Gayb Aleminin Açılması

Bu konu lahutiye tarafından 12 sene önce açıldı, 722 kere okundu ve 3 Cevap verildi.
lahutiye
ADMINISTRATOR
Üyelik Zamanı: 4 sene önce
Konu Sayısı: 1156
Yanıt Sayısı: 4566
12 sene önce

Gayb âlemi, duyular ötesi âlemdir. Gözü görmeyen, kulağı duymayan, burnu rahatsız bir insan, renkler, sesler ve kokular âlemine yabancıdır. Böyle insanın ameliyatla gözü açılsa, birden âlemi genişler, rengarenk bir âleme muhatap olur. Sonra kulağı açılsa, değişik sesler duymaya başlar. Ardından burnundaki nezle gitse, gözle görmediği, kulakla duymadığı yerden kokular hisseder.

İşte, ruhun gayb âlemine açılışı bunun gibidir. Yani, ruh için başka bir göz, başka bir kulak, başka bir burun vardır. Mevlâna’nın ifadesiyle:
“Vesvese pamuğunu can kulağından çıkar ki, semalardaki meleklerin tesbîh ve takdîs uğultusunu işitesin.

“İki gözünü ayb kılından temizle ki, âlem-i gaybın bağlarını ve serviliklerini göresin.
“Beyninden ve burnundan nezleyi defet ki, burnuna Allah rayihası girsin.” (1)
Mevlâna, gaybî sırların ruha yansımasını şöyle bir misalle anlatır: Bir padişah, Çinli ve Rum mimarları yarıştırır. Sarayın bir odasını perdeyle ikiye böler. Her iki tarafın, duvarda sanatlarını göstermesini ister. Çinliler, rengarenk bir sanat meydana getirirler. Rumlar ise, kendilerine ayrılan duvarı cilalamakla meşguldür. Müddet bitip sanat tamamlandığında aradaki perde kaldırılır. Çinlilerin rengarenk san’atı, karşı tarafın cilalı duvarında daha parlak bir şekilde akseder. Yarışmayı Rum mimarlar kazanır. (2)

Günahlar ruh aynamızın üzerindeki tozlar gibidir. Bir başka açıdan ise, manevî pisliklerdir. Bunları temizlemek, gözyaşlarıyla mümkündür. Çünkü gözyaşı, manevî bir pişmanlığın ve tevbenin göstergesidir. “Zahirî necasetin pis kokusu yirmi adımlık yerden duyulur. Batınî necasetin pis kokusu ise, Acemistan’daki Rey şehrinden Şam şehrine kadar gelir ve hatta göklere çıkar da, Cennetteki hurîlerin ve oranın Hazini bulunan Rıdvan’ın genzine kadar gider.” (3)

Toprağın içindeki çekirdek, dar bir yerde sıkışıp kalmıştır. Fakat ne zaman ki kabuğunu parçalar, toprağın yüzüne çıkıp etrafına bakarsa, bambaşka bir âleme geldiğini görür. Güneşle sohbet eder, rüzgarın tatlı esintilerine mazhar olur. (4)

Maddî âlemin kaydından kurtulup mana âlemine açılmak da bunun gibidir. “Gayb âleminin başka bulutu, başka rahmeti, başka seması, başka güneşi vardır.” (5) Peygamberler ve bazı büyük evliya, maddenin dar kalıplarından sıyrılıp, manâ âlemine kanat açabilmişlerdir.

“Peki, biz niye açılamıyoruz?” sorusu hatıra gelebilir. Cevabı Mevlâna’dan dinleyelim: “Fikir kanadın çamura bulaşmış ve ağırlaşmış. Zira, çamur yiyorsun. Çamur sana ekmek olmuş.” (6)
“Çare nedir?” diyecek olursak, yine Mevlâna’ya kulak verelim:
“Nur ile gıdalan da, göz gibi ol ve meleklere uy.” (7)
Yani, kanadı çamura batmış bir kuş semalara havalanamadığı gibi, fikri süflî şeylere yönelmiş bir insan da, gayb âlemine kanat açamaz. Göz gibi olmak gerektir. Zira, göz nuranîdir ve gıdası da nurdur. Melekût âleminin sakinleri olan melekler, nuranî gıdalarla gıdalandığı gibi, fikrini ulvi şeylere yönelten, manevî gıdasını iyi alan insanlar da melekût âlemine açılır.

Mevlâna’nın şu sözleri de, insanın gaybî boyutuyla yakından ilgilidir: “Sofinin biri, bir bahçede murakabeye dalar. Bir tanesi ona der: “Ne uyuyorsun? Gözünü aç! Üzüm çubuklarına, çiçek açmış ağaçlara ve yeşermiş çimenlere bak! ‘Allah’ın rahmet eserlerine bak!’ (Rum suresi, 50) ayetine dikkat et!”. Sofi, şu cevabı verir: “Ey heveskar adam! Allah’ın rahmet eserlerinin asıl tecelligâhı gönüldür. Hariçtekiler ise, ancak eserlerin eserleridir. Ruhda öyle bağlar ve yeşillikler vardır ki, hariçteki akisler, akarsuda görülen akisler gibidir.” (8)

Kaynaklar:
1. Mevlana, VII, 613-614.
2. Mevlana, V, 1607-1611.
3. Mevlana, X, 547-549.
4. Bkz. Mevlana, III, 704.
5. Mevlana, IV, 1005.
6. Mevlana, V, 1350.
7. Mevlana, XIV, 86.
8. Mevlana, XII, 350-351.

Kayıtlı Değil
ADMINISTRATOR
Üyelik Zamanı: 4 sene önce
Konu Sayısı: 1156
Yanıt Sayısı: 4566
12 sene önce
Gönül penceresinin, uyumadan ve ölmeden melekût âlemine açılmayacağı zannedilmemelidir. İşin hakikati bu değildir; belki, uyanıklık halinde bile bir kimse, nefsini riyazete (az yemek, içmek) alıştırır; kalbini gazap, şehvet ve kötü huylardan temizler; ıssız bir yerde oturur; gözlerini yumar, duyularını çalıştırmaz; kalbiyle melekût âlemi arasında münasebet kurar; daima ALLAH'ı anıp sadece diliyle değil, kalbinin içinden ALLAH, ALLAH der ve bu hâl, ALLAH'tan başka herşeyden ve hattâ kendinden bile habersiz olacak mertebeye varırsa, gönül penceresi açılır ve başkalarının uyku halinde gördüklerini o, uyanıklık halinde görür. Yerdeki ve gökteki melekût ona açılmaya başlar. Kendisine bu yol açılan kimse, her türlü tarif ve ifadeye sığmayan büyük haller görür. Resûlüllah sallALLAHû aleyhi ve sellem'in buyurduğu: "Yeryüzü benim için toparlandı, doğusunu batısını gördüm." hadîsi şerifi, ALLAH Teâlâ'nın buyurduğu: "Yakînen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümdarlığını şöyle gösteriyordu." (En'âm sûresi, âyet: 75) âyet-i kerîmesi bu hâli beyân ediyor. Belki bütün peygamberlerin ilmi, duyular ve öğretim yoluyla değil, bu yol ile idi. Hepsinin başlangıcı mücahededir. Bunun için ALLAH Teâlâ buyurur: "Rabbinin adını an; herşeyi bırakıp yalnız O'na yönel!.." (Müzzemmil sûresi, âyet: ) Yani, bütün dünya meşgalesini bırak, her yönden kendini ALLAH'a havalet et, dünya ile uğraşma. ALLAH, işine kâfidir. Yine ALLAH Teâlâ buyurur: "O, doğunun ve batının Rabbidir; O'ndan başka ilâh yoktur." (Müzzemmil sûresi, âyet: 9) Yani, O'nu vekil et, kalbini dünyadan temizle, insanlara karışma ve onlara gönül bağlama. "Putperestlerin söylediklerine sabret, yanlarından güzellikle ayrıl" (Müzzemmil sûresi, âyet: 10) âyet-i kerimesinin anlamı da budur. Bunlar tamamen mücahede yolunu ve riyazet tarzını öğretmektir. Böylelikle kalp, insanların düşmanlığından, duyusal varlıklarla uğraşmaktan insanı temizler. Tasavvufçulann yolu budur ve peygamberliğin başlangıcı da budur. Öğretim yolu ile ilim öğrenmek ise, âlimlerin yoludur. Bu da büyük bir yol ise de, peygamberlik yoluna nisbeten basittir. Peygamberlerin ve velilerin ilmine nazaran az birşeydir. Zira peygamberlerin ve velilerin ilmi, insanların öğretmesi vasıtasıyla değildir. Belki, Hazret-i Hak ve Feyyaz-ı Mutlak tarafından onların kalbine taşar. Bu yolun doğruluğu bütün insanlara tecrübe ile malum ve aklî deliller ile sabit olmuştur. Eğer sen bu mertebeye erişmemişsen, bari bu yolun gerçekliğine inanıp bu üç derecenin birinden mahrum kalmamaya gayret et ki, bunun hakikatini inkâr edenlerden olmayasm. Zikr edilen ilimler, kalbin garip hallerindendir ve ancak bu mertebe ile insanın üstünlüğü anlaşılır. KİMYA-YI SAADET İMAM-I GAZALİ
musab
Üyelik Zamanı: 10 sene önce
Konu Sayısı: 0
Yanıt Sayısı: 36
10 sene önce
Güzel Paylaşım sağol
Kayıtlı Değil
ADMINISTRATOR
Üyelik Zamanı: 4 sene önce
Konu Sayısı: 1156
Yanıt Sayısı: 4566
10 sene önce
çok harika............
Cevap Eklemek için Giriş Yapmalısınız.
Forumda Kimler Online (Şu anda 1 kişi Online)
  • ADMINISTRATOR (3)
  • SÜPER MODERATÖR (9)
  • MODERATÖR (1)