu, aslında benim “Canlı Deniz” dediğim şeyin Hans’çasıdır! “Telepati de orada vuku buluyor” diyor.

Hans’a göre biyosferde telepati nasıl gerçekleşiyor?

Ona göre telepati, biyosferde kullanılan bir dil! Bu dil sözel değil. Telepati ile, bildiğimiz sözler, cümleler aktarılmıyor. Bu dili ilk kullanan Âdem. Sözel dilin çıkışı, Âdem’e isimlerin öğretilmesine dayanıyor. Ama onun öncesinde Âdem’in kullandığı bir dil var. Hans buna “Cennet Dili” ya da “Âhiret Dili” diyor. Cennete dönecek olan insanların tekrar konuşacağı bir dil yani!

Peki bu dil nasıl bir şey? Bir çeşit resim dili. Tam olarak Hiyeroglif değil. Takyon kalıplamaya dayanıyor. Üç boyutlu holo-sculpture…Burada eşyanın adı yok. Bir tür “holo-picture”… Eskiden bunlarla anlatılıyordu her şey. Sonra Âdem bunlara isim koydu. Pencil dedi meselâ (Calamus, Kâlem) ve o resmin adı kâlem oldu ama kendisi resimdi. Hangi dilden olursa olsun, telepati aslında düşüncenin biçimlendirdiği esîri resmi okuma yetisidir. Örneğin, “kâlem resmi”ni esîr içinde ideogram olarak yani bir kalıp olarak okuma ya da algılama. Bu, aynı zamanda sözel olmayan bir dil.

Bu kalıplar nerededir? Benim “canlı deniz” dediğim, Hans’ın ise, Süper Uzay dediği yerdedir. Uzaklıkların sıfır altı eksi sayılarla gösterildiği, uzay üstü uzay ya da “Gökler Göğü”dür burası! Kur’an deyimi ile Arş’tır. Esîr denen takyonik evrendir. Süper Uzaydır yani.

Bağdadî Tezkire’de, Levh-i Mahfuz’un “Aşağı Misâl Âlemi” olduğunu ve oradaki suretlerin iki çeşit olduğunu söylüyor. Bunlardan birinciler, daha yukarıda imal edilmiş ve buraya monte edilmiş suretler. Platon’ca söylersek “idealar”; ikinciler ise, bilinçli varlıklar tarafından imal edilmiş ve değişebilir “Suret kazanmış mânâ”lardır. Sufi ileri gelenlerinin sözünü ettikleri “Mânâ Âlemi” burasıdır. Bir insanın ya da her hangi bir şeyin “Mânâsına bakmak” da takyonik yapılı bu âlemdeki özetlenmiş, yoğunlaştırılmış ve üst üste görüntülerin sıkıştırılmış olduğu suretlerine yani hologramlarına bakmaktır. Bu hologramlarla erenler, hafif trans durumlarında bile bağlantı kurabilmekte, düz insanlar ise düşlerinde bunlarla boğuşmaktadır. Tutarlı düş yorumculuğunun kapısı burasıdır!

Öyle görünüyor ki, telepati, bir çeşit hologram dilini konuşmaktır! Bu dil, adı konmamış biçimlerin sözcük niyetine kullanıldığı bir dildir. Bu dil, aşağı misâl âleminde oluşturulan takyonik kalıplar aracılığı ile iletişimi sağlayan bir dildir. Bu yüzden Hans, telepatide kullanılan düşünce için, “Düşüncenin harflerle anlatılan bir dili yok. Düşünce bir resim yazı gibi” diyor. Buna göre telepati, biyosfer içinde, özellikle de takyonik yapılı canlı denizde formlarla oluşturulmuş ve ifade edilmiş düşüncenin iletilmesidir.

