Beyinde Kuantum Mekaniği Nasıl İşler?

Bu konu Hun tarafından 11 sene önce açıldı, 603 kere okundu ve Henüz Cevap Yok.
Hun
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 1116
Yanıt Sayısı: 5482
11 sene önce

“İnsan beyni onu anlayabileceğimiz kadar basit olsaydı, o zamanda biz onu anlayamayacak kadar aptal olurduk”Jostein Gaarder – Sofinin Dünyası “Bir insanın yeni şeyler duyduğunu fark etmesinin kolay bir şey olmadığını biliyorum. Eski sözlere o kadar alışmışızdır ki… Uzun süre önce yeni bir şeyler olabileceğini de ümit etmek ve inanmaktan vazgeçtik. Yeni fikirlerin mümkün ve gerekli olduğunu fark etmenin güç bir iş olduğu doğrudur ve bütün alışageldik değerlerin yeniden değerlendirilmesi zaman gerektirir.”Peter Ouspensky (1878-1947) Gelişen teknoloji ve deneysel tekniklerle, özelleşmiş alt disiplinler de teorik bakış açımız ileriye doğru gitmektedir. Zaman içerisinde bilişsel psikoloji moleküler sinir bilime doğru geçiş yaptı. Günümüzde işlevsel beyin görüntülemeleri ile 1 mm kadar ayrıntılı biyolojik değerlendirmeye fırsat vermektedir. Ancak, tam resmi görmek için epey zaman ihtiyacımız var gözükmektedir. Sinirsel aktiviteyi hücre altı moleküler mekanizmaya ve zihnin tümünü beyine bağlayan yapıştırıcının (glue) ne olduğunu bilmiyoruz. Oysa fizikte, maddeyi bir arada tutan yapıştırıcıların (gluonlar) az çok ne olduğunu biliyoruz. Fiziğin sinir bilimine uygulanması yeni bir olay değildir. Büyük deha Kant, daha 1787’de, insan deneyimlerinin Newton fiziğinin belli özelliklerine benzediğini öne sürmüştü. Ancak insan deneyiminin Newtonian olmayan yönleri de vardır ve açıklayacak olan kuantum mekaniğidir. Kant bugün yaşasaydı elbetteki aynı fikirde olurdu. Daha yakın dönemde ise Hodgkin-Huxley ve Katz (1952), mürekkepbalığı sinir hücresi ana uzantısında (akson) potasyum iletimini fizik denklemleri ile tanımladılar. Bu denklemle sinir iletisinin elektriksel özelliklerinin yapay olarak modellenebileceği anlaşıldı. 1959’da Rall, dendritik dallanmalarının kablo modelini geliştirdi. 1995 yılında doğal gerçekçi sinir ağları oluşturan GENESIS bilgisayar programı yapıldı. 1988’de ise üst kollikulusdaki sinir hücrelerinden yapılan kayıtların vektör ortalamaları ile göz hareketlerinin genliği ve yönü önceden tespit edilebildi. İleri matematiksel modellerle Agostolos Georgopoulos (1986), devinimsel beyin kabuğu sinir hücrelerinden yaptıkları kayıtlamaların ortalamalarını alarak, el ve kol hareketlerini önceden tahmin edilebildi. Bu işlemsel sinirbiliminin (computational neuroscience) önemli bir aşamasıydı. Yani, fizik ve matematik biz istesek de istemesek de sinirbilimi alanına el atmaktadır. Evet: Beyinde KM İlkeleri İşler Klasik fizik bakışına göre bizler tam bir mekanik otomatlarız. Bizim her fiziksel hareketimiz, bizi oluşturan zihinsiz temellerin arasındaki mekanik etkileşimlerle tam olarak önceden tahmin edilebilirdir. Kuantum mekaniği ise insanı otomattan zihinli bir kişiliğe dönüştürür. Ama bunu bütün kuantum fizikçileri yapmaz. Çoğunluğu “parçacıkların içine düştüklerinden” bütünden