Allâh Rasûlü’nün Hayvanlara Muâmelesi

Bu konu elbet bir gün tarafından 10 sene önce açıldı, 654 kere okundu ve 2 Cevap verildi.
elbet bir gün
Üyelik Zamanı: 11 sene önce
Konu Sayısı: 45
Yanıt Sayısı: 245
10 sene önce

Rahmet Peygamberi’nin her davranışı rahmet ve muhabbet temelleri üzerine idi. Çünkü O, yaratılanlara şefkatle yaklaşmış ve her muhtâcın ihtiyâcını gidermiştir. Bu engin muhabbet deryâsından hayvânât dahî nasîbini almıştır. Nitekim câhiliye devrinin insanları, hayvanlara da çok insafsız ve merhametsiz davranırlardı. Canlı iken hayvanların -acımasızca- etlerini kesip yerler, hayvan dövüştürme müsâbakaları tertîb ederlerdi. Bu vicdân zedeleyici manzaralara Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- son verdi. Ebû Vâkıd -radıyallâhu anh- anlatıyor:“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medine’ye geldiği zaman, Medineliler, diri olan devenin hörgücünü kesiyor, koyunların da butlarından koparıp yiyorlardı.Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buna mâni olarak:«–Hayvan diri iken ondan her ne kesilmiş ise, bu meyte (lâşe) hükmündedir, yenilmez.» buyurdu.” (Tirmizî, Sayd, 12/1480)Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, birgün yolda yüzü dağlanmış bir merkep gördü, üzüldü ve:“Allâh’ın lâneti onu dağlayanların üzerine olsun!” buyurdu. (Buhârî, Zebâih, 25)Yuvasından yavrularını alarak anne kuşu tedirgin eden kimselere:“–Kim bu zavallının yavrusunu alarak ona eziyet etti, çabuk yavrusunu geri verin!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 163-164/5268)Derisi kemiğine yapışmış bir deveyi görünce de sahibine:“Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allâh’tan korkun! Besili olarak binin, besili olarak kesip yiyin!” buyurmuşlardır. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2548)Peygamber Efendimiz koyun kesen bir adam görmüştü. Adam, kesmek üzere koyunu yere yatırdıktan sonra bıçağını bilemeye çalışıyordu. Bu katı ve duygusuz davranış karşısında Rasûl-i Ekrem Efendimiz adamı şöyle îkâz etti:“–Hayvanı defalarca mı öldürmek istiyorsun? Bıçağını, onu yere yatırmadan önce bilesen olmaz mıydı?” (Hâkim, IV, 257, 260)Bir hadîs-i şerîflerinde:“Size kimin cehennemden, cehennemin de o kimseden uzak olduğunu söyleyeyim mi?” diye suâl ettikten sonra:“O kimseler nâzik, müşfik, merhametli, cana yakın ve yumuşak olanlardır.” buyurmuşlardı. (Ahmed, I, 415)Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- merhametli ve merhametsiz olan kişilerin durumunu bir hadîs-i şerîflerinde şöyle açıklamaktadırlar:“Günahkâr bir kadın, çölde susuzluktan dili ile kumları yalayan bir köpek görmüştü. Ona merhamet edip ayakkabısı ile kuyudan su alarak köpeğin susuzluğunu giderdi. Cenâb-ı Hak da, bu kadının günahlarını affetti. Diğer bir kadın da, kedisini umursamayıp aç bırakmıştı. Hattâ yerin haşerâtını yemesi için bile ona müsâade etmemişti. Nihâyet kedi açlıktan öldü. O kadın da bu merhametsizliği sebebiyle cehennem yolcusu oldu!”34Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu ölçülerle bir câhiliye toplumunu Asr-ı Saâdet hâline getiriyordu. Bir zamanlar insanlara bile muâmelesi bozuk olan kimseler, hattâ kız çocuklarını diri diri toprağa gömenler, netîcede hayvânâta kadar uzanan bir merhamet ve şefkat kutbu oluyorlardı.Zîrâ kendilerine üsve-i hasene olan Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, küçük bir serçenin hakkına dahî riâyet ediyor ve onları tarifsiz bir hassasiyet ile yoğuruyordu.Yılan ve akrep gibi öldürülmesi gereken muzır hayvanların bile fazla azâb çekmemeleri için bir vuruşta öldürülmelerini emrediyor:“Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az yazılır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır.” buyuruyordu. (Müslim, Selâm 147; Ebû Dâvûd, Edeb 162-163/5263; Tirmizî, Sayd, 14/1482)Zararlı hayvanların öldürülmesinde dahî merhamet tavsiye edilmesi kâ’bına varılmaz bir şefkat nümûnesi değil midir?,Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yaşadığı bütün bu yüksek kulluk ve ahlâk sebebiyle hiçbir zaman övünmezlerdi. Allâh’ın kendi üzerindeki nîmetlerini sayar; “Lâ fahre: Övünmek yok!” diyerek büyük bir tevâzua bürünürlerdi. (Tirmizî, Menâkıb, 1; İbn-i Mâce, Zühd, 37; Ahmed, I, 5, 281)Gurûrun kaynağı, övülmek ve takdîr edilmektir. Bu hâl, insanları şımartan sebeplerden biridir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanların en şereflisi olup Allâh’ın medhine nâil olduğu hâlde, sahâbesine:“Bana, «Allâh’ın kulu ve Rasûlü’dür» deyiniz!” buyurmuştur. (Buhârî, Enbiyâ, 48; Ahmed, I, 23)İnsanda kul olma özelliği vardır. İnsan, ya eşyâ ve menfaatlerine, ya da Rabbine kul olur. Rabbine kul olma, insanı, nefsin menfaatlerine ve eşyâya köle olmaktan korur.Peygamber Efendimiz, hayâtın zıd yönleri arasında kurduğu dengede, en küçük bir kusur, yetersizlik ve eksiklik göstermemiştir. Tarihte böyle ikinci bir şahsiyet örneği bulabilmek mümkün değildir.Toplumlarda hayâtın münferid kısımlarında mahâret ve üstünlüğü olan kahramanlara rastlanmaktadır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’inki ise bütün üstünlüklerin bir kişide toplandığı yegâne örnektir.Hâsılı O, her hususta gelmiş geçmiş en müstesnâ ve yüce bir örnek şahsiyetti. Bir ömür:1. Kullukta,2. Muâmelâtta,3. Ahlâkta, bütün insanlığa kâ’bına varılmaz hasletler, fazîletler, gayretler, kısacası, maddî-mânevî eşsiz güzellikler armağan etti.Zîrâ O, bir ümmetin önünde nümûne şahsiyet olmanın mes’ûliyetini lâyıkıyla idrâk etmiş bir ebedî saâdet rehberiydi.Bu meyanda O’nun namaza olan hassâsiyeti, her şeyin fevkindeydi. Gecenin az bir kısmını uykuda geçirir, mübârek vücudu çoğu vakit yatak görmezdi. Herkes geceleyin tatlı uykularında iken o secdede gözyaşı hâlinde idi. Ömrünün sonlarına doğru, hastalıkları had safhaya vardığı anlarda dahî gücünü toparlayabildikçe hücre-i saâdetinden çıkarak mescide varmış ve namazını cemaatle kılmıştı.Abdullâh bin Şıhhîr -radıyallâhu anh-, Efendimiz’in namazdaki huşûunu şöyle anlatmaktadır:“Bir keresinde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Nesâî, Sehv, 18)Ramazan orucundan başka mü’minlere farz kılınmış oruç olmadığı hâlde, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hiç oruç tutmadan geçirdiği ay veya hafta pek nâdirdir.Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- buyuruyor ki:“Rasûl-i Ekrem bâzen sürekli olarak oruç tutardı. Öyle ki, artık bir daha orucu bırakmayacak zannederdik.” (Buhârî, Savm, 53)Her ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerinde, Şevval’de altı gün, Muharrem’de aşûre orucunu ihmâl etmezdi. Bunlara ilâveten pazartesi ve perşembe oruçları da âdetiydi.Zekât âyetiyle de mü’minlere zekât vermelerini, hayır için infâk etmelerini emretmişti. Lâkin en güzel infâkı evvelâ kendisi tatbîk ederdi. Cenâb-ı Hakk’ın:“…Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allâh yolunda infâk ederler.” (el-Bakara, 3)buyruğunu en güzel şekilde yaşar; hayra sarfedilen malı ve takvâ sahibi ticâret erbâbını senâ eylerdi.

Hun
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 1116
Yanıt Sayısı: 5482
10 sene önce
Allah razi olsun canim
elbet bir gün
Üyelik Zamanı: 11 sene önce
Konu Sayısı: 45
Yanıt Sayısı: 245
10 sene önce
Senden de razı olsun Hunum..
Cevap Eklemek için Giriş Yapmalısınız.
  • 23561 Kayıtlı Üye
  • 16566 Konu
  • 143812 Cevap
  • Son Üye eleanore3659
Forumda Kimler Online (Şu anda 1 kişi Online)
  • ADMINISTRATOR (3)
  • SÜPER MODERATÖR (9)
  • MODERATÖR (1)