Daha iyi anlaşılması için Hans adına şunları da söyleyebiliriz: Hipnozitör yani verici, esîr içinde bir resim çiziyor. Köpeğe hiç girmediği evin, fırının, resmini çiziyor. Sonra da köpekle biyosferde bir oluyor. Yani köpekle girişim sağlıyor. Böylece forma dökülmüş mesajını köpeğe aktarmış oluyor. Köpek, bu takyonik yapılı holografik form hâlindeki düşünce ya da mesajı, içerdiği itki ile birlikte almış oluyor ve kendi güdülenmesi gibi yaşayarak istenileni yapıyor. Örneğin, vericinin istediği insanın yanına gidiyor, istenen berbere, eve ya da dükkâna giriyor. Aynı şey bir insandan başka bir insana da yapılabiliyor. Burada Hanifliğe ve İslâm’a uymayan şey, iradeye müdahaledir. Büyünün de temel mekanizması budur. Ancak kullanılan aracılarda ve niyetlerde farklılık vardır. Özellikle negatif niyetlerle müdahâle etmeye çok uygun ve açık olduğundan Kur’an’da bu işler yok sayılmaz ama büyü-sihir faslına sokulur ve kesinlikle yasaklanır.

Peki form hâline getirilmiş niyet ve düşünce nasıl “aktarılmakta”dır?

Bunun birinci koşulu, biyosfer bağlantısıdır. Ve burada biyosfer daha çok taşıyıcı görünümündedir. Hiç kuşkusuz çeşitli “tele etkiler” için çok değişik fizik ve yarı fizik aracılar, bu gün daha adını bile bilmediğimiz enerjiler söz konusudur. Burada Hans’ın kilit kavramı “interference”dir. Yani “girişim”.

Şimdi şöyle bir toparlamayı deneyeyim: Hans, telepatiyi biyosferle açıklamaya girişiyor. Biyosfer burada tam yeterli bir açıklayıcı değil ama sürecin hangi temele dayandığını göstermesi bakımından çok önemli. Sonraki kavram “Misâl Âlemi” ya da “Âlemi Mânâ”. Sonraki kavram takyonik kalıp yani soyut uzaydaki biçimlenmiş anlamlar, dilekler, duygular, tanımlar, kavramlar. Bunlar sözel olmayan bir dilin sözcükleri ya da anlam paketçikleri. Buna göre de telepati, bu resim dilini kullanmak. Bir başka deyişle, takyonik kalıp olarak oluşturduğumuz duygu, düşünce ve isteklerin yani bu anlam paketçiklerinin hedef aldığımız insana iletilmesi.

Hans bu iletmeyi ya da “nakli”, “interference” yani girişim sözcüğü ile açıklıyor.

“Girişim” sözcüğü bana bir “gönderi”, bir “nakil” olayının da varlığını işaret ediyor. Telepatiyi eğer düşünce nakli olarak alırsak, bir gönderen, bir gönderilen ve bir alıcının var olması gerekiyor. “İnterference”, gönderilenin ve onu ambalajlayan şeyin de alıcıya geçmesi anlamına geliyor. O yüzden Hans, “girişimden” söz ederken Kirlian olgusu üzerinden hareketle örnekliyor ve girişimi bu örnek üzerinden kabule değer kılmaya çalışıyor. O, 29 Mart 2002 Cuma e-söyleşisinde şöyle diyor:

“İnterference, girişim demek. O sempati durumunda ortaya çıkar” diyor. Zihinle yönlendirilen enerjisel iletişimde sempatinin önemini biliyoruz. Ama bir görüşe göre o, olmazsa olmaz bir koşul değildir. Hans, “Antipatide ise “Hair-cut effect” oluşur. Yani kirpi gibi diklenir saçaklar ve birbiriyle interferens (girişim) yapmazlar…” diyor. Bu söyledikleri Kirlian fotoğrafları için doğrudur. Ne ki, bu durum, Kara Büyü anlamındaki enerjisel tele iletişim açısından herhangi bir iletişimsizliği göstermez. Böyle bir durumda da Kirlian fotoğrafları benzeri bir tepkiyi görüntüleyecektir. Hans “İki ayrı yöndeki iki dalganın girişimiyle ortaya desenler çıkar… Bunlar gözlemlenebilir, fotoğrafı alınabilir. Veren ve alan birlikte rezone olmalılar… Biri eğer senin için ve aynı anda “hayır duası” ediyorsa, ikinizinki birbirine girişim saçağı yapar. Bunu Kirlian fotoğraflarında resmen görebilirsin. Birbirine dostane iki kişinin meselâ parmakları yanyana getirildiğinde saçaklar yumuşar uzar ve ikisi birbirine karışır. Ama antipati durumunda tersine birbirleriyle karışmaz, kısalır ve dikleşir. Bu iki insan birbirlerini tanımasalar bile birbirinden nefret etmek için yaratılmışlardır diyebilirim” diyor. Telepatinin oluşumunu girişimle açıklarken söylüyor bunları ve antipatik durumda girişimin olmadığını söylüyor. Antipatide genelde insan denen enerji biriminin, konusuna karşı kendini kapadığı doğrudur ama bu iletişimsizlik anlamına gelmez. Sonuçta, deyim yerindeyse gönderilen mermiler hedefini bulur.