haberdar değillerdir. Klasik fizik için pasif olan bilinç (ve gözlemci) metafiziğin konusu olmaktan çıkar ve bilimsel alan olan kuantum mekaniğinin içine girer. İnsan aktif katılımcı görevi üstlenir ve doğanın bir parçası haline gelir. Her beklenen veya niyetlenilen hareket, deneyimsel bir yanıt veya geri bildirim meydana getirir. Kuantum mekaniği ile Newton’un nereye gideceği önceden bilinebilen bilardo topları, beraberinde dalganın eşlik ettiği ve olasılıkla nereye gidebileceği bilinebilen toplar haline geldi. Ve modern fizikte “bilinçlilik sorunu”, atomsal fenomenlerin gözlemlenmeleri ile iyice kendini ortaya koydu. Elbette her şeyi fizikle açıklamaya çalışmak ve “Ahlaki ve siyasi yanlışlıkların bile fizik yaslarını bilmemekten kaynaklandığını” ileri sürme kadar aşırıya kaçabilir ve saçmalık olarak görülebilir. En azından kesin olan bir şey varsa, E=mc2 denkleminin ifade ettiği kütlenin enerjiye eşit olmasından fizikle beynimizin bir ilişkisi vardır diye düşünebiliriz! Sinirbilimcilerin çoğunluğu, beynin bilinçle olan ilişkisini ortaya koymada klasik fiziğin yeterli olduğunu düşünürler. Bu bakış açısı, kuantum mekaniği temellendirilmeden önce doğru olabilirdi fakat bugün için geçerliliği tartışmalıdır. Beynin çalışması ve insan davranışları, iyonik sinir ileticileri ve atomik işlemlere bağlı olduğundan kuantum mekaniği de işin içine girmelidir. Örneğin; sinirsel elektrik uyarısı, sinir hücreleri arası kavşak yerine varınca kalsiyum iyonları hücre içine girer ve sinir ileticisinin salınımına neden olur. İyonlar ve iyon kanalları çok küçük boyutludurlar. Kanalların açılması ve iyon hareketi durumunda kuantum mekaniği kuralları, tıpkı diğer ortamlardaki iyonik atomların hareketinde devreye girdiği gibi kuantum mekanik bir olaydır. Ardından, içeri giren iyonlar sinir ileticileri içeren keseciklerden salınıma neden olurlar (ya da olmayabilir). Salınan sinir ileticileri, algılayıcılara etki edebilir (ya da etmeyebilir). Bu davranışlar kuantum olasılık yöntemleri ile belirlenebilirler. Tek bir sinir sonlanmasında olabilecek böyle bir kuantum etkisi önemsenmeyebilir, ancak 1015 sinir hücresi arası bağlantı (sinaps) içeren bir beyinde bu durum gerçekleştiğinde, klasik fizik bunun ne anlama geldiğini açıklamada yetersiz kalır. Özel bir fiziksel süreci kendinde barındırmayan bir varlığın, bir bilincinin olması imkânsız görünmektedir ve bunun aramanın yolu da daha derinlere inmektir. BenzerliklerDavid Bohm’a göre kuantum mekaniği ile bizim içsel deneyimlerimiz ve düşünce süreçlerimiz arasında sıkı bir benzerlik vardır. Bu nedenle kuantum mekaniği zihin çalışmasında önemli rol alabilir. Bu benzerlikler arasında, dil ve düşüncelerin kelimelerden oluşması gibi, dünyayı oluşturan klasik fizik daha alt alan ve parçacıklardan oluşur. Düşünce ve dil, temel yapıların analizi ile incelenebilir. Bunun yanında dil bütüncüldür (holistiktir). Kavram ve kelimeleri bireysel olarak ele alamayız. Aynı şey düşünce içinde geçerlidir. Kuantum mekaniğinde tüm evren, düşünceler gibi, “tek ve