İslamiyette Kader Anlayışı …..

Bu konu PARADOKS tarafından 12 sene önce açıldı, 629 kere okundu ve Henüz Cevap Yok.
PARADOKS
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 142
Yanıt Sayısı: 973
12 sene önce

İslamiyette Kader Anlayışı [INDENT] Zaman zaman bazı tartışmalara yol açan meselenin, kader me*selesi olduğu görülmektedir. Bu mesele, İslâmdan önceki dinlere men*sup olanları da meşgul etmiştir. Hatta Allah´a ortak koşanlar bile, kader hususunda tartışmaya girişmişler ve Allah´a ortak koşma su*çunu kadere yüklemeye kalkışmışlardır. Bu hususta Allah Tealâ şöyle buyuruyor: -Allah´a ortak koşan*lar şöyle diyecektir. «Eğer, Allah dileseydİ ne biz, ne de babalarımız ona ortak koşardık. Ve ne de bir şeyi haram kılardık.» Bunlardan Öncekiler de böylece yalanlamışlardı. Nihayet azabımızı tattılar. On*lara deki: «Meydana çıkararak bize göstereceğiniz bir bilgi var mı Siz sadece zanna tâbi oluyorsunuz ve siz yalan söylüyorsunuz.» Âlûsî tefsiri bu âyet-i celüenin izahında şunları söyler: Müşrik*ler bu sözleriyle, işledikleri suçlardan dolayı özür dilemek istemiyor*lardı. Çünkü onlar Allah, yaptıklarını yüzlerine çarpsın işle*diklerinin suç olduğuna inanmıyorlardı. Halbuki yaptıkları şeyler, onlar için sokucu bir yılan idi. Onlar, âyet-i celilenin de beyan etti*ği gibi «Oysa kendileri, iyi bir iş yaptıklarını sanıyorlardı.» Onlar, kendilerini Allah´a yaklaştırması için putlara tapıyorlardı. Onlar, birşeyi haram kılmadıklarını, haram kılanın Allah olduğunu iddia ediyorlardı. Onların, bu sözlerden maksatları, yaptıklarının hak ve meşru olduğuna ve Allah´ın razı olduğuna dair delil getirmekti. On*lara göre, Allah onların yaptıklarının olmasını diliyordu. Bir şeyi di*lemek ise, emretmeye eşitti. Ve o işten razı olmayı gerektirirdi. Hasılı bunlar, kısaca şunu demek istiyorlardı. Onların, Allah´a ortak koşmaları, birtakım şeyleri kendiliklerinden haram saymala*rı ve benzeri davranışlarda bulunmaları, Allah´ın dilemesiyle gerçek*leşiyordu. Onlara göre, Allah´ın dilediği şey ise meşru idi ve Allah´ın razı olmasını icabettiriyordu.» Görülüyor ki, bu müşrikler, kader meselesini ortaya atıyorlar ve Peygamber´e karşı bunu delil olarak ileri sürüyorlardı. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in devrinde de, eskiden kalma bazı bilgilerin te*siriyle, kader meselesi dışında bir kısım meselelerin ortaya atıldığı görülmektedir. Şehristanî, «el-Milel ve en-Nihal» adlı eserinde şunları söyle*mektedir : «Allah Tealâ´nm zatı hakkında tartışmaya girişen, işle*rine karışmaya çalışan bir taifenin durumunu gözönüne getir. Al*lah Tealâ onları şu kelamıyla bu davranışlarından men etmiş ve kor*kutmuştur. «…Allah, yıldırımlar gönderir, onu dilediğine çarptırır. Kâfirler, Allah haktada mücadele ederler. Halbuki Allah, büyük kudret sahibidir.» Bu durum, Peygamber” Efendimiz (S.A.V.) zamanında cereyan etmiştir. Halbuki, o dönemde Peygamber Efendimiz duruma hakim, güçlü, kuvvetli, sıhhati tam yerinde idi. Münafıklar ise, içlerinde ni*fak tohumlarını taşımalarına rağmen, korkularından müslüman ol*duklarını açığa vurma zorunda kalıyorlardı. Münafıklıklarını her fır*satta Resulullah´ın davranışlarına itiraz etmekle belli ediyorlardı. Bu itirazlar birer çekirdek oluşturdu ve bu itiraz çekirdeklerinden, bitkiler misali şüpheler doğdu. Ortaya atılan ve insanlar arasında tartışmalara sebep olan bu meseleler ne kadar çok olsa da, bunlar içerisinde en büyüğü «Ka*der» meselesiydi. Öyle ki, Peygamber Efendimiz (S.A.V.), kadere iman etmenin farz olduğunu beyan etmiş ve kader meselesi hakkın*da tartışmayı ise yasaklamıştır. Cibril hadisinde, Cebrail aleyhisselâmın, Peygamber Efendimiz (S.Â.V.)´den şunları sorduğu rivayet edilmiştir: Cebrail: «Söyle bana iman nedir » diye sordu. Peygamberimiz de: «Allah´a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah´dan geldiğine iman etmendir.» dedi. Evet, kadere iman etmek, Allah´a boyun eğmek, onun ilminin şeyi ezelde takdir ettiğine inanmaktır. Bunun içindir ki, Peygamber şeyi ezelde takdir ettiğine inanmaktır. Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz (S.A.V.) insanları kadere iman etmeye davet etmiş, fa*kat kader meselesini tartışmayı men etmiştir. Zira kader meselesi*ni tartışmak, düşünceleri saptırır, ayakları kaydırır, mezhep ve gö*rüşlerin çelişmesi ile akılları şaşırtır. Bu durum ise, bölünmelere ve ayrılmalara sebep olur. Diğer taraftan, kader meselesi hakkında tartışmaya girişmek, tartışanların gücünü aşan bir meseleye girişmek demektir. Çünkü, hiçbir kimsenin elinde, ihtilafları sona erdirecek ve konuyu kesin bir hükme bağlayacak herhangi bir delil yoktur. Peygamber Efendimiz (S.AV.)i, âhirete irtihal ettikten sonra müslümanlar, başka dinden olanlarla münasebetlerde bulundular. Bu dinlerin sahipleri arasında kadere inanan, kadere inanmayan ve kader hakkında ileri-geri konuşanlar bulunmaktaydı. Bunun neti*cesi olarak kader hakkında, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in, ka*der meselesine dalmayı yasaklamasına rağmen, bir takım tartışma*lar ortaya çıktı. Bu hususta şu hâdise anlatılır: Hz. Ömer (R.A.)´e bir hırsız ge*tirildi, Hz. Ömer ona «Niçin hırsızlık yaptın » diye sorunca hırsız «Bunu Allah takdir ettiği için yaptım.» dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, hırsıza ceazsını verdi. Hırsızlık cezasının dışında ayrıca, ada*mı kamçı ile dövdü. Bu fazla cezasının sebebi kendisinden sorulun*ca, şu cevabı verdi: «Elinin kesilmesi, hırsızlığının cezasıdır. Dayak, ise, Allah´a bir yalan İftira etmesindendir.» Bazı insanlar, kadere iman etmenin, tedbirli olmaya ters düş*tüğünü zannetmişlerdir. Hz. Ömer (R.A.) Şam´a, gitmek üzere yola çıkmıştı. «Serğ» demlen yere varınca, ona, Şam´da kolera bulunduğu haberi ulaştı. Abdurrahman b. Avf (R.A.) Hz. Ömer (R.A.)´e Resu-iullah (S.Â.V.)´ın şöyle buyurduğunu haber verdi: «Koleranın, her*hangi bir yerde bulunduğunu işittiğiniz zaman, oraya girmeyin. Bu*lunduğunuz yerde meydana geldiğinde ise, ondan kaçmak için ora*dan çıkmayın.» Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) insanlara şöyle ses*lendi :«Ben, sabahleyin bineğime binerek Medine´ye dönüyorum.» Bu kararla sabahlayınca Ebu Ubeyde b. Cerrah (R.A.) Hz. Ömer (R.A.) ´e şunu sordu: «Allah´ın kaderinden kaçmak için mi dönüyorsun » Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.), şöyle dedi: «Ey Ebu Ubeyde, bunu başka biri söylemeliydi. Evet, Allah´ın kaderinden, yine Allah´ın kaderine kaçıyoruz.» Hz. Ömer (R.Â.) bu sözüyle, “Allah Tealâ´nm kaderinin, kulu her yerde ve her zaman kuşattığını, bunun ise sebeplere başvurmaya en*gel teşkil etmediğini, sebeplerin de takdir edilen şeylerden olduğunu, bizlerin, emirleri yerine getirirken, işlerin zorluklarını üstlenirken, se*beplere başvurmamızın gerekli olduğunu ifade etmektedir. Şehit halife Hz. Osman (R.A.)´in öldürülmesine katılan bazı in*sanlar, Hz. Osman´ı kendilerinin öldürmediğini, Allah Tealâ´nm öldür*düğünü zannetmişlerdir. Hz. Osman (R.A.)´a taş atarken, bazıları şöyle demiştir: «Sana bunları Allah atıyor.» Hz. Osman (R.A.) ise şöyle cevap vermiştir: «Yalan söylüyorsunuz. Eğer Allah atsa, taşlar hedeften hiç şaşmaz.» Evet, bu gibi şüpheler, diğer dinlerde olan insanların, nıüslü-mainlar arasına saçtıkları karışıklık tohumlarından başka birşey değildi. Kader meselesi, her tartışma konusu olduğunda hava elektrik*leniyor, akıllar bocalıyor, tartışma ve mücadele için bir ortam bulu*yordu. İnsanlar kader meselesinde çeşitli yönlere yöneliyor, bu yol*la tartışma arzularını tatmin ediyorlardı. Fakat, diğer yandan in*sanları akli ve ruhî bakımdan kararsızlığa ve çelişkilere düşürüyorlardı. Dinin, ruhlarına işlemediği bazı kişiler, kader meselesinde, yap*tıkları kötülüklere bahane bulmaya ve bozgunculuklarını örtbas et*meye bir yol buldular. Herşeyi helâl sayma ve dinî yükümlülükleri ortadan kaldırmaya varacak bir yol izlediler. İslâmdan önce bazı müşriklerin ve putperestlerin yaptıkları gibi… Kader meselesindeki münakaşalar, fitne yayıldıkça güçleniyor*du. Bu sebeple kader çekişmeleri, Hz. Ali (R.A.) döneminde en had safhaya ulaşmıştı. İbn-i Ebil Hadid´in «Şerh-i Nehcül Belağa» adlı eserinde şunlar zikredilmektedir: Şamlı bir ihtiyar ayağa kalkarak Hz. Ali (R.Â.)´ye şunları sordu : «Söyle bana Şam´a gidişimiz Allah´ın akza ve kaderiyle midir » Hz. Ali (R.A.) şu cevabı verdi. «Tohumu ya*rıp ondan bitkiyi çıkaran, varlıkları yaratan yüce mevlaya yemin olsun ki, ayağımızı herhangi bir yere basmamız veya herhangi bir vadiye inmemiz mutlaka Allah´ın kaza ve kaderiyledir.» İhtiyar, tek*rar şunları söyledi: «O halde yorulmamın mükâfatını Âllah´dan iste*rim. Ben, herhangi bir ücret almış değilim.» Bunun üzerine Hz. Âli (R.A.): «Yeter ihtiyar! Allah Tealâ, yürüdüğünüz vakit yürümenize, geri döndüğünüz vakit dönmenize karşılık büyük bir mükâfat vere*cektir. Siz, herhangi bir durumda mecbur edilmiş veya zorlanmış de*ğilsiniz.» dedi. İhtiyar ise şöyle dedi: «Bu nasıl olur Bizi bu işe ka*za ve kader sevketmedi mi » Hz. Âli (R.´A.) de şunları söyledi: «Vay haline! Sen, kaza ve kaderi, kulun iradesini elinden alan bir vası*ta mı zannediyorsun Eğer böyîe olsaydı, ceza ve mükâfat, vaad ve tehdit, emir ve yasaklar bâtıl olurdu. Günah işleyen için, Allah ta*rafından herhangi bir kınama, sevap işleyen için de herhangi bir övülme sözkonusu olmazdı. İyilik yapan övülmeye, kötülük yapan*dan daha lâyık olmaz, kötülük yapan da yerilmeye, iyilik yapandan daha müstahak olmazdı. Bu söylediğiri, putlara tapanların, şeytanın askerlerinin, yalan yere şahitlik edenlerin ve gerçeğe karşı gözleri kör olanların sözleridir. Bunlar, bu ümmetin kadercileri ve mecusîleridir. Allah Tealâ, kulu serbest bırakarak ona emirde bulunur ve sakınması için bazı şeyleri yasaklar ve onu, gücünün yettiği seyir*le sorumlu tutar, Allah´a ne zorla karşı gelinebilir, ne de ona zorla itaat edilir. Peygamberlerini, yarattıklarına boşuna göndermemiş, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunan şeyleri boşuna yaratma*mıştır. «…Bu, kâfirlerin kanaatidir. Cehennem ateşinden, vay o kâ*firlerin haline!» Bunun üzerine ihtiyar, şunları söyledi: «O halde bizi yürüten kaza ve kader nedir » Hz. Ali (R.A) şu cevabı verdi: «Bu, Allah Tealâ´nm emri ve hükmüdür.» Sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: -Rabbin, ancak ona ibadet etmeni emretti.» İhtiyar sevinerek kalktı. Evet, îbni Ebil Hadid ve Şerif er-Radi, Hz. ´Ali (R.A.)´den bu hâ*diseyi naklederler. Şayet bu rivayet doğru ise, Hz. ÂH (R.A.) döne*minde kader hakkında münakaşaların yoğunlaştığını ve Hz. Âli (R. Â.)nin, nasslarm zahirine baş vurarak bu meseleye dalmayı önle*meye çalıştığını gösteri[/INDENT]

Konuya Bir Cevap Yazın

  • 23560 Kayıtlı Üye
  • 16566 Konu
  • 143812 Cevap
  • Son Üye karim55246
Forumda Kimler Online (Şu anda 1 kişi Online)
  • ADMINISTRATOR (3)
  • SÜPER MODERATÖR (9)
  • MODERATÖR (1)