Kısacası, insanda bulunan şu ya da bu enerji türü, şu ya da bu amaçla, şu ya da bu biçimde iletilmektedir. Dolayısıyla, Hans’ın bu anlattığı fotoğrafı çekilebilen saçaklanmalar tutum, duygu ve niyetlerin insanda bir takım enerjileri aktif kıldığı anlamına geliyor ama bunların insanda hangi düzeyde, hangi tür enerjiyi açığa çıkardığını, bu enerjinin ya da enerjilerin hedefe nasıl yöneldiğini, alıcı denen enerji yumağına nasıl girdiğini açıklamıyor.

Hangi tür amaçlar, hangi duygular, hangi şiddetteki istekler, hangi formlarla ve hangi enerjiler eşliğinde hedefe ulaşmakta ve onun içine girebilmektedir? İşte bu sorular cevap bulduğunda telepati, insanın kullanımına girecektir, tekrarlanabilecektir ve yasaları ortaya konacaktır. İşte ancak o zaman telepati “bilim” hâline gelecektir.

Bu arada ben başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Hans telepatiyi sadece takyonik bir kalıp oluşturmak olarak anlamıyor, bu kalıbın “naklinden” de söz ediyor. Yani bir gönderen, bir gönderilen ve bir alıcıyı öngörüyor. Dolayısı ile telepatide bir posta ya da postalama düzeneği düşünüyor. Ya olay yalnızca düşünerek anlamı holografik bir kalıba oturtmaktan ibaretse? Niye böyle olmasın? Neden ille bir “nakliye” sorunu olsun? Ya sorun “iletmek” değil de alıcı dediğimiz, insan dediğimiz enerjiler kümesinin fark etmesinden ibaretse? Sorun pekâlâ bir “gönderme”, “iletme” ya da “nakliye” sorunu değil de fark etme sorunu olabilir. Kabaca şöyle söyleyeyim: Ben denizdeysem, sen denizdeysen ve denizin içinde bana bağırıyorsan, bu sesin denizden başka gideceği bir yer yoksa, bu durumda sorun nedir? İletme, nakletme sorunu mudur yoksa alıcı dediğimiz insanın ya da o garip enerjiler kümesinin, denizdeki bu yeni oluşumu fark etmesi sorunu mudur? Sorun benim yapımın ve koşullarımın o sesi almaya uygun olup olmaması değil midir?

Bence sorun, daha doğrusu telepatide iletişimi sağlayan şey, vericinin gücü, kalitesi, frekans ayarı değil, alıcının ilgisi, duygusal bağı ve duyarlığıdır. Bana öyle geliyor ki, ne gönderme var telepatide ne de gönderileni alma. Ben zaten senden başkası değilimdir ki! O yüzden de ben zaten senin dışında bir yerde düşünmüyorumdur ki! Bu durumda sana bir şey göndermem nasıl olanaklı olabilir? Olanaklı olan, birlikte kullandığımız tuvale benim yaptığım resmi senin de görebilmendir! Bunun yolu, beyni alıcı verici bir radyo gibi düşünüp, sonra da onda bir frekans ayarına gitmek değil, ilgi ve duyarlığın artırılmasıdır. Belki de bu yolla, zanlara, kabullere dayalı bir “ben ve sen” ikiliğinin ortadan kaldırılması, bu yapay ve sanal sınırın kaldırılmasıdır.

Bu düşüncelerden yola çıkılınca telepati bana, bir insanın başka bir insana takyonik-holografik kalıplar dili ile mektup göndermesi gibi görünmüyor. Buna göre telepati, bir vericinin bir alıcıya bir şey göndermesi değil, iki insandan birinin ürettiği anlam holografisini birlikte duyumsamasıdır. Bu yüzden de sorun, varlıkta olanı farkedebilme yeteneğimiz olan duyarlığımızın, ayırd etme yetimizin geliştirilmesi, okuma yetimizin geliştirilmesi, ilgilerimiz ve sempatilerimizdir. Biz düşünürüz, isteriz, duygulanırız. Bunlar o sözü edilen kalıbı oluşturur. Bize sempatik ya da antipatik ilgisi olan herkes de bu ürettiğimizden haberdar olabilir.

Ne ki, Hans da bu konu ile ilgilenen pek çok insan da böyle düşünmüyorlar. Olayı dışıyla ve tezahürleriyle ele alıp, tezahür düzeyinden hareketle açıklamaya girişiyorlar. O zaman telepatiyi alıcı verici arasında bir gönderi, bir postalama ve beyni de radyo gibi görmekten başka çare kalmıyor. Araya bir de dalga boyu, frekans ve “interference” soktunuz mu olayı radyo modeline götürmek kaçılmaz oluyor ama elbette ki telepati için başka açıklamaların da varlığına açık olunmalıdır.

Bu arada benim “canlı deniz” dediğim, Hans’ın biyosfer dediği şeyle ilgili olarak, Hans’ın söylediklerini de atlamamak lâzım. “Hayvanlar ve bitkiler de bu “Biyosfer”in içinde. Dolayısı ile herkes, her canlı sürekli bir iletişim ve etkileşim içinde. Telepati, ağırlıklı olarak iki insan arasında ortaya çıkan bu iletişim ve hatta etkileşimin adı” diyor.

Bu etkileşimi, bir zamanlar bitki ve insan üzerinde araştıran CIA (Bildiğimiz Amerikan İstihbarat Örgütü), bakıcıları ile bitkiler arasında, hatta bakıcıların dinlediği müzikle bitkiler arasında bir iletişimin ve etkileşimin varlığını bile kanıtladı. Son bulgulara göre, bitkiler de korkuyorlar, endişeleniyorlar. Kendilerine bakan kişi hastalandığında onlar da hastalanıyorlar. Burada bir telepatiden mi söz etmeliyiz? Hayır, telepatinin de içinde gerçekleştiği biyosferden yani canlı denizden söz etmeliyiz. Biyosfer ve canlılar arasında sağladığı bağlantı, artık kaçınılmaz bir vargıdır ve birlik konusunda olağanüstü bir sezgi ve ilham içermektedir.

Hans’ın telepati konusunda söylediklerini incelemeye devam edelim… Hiç kuşkusuz Hans telepati konusunda da ilginçliğini sürdürmektedir. Bu konuda onu ilginç kılan şeylerden biri onun, telepatiden söz ederken, konuyu dil ve düşünceye getirmesi, telepatinin aslında bir dil olduğunu, Âdem’in dili olduğunu, Cennet dili olduğunu söylemesidir. Bundan yukarıda söz ettik. Onun telepati konusunda asıl ilginç olan yanı, telepatiden söz ederken “telepatiye benzer şeyler”den de söz etmesidir.

Bunlardan biri “Sayha-Fonon”dur. Bu konuda, “Âdem ve Havva beyinlerinin tamamını kullandıkları için konuşma yerine biyolojik radyo ile iletişim sağlıyorlardı” diyor. Sonra bu biyolojik radyoyu şöyle açıklıyor: “Rüyalarınızda sesli olarak konuşuyor ve konuşulanları dinliyorsunuz değil mi? İşte bu “sessiz-ses” bizim sözünü ettigimiz fonondur” diyor. Buradaki “fonon” Kur’an’da “Sayha” olarak adlandırılmıştır.

Hans, 2 Kasım 2001 Cuma e-söyleşisinde ise sayha-fonon hakkında şu açıklamayı getiriyor: “Sayha supersonic ses demek. Bu, sesin havaya ihtiyaç duymadan, büyük bir enerji birikimi yaparak, havasız ortamda (Uzay-zamanda) yürütülmesidir. Fonon’un havaya ihtiyacı yoktur. Yani gazları sıkıştırıp gevşettirmez. Fonon, doğrudan uzay-zamanı kasıp-gevşetir. Sanki enfrasonik ya da ultrasonik bir ses fotonu gibi davranır.

Normal sesin şu özelliği vardır: Belli bir yere kadar şiddetini yitirir ve duyulmaz olur (16 ila 20 bin Hertz’den ötesini bilemeyiz). Işık da öyle… ışık demek E=hV (Planck sabiti çarpı dalga boyu) demektir. Bu fotonun tanımı. Işık bir sokak lâmbasından uzaklaşıldıkça görünmez olur ama E=2hV biçiminde yazarsanız adı laser olur, on binlerce km öteye hiç dağılmadan noktasal olarak ve tek bir dalga boyunda gidiverir. Foton böyle. Ya fonon? O da böyle…

Kohorent bir fonon, aradaki mesafe ne olursa olsun, hiç dağılmadan ve havaya ihtiyaç duymadan istenilen yüz milyarlarca km. öteye gider” diyor.

24 Aralık 2001 Pazartesi e-söyleşisinde ise fononun Sur Borusu’ndaki ses olduğunu yani ******* öztitreşim eşdeğeri olan ses olduğunu söylüyor. “Öztitreşim, Semud kavmini yok eden ses, asma köprüyü yıkan klakson, soprano-tenorun bardağı kıran sesi” diyor.

Hans bir de “biyolojik radyo”dan söz ediyor. Bu biyolojik radyoyu açıklarken, düşlerimizde işittiğimiz o sessiz sesten söz ediyor ve onun sayha-fonon olduğunu söylüyor. Böylece telepatiye benzer ama telepatidekinden farklı bir enerji kullanan tele iletişim örneği ile karşılaşıyoruz. Nitekim Hans bunu çok açık biçimde doğruluyor ve “Âdem ve Havva beyinlerinin tamamını kullandıkları için konuşma yerine biyolojik radyo ile iletişim sağlıyorlardı” diyor. Sonra şöyle devam ediyor: “Telepati unutmayınız alıcı-verici arasında olur. Benim sözünü ettigim biyolojik radyo insanlığın mekânı, yani “Misâl âlemi”, bir başka deyişle rüya ve hologram âlemi dilidir. Bunu kişisel telepati ya da kişisel düşlerinizle karıştırmayınız. Yevmiddin’de bizim “Misâl Âlemi” dilimiz olacaktır. Bu dilin kelimelere ihtiyacı yok. Herkes hangi dili konuşursa konuşsun. O dil Âdem’in isimlendirme yöntemiyle doğrudan tek bir dile, Âdem’in diline dönecektir” diyor.

Evet eğer telepati, kaba fizik aracılar dışında, enerji düzeyinde bir düşünce iletimi ise, elbette o zaman konu, düşünce ve dili de ilgilendirmektedir. Bu konuda Hans’ın çarpıcı şeyler söylediğini görüyoruz. Ne ki, o bununla kalmıyor, enerji düzeyindeki tele iletişimin farklı aracılarından ve biçimlerinden de söz ediyor. Telepatiye çok benzemesine karşın, Sayha-Fonon iletişim tekniğinin olabileceğini ve bunun telepatiyle karıştırılmaması gerektiğini söylüyor.

Yine telepatiye benzeyen ama iletişim ve etkileşim için, telepatide kullanılan enerjilerden farklı bir enerji kullanmaya bir örnek de zamanımızdaki Zion grubunun üç majisyeninin en önemli ismi olan Uri Geller’in başını çektiği “Montauk Projesi”dir. Hans şöyle anlatıyor: “Tesla telepatisyenliğin “makinesini” bile icad edecek kadar ilginç biri… Beyin dalgaları amplifike olur mu? Evet olur. Amplifikasyon yükseltmek demek. Amplifike etmek de o verileri yükseltgeçten geçirmek demek. Beyin dalgaları Elektrodlarla enerjiye çevrilebildiği gibi (Özellikle Delta dalgaları) bunun tersine, yeniden düşünceye çevrilebilir diyor Tesla. TV vericisi de ayni yolla çalışıyor. Stüdyodaki görüntü bilgileri elektromagnetik dalgalara çevrilerek alıcıya iletiliyor. Oradan da yeniden “Elektronlara” çevrilerek görüntüyü eve getirebiliyoruz. Düşünce-enerji-düşünce de böyle bir üçleme olabilir diyor Tesla… Montauk project bile böyle bir şey…” diyor.

Montauk Projesi’nden bir önceki kitapta da söz etmiştik. Temel tekniği, kurye (taşayıcı) dalgalar oluşturup, bu dalgalara mesaj yüklemek ve uydular aracılığı ile tüm dünyaya ya da dünyanın istenen bölgelerine yayın yapmaktır. Amacı ise, geniş kitlelere hitap edip onları sürüleştirmektir.

Son olarak “Beyin ve Telepati” ilişkisinden de söz edip konuyu bitirelim:

Telepati bir düşünce aktarımı ise, elbette beyin, düşünme, dil ve “zihinle yönlendirilen enerjisel tele iletişim” konularını ilgilendirmektedir.

Burada telepati ve beyin ilişkisine bakalım: Telepati beyini neden ilgilendirmektedir? Duygu da düşünce de beynin ürünü değildir ama beyin aracılığı ile fark ve ifade edilmektedir. Çizgisiz, düz, beyaz bir A4 kâğıdında bir delik açınız ve kâğıda bir daha bakınız. O delik kâğıttadır ama kâğıttan değildir! Algı, duygu ve düşünce de beyindedir ama beyinden değildir. Onların kökleri, varlık temelleri beyin değildir. Telepati de böyledir. Bir beyinde üretilen düşüncenin başka bir beyine iletilmesi olarak düşünülüyor. Oysa artık şunu biliyoruz: Düşünme de, telepatide oluşturulan ideografik düşünce kalıpları da, bu kalıpların başka başka beyinlerde fark edilmesi de beyinde olan bir şey değil, beyin dışında olan bir şeydir! Beyin yalnızca bunları, bu bedensel koşullar içinde fark etmemizi sağlayan aracı bir araç. O ne anlamayı ne düşünmeyi ne de düşünce naklini sağlıyor! O yalnızca bu tür süreçleri bu fizyolojik yapı içinde fark etmemizi sağlıyor!

Öbür taraftan Hans, bu günkü standartlar içinde insanın beyninin 1/7’sini kullandığını söylüyor. Telepatların ise 2/7 kapasite kullandıklarını söylüyor. Hiç kuşkusuz, bu ifade, düşünenin ve anlayanın beyin olduğunu söylemiyor. Beynin kullanılabilirlik düzeylerini söylüyor. Telepatide âtıl kapasitenin 1/7 oranında azaltıldığını söylüyor. Bu, 2/7 kullananların hepsinin telepati yapabildiği anlamına gelmediği gibi, 1/7 kapasite kullananların hiç telepati gerçekleştirmediği anlamına da gelmiyor. Kaldı ki, hayvanlar arasında bile telepatiye benzer türden bir iletişim ve etkileşim görülmüştür. Bunun en açık kanıtı, CIA’nın gerçekleştirdiği şu deneydir: Bir kaç tane yavru tavşan, kutuplarda dolaşan “Nautilus” adlı atom denizaltısında, önceden belirlenmemiş aralıklarla kesilerek öldürülmüş ve anne tavşandan alınan beyin elektrolarında, yavruların öldürüldüğü anda bir oynama görülmüştür. Yani anne tavşan, yavrularının öldürüldüğü saatlerde elektromanyetik tepkiler vermiştir.

Telepati için, zihnin şu düzeyde, beynin şu kapasitede kullanılması şartı yoktur. Çünkü telepatiyi gerçekleştiren beyin değil, biyosferdir.

Konuya Bir Cevap Yazın

  • 23542 Kayıtlı Üye
  • 16560 Konu
  • 143811 Cevap
  • Son Üye Seo-Ul-Gog
Forumda Kimler Online (Şu anda 1 kişi Online)
  • ADMINISTRATOR (3)
  • SÜPER MODERATÖR (9)
  • MODERATÖR (1)