bölünemez bir bütündür”. Her madde altı parçacığın bireysel özellikleri vardır. Kelimelerin de kendine ait özellikleri vardır. Düşünce işlemleri ve kuantum teorisi klasik limiti arasında da benzerlik vardır. Kuantum seviyesindeki hareketler kesiklidir, oysa klasikte devamlıdır. Her gün yaşadığımız düşünceler gibi kuantum teorisindeki dünya da bölünemezdir. Bireysel kuantumların tahmin edilemez davranışları, sigorta şirketlerinin kullandığı istatistiklere benzer. Birçok kuantum ele alındığında olasılık hemen hemen kesin olarak hesaplanır. Bu aynı sigorta şirketlerinin yaptığına benzer. Büyük bir grup içinde, bir kişinin ortalama yaşam süresi hesaplanabilir ama tek bir kişinin yaşam süresini tespit etmek imkânsızdır. Mantıksal düşünce işlemleri ve klasik fizik mantığı arasında da benzerlikler vardır. Herhangi bir mantıksal işlem parçalara ayrılarak analiz edilemez. Parçalara ayırmak anlamını değiştirir veya bozar. Bu mantıksal düşünceler için de geçerlidir. Mantıksal düşünme olmaksızın, bizim düşüncelerimizin sonuçlarını aktarmak mümkün olamazdı ve gerçekliklerini kontrol edemezdik. Bu tıpkı kuantum teorisinin sonuçlarının klasik bir limitle ifadesine benzer. Ancak temel bazı düşünce işlemleri mantıksal olarak tanımlanamaz. Bu nedenle ilham denilen şey bir anda gelir. Genellikle uzun ve başarısız araştırma ardından ortaya çıkar. Bu durumda sıradan mantıksal düşünme süreçleri kullanılmaz. Bu kuantum sıçraması ile benzerlik gösterir. David Bohm’a göre, yeni fikirlerin keşfi kuantum benzeri genel düşünme (bölünemez mantıksal adımlar) ile olur. Genel düşünme mantıksal düşünme aşamaları kullanır. Temel ya da basit düşünmede ise iyi tanımlanmış kavramsal terimleri kullanır. Genel olarak bakıldığında beyindeki fiziksel aktivitenin iki seviyesi vardır: klasik ve kuantum seviyesi. Bu düşünce süreçlerimize benzer. Mantıksal ifadelerle tanımlanabilen klasik fizik seviyesi ve temel düşünme süreçlerini oluşturan kuantum mekaniği seviyesi. Zihnin tipik bir durumu her ikisini de içerir. Zihnin farklı durumları, bu iki seviyenin farklı çalışma ağırlıkları ile ilişkili olabilir. Zihin ve madde arasında asla keskin bir ayrım yapamayız. Sonuçta, ne “maddeden” ayrılabilecek bir zihin vardır ne de “zihin”den ayrılabilecek bir madde vardır. Kuantum mekaniği ile düşünce işlemleri arasındaki benzerlik, kuantum teorisini anlamamızı sağlayabilir (bu çıkarım fizikçinin bakış açısı ve ihtiyacıdır, sinir bilimci için önemsizdir). Sinir bilimcilere ise lazım olan benzerliğin düşünce süreçlerini doğuran beyni anlamamızı sağlamasıdır. Diğer bir kuantum mekaniği ve sinir sistemi ilişkisi nedeni, zihni ve beyni anlama çağında bir de kuantum Rönesans olmasıdır. Kuantum mekaniği zihnin önemsemediğimiz özelliklerini anlamamıza yardım edebilir. Beyni ve zihni anlamak için, klasik fizik yaklaşımımıza kuantum mekaniğini ekleyecek olursak +1 puan daha önde olabiliriz. Fizik ve kimya yasalarının doğruluğunu kontrol edebildiğimiz her yerde bu yasaların canlılar için de geçerli olması gerekir. Canlı organizmaları birer fiziksel ve kimyasal sistem olarak kabul ettiğimizde, onların da bu sistemlerin kuralları dâhilinde davranmaları beklenebilir. Niels Bohr, Erwin Schrödinger, Walter Heitler ve Max Delbrück gibi önemli fizikçiler biyolojik süreçlerin ancak kuantum kuramı modeline göre tanımlanabileceğini ileri sürmüşlerdi. Ancak, bu anlayış biyoloji alanında bir türlü yandaş bulamamıştı. Yıldızlardaki atomlarda işleyen fiziko-kimyasal kurallar ve kabuller ne ise beynimizi oluşturan atomlarda da aynı kurallar geçerlidir. Yıldız tozlarının artıklarından oluşan bizim bedensel yapımız ve sinir sistemimiz farklı kurallara tabi değildir. Mineraller, bitkiler ve hayvanlarda aynı maddeden yapılmıştır ve aynı kurallar içindedirler. Biyologlar hayata ilişkin her şeyi ellerinden geldiği kadar kimyaya bağlamaya çalışmaktadırlar; kimyanın ardındaki kuram da kuantum elektrodinamiğidir. Kuantum mekaniği kuramı, kimyanın tümünü ve nesnelerin çeşitli özelliklerini açıklayabilmesinden dolayı çok başarılı kabul edilir. Bu benzerlikler tesadüf müdür? Genel olarak bakıldığında “oluş ve işleyiş” arası bu 3+1 boyutlu evrende ciddi farklar yoktur. Dolayısı ile benzerliğe çok şaşırmamak gerekir ama bir anlam aramak gerekip gerekmediği esas sorudur. ******* işleyişinde, var oluşunda başlayan kuantum mekanik kanunları neden içinde var olan maddesel beyinler için geçerli olmasın ki? Ancak, canlı organizmanın ve sinir sisteminin kendine özgü karmaşıklığı öylesine cesaret kırıcıdır ki, fizik ve kimyanın sinir sistemini tam olarak tanımlayıp tanımlayamayacağı sorununu ortaya çıkmaktadır. Bohr’un belirttiği gibi, canlı organizmaları, fizikçi açısından mükemmel yorumlayabilecek bir tanım belki hiç bir zaman mümkün olmayacaktır. Ancak, maddenin içyapısından yukarı doğru gidildiğinde cisimler fiziğine, kimyaya ve sonunda da biyolojiye varırız. Tersi yönde gidince atomun iç parçacıklarına ulaşırız. Beyinin kendisine fiziko-kimyasal bir mekanizma gibi davranacak olursak bütünlüğünden daha derinlerine bakmamız gerekecektir. Klasik fizikten bahsederken, sanki bizden tamamıyla ayrı olan bir şeyden söz eder gibi davranmamıza rağmen, kuantum mekaniğinin girdiği sistemde ise insandan bahsederken, bizden ayrı değil de bizim de içinde olduğumuz bir sistemden bahsederiz. Oysa gerçekte insan ve beyni aynı olmasına rağmen, klasik ve kuantum mekaniksel yaklaşımları göz önüne aldığımızda farklı bakış açılarına geçeriz. Fiziğin sonuçları deneysel ve kuramsal bakımdan oldukça güvenilir biçimde sağlama alınmıştır. Geleneksel fiziğin nesneleri çeşit çeşit, karışık ve düzensiz bir görünüm sunsalar da, kaotik sistemlerin ifade ettiği anlamda karmaşıklık göstermezler, kısmen daha basit durum sunarlar. Bugün için beynin çalışmasını ve bilinci açıklayabilmek için yeni moleküller ve beyin yapıları bulmayı ummaktan ziyade, moleküllerin etkileşiminde yeni düşünceler bize daha çok yardımcı olacaktır. Bu anlamda kuantum mekaniksel yaklaşım yeni bir yol açabilir. Beynimizde taşıdığımız atomların aslında yıldızlarda olanlardan bir farkı olmadığını bilmek ya da onların yıldız tozlarının kalıntılarından oluştuğunu düşünürsek, ister istemez fizik kurallarına bağlı doğanın, aynı kanunlara beyin için de işlettiğini düşünürüz. Sinir sistemindeki haberleşme, kimyasal sinir ileticilerinin, hücreler arası bağlantı noktalarında (sinaps) hareketi ile ortaya çıkar. Bu sinaptik yapılar makroskobiktirler. Kimyasal ileticilerin de %95’i peptid yapısındaki makroskobik yapılardır. Mini proteinler 100 aminoasit kadar yapıdan oluşur ve en fazla 10 bin atomik kütle ağırlığındadırlar. Çoğunun boyutları ise 10 nm kadardır. Heisenberg’in belirsizlik ilkesi düşünüldüğünde, peptidlerden birinin hız değişimi ∆v=0.63 nm/saniyedir. Bu peptidler hem hücre içi hem de hücreler arası ortamda, beyin içinde hareket ederler. Belirsizlik ilkesine göre bir peptidin yeri ∆s=∆v.∆t=63 mm’dir. Bu değer, peptidin etki edeceği algılayıcısına (reseptör) göre çok uzun bir mesafedir. Bu nedenle kuantum belirsizlik ilkesi sinir ileticilerinin algılayıcılarına etki etmesinde göz önüne alınabilir. Yine peptidlerin üst üste binmesi de (kuantum üst üste binme=superpozisyon) olabilir. Ayrıca, sinir ileticilerinin davranışlarımız ve karar vermelerimizde etkisi olduğundan, kuantum belirsizlik/olasılık ilkelerinin devreye giriyor olması mümkündür. Sinir hücreleri zarında yer alan, x-çapındaki bir kanaldan kalsiyum/Ca+2 iyonu sinir sonlanışına (pre-sinaptik bölge) girdiğinde, Heisenberg’in belirsizlik ilksine göre, momentumu ћ/x, hızı (ћ/x)/m olarak ifade edilebilir. Uzaysal yayılma zamanı, t=200 mikrosaniye (bu kanal açılması ile sinir ileticisi salınımı arasındaki süredir) ve yayılım mesafesi x=1 nm alındığında dalga fonksiyonu 0.04 cm bulunur. Bu kalsiyum iyonunun çapı olan 1/100.000.000 cm’e göre hayli büyük bir değerdir. Yani kendi etki bölgesinin dışındaki kanallar üzerine de etki edebilir. Bu nedenle beynin çalışma mekanizmasında kuantum mekaniğinin devreye girmesi yadsınamaz. Birçok ilaç bedenimizde, peptidlerle ve sinir ileticileri ile yarışarak, onların etki edeceği algılayıcılara etki eder. İlaç moleküllerinin birçoğunun yapısı çok küçük olmasına karşın, çok büyük kuantum mekanik konum belirsizliği gösterebilirler. Örneğin; endorfinler vücutta üretilen morfin benzeri ağrı gidericilerdir ve peptid yapısındadırlar. Naloxan ise endorfinlerle aynı yere etki eden karşıt bir ilaçtır. Endorfinler ağrı giderirken, naloxan ağrıyı geri getirir. Her ikisi arasında kuantum üst üste binmeli bir yarış oluşur ve sonuçta ağrı veya haz (ağrı yok) gibi öznel deneyimlere neden olurlar. Eğer sinir hücreleri arasındaki (sinaps) sinir ileticileri salınımını kuantum mekaniksel olarak tanımlayabilirsek, beyindeki sinaptik olayların toplamı “bütüncül beyin dalga fonksiyonu”nu verebilir. Zamanın herhangi bir anında, gözlemlenen olayların olası durumlarının üst üste binmesi söz konusudur. Yani, beynin herhangi bir zamanda alternatif seçimlerin tümünü bir arada bulundurur. Uygun uyarıcı geldiğinde, alternatiflerden biri seçilir. Beyinde bir bütün olarak sinirsel kuantum aktivite örüntüsü oluşabilir. Bilinçli algılama ise bunların hissedilmesi olabilir. Ancak beyinde kuantum mekaniğinin işlemesi için bazı fiziksel şartların olması gerektiği öne sürülür. Kuantum mekaniğinin işleyebileceği yapılar; 1.uzak mesafelere yayılabilmeli, 2.çevreden iyi yalıtılmış olmalı, 3.çok kısa sürede kuantum durumlarının ortaya çıkmasına izin verebilmeli, 4.bütün beyin sinir hücrelerinde bulunan bir özellikte olmalıdır. Elimizde, bunların bir kısmını karşılayan kuantum beyin teorileri vardır. Son zamanlarda, pek çok yazar Zen gibi doğu mistizminin kuantum mekaniğinde kullanılan kavramlarla yakın ilişkisini öne sürmüşlerdir. Ancak bunların çoğu hayalidir ve bilimsel tabandan yoksundur. Özellikle, kuantum mekaniği ve “kuantum” adı birçok para getirecek işin önüne önemli bir sıfat olarak eklenmektedir. “Kuantum NLP, Kuantum Düşünce Tekniği, Kuantum İş Yönetimi, Kuantum Tantra-Seks, Kuantum Cilt Bakımı, Kuantum Tıp, Kuantum reform” gibi saçmalıklar olarak… Hemen her yeni şeyden çekici bir “kuantum kokusu” yayılmaya başlar. Çünkü kuantum kelimesi başlı başına gizemlidir ve çoğu kimse ne ifade ettiğini anlamaz.Kuantum mekaniğinin temel özelliklerini anlatan bir fizik kitabını incelediğinizde, rastlantısal elinize alacağınız bir sinir bilimleri üzerine yazılmış bir kitaptan daha çok “gözlemci, bilinç, gözleyen” gibi terimlerle karşılaşırsınız. Buna karşılık, sinir bilimleriyle ilgili bir akademik kitabı incelediğinizde, kuantum mekaniğinin bahsettiği temel iddialardan hiç birini göremezsiniz. Örnek mi? Bazı popüler fizik kitaplarındaki konu başlıklarına bir göz atalım: Roger Penrose; “Kralın Yeni Usu” adlı eseri: beyin gerçekte neye benzer?, bilincin yeri nerede?, ayrık beyin deneyleri, kör nokta, beyin faaliyetlerinde kuantum mekaniğinin rolü var mıdır?, usun fiziği nerede yer alır? Diğer bir kitabında ise (Büyük, Küçük ve İnsan Zihni); Fizik ve zihin, zihinsel etkinlik ve kuantum mekaniği başlıkları yer alır. Diğer tanınan fizikçi olan Paul Davies’in “Tanrı ve Yeni Fizik” adlı eserinde, özgür irade ve belirlenimcilik/zihin ve ruh/benlik… Bütün bunlara ilave olarak, son on yılda fizik alanında uzman bilim insanlarının kuantum mekaniği ve beyin konusunda yazdığı birçok kitap vardır.Oysa kuantum mekaniği maddeyi temel seviyede tanımlayan en büyük teoridir. Ancak bazıları onun bundan daha fazlasını yaptığına inanır. Bilincin temeline kuantum mekaniğini yerleştirirler. Kuantum mekaniği beyindeki atomları anlamak için gereklidir. Aynı durum bir taştaki atomları anlamak için de gereklidir. Ancak, taşın bilinci hakkında kuantum mekaniği ile bir çıkarım yapılması gerekmez. Dolayısı ile bilincin doğasını anlamada kuantum fiziği doğru bir başlangıç değildir.Bazı yazar, kuantum mekaniğinin görünmez gizinin bir hayli çelişkiye neden olduğu, ciltleri aşan anlamsız iddiaların çoğaldığını, aklı başında bir fizikçinin bunlara yanıt vermek için nereden başlayacağını bile kestiremez hale geldiğini öne sürerler. Kimilerince, “yeryüzündeki hayatın bir kuantum sıçramasıyla başladığını”, “özgür iradenin” ve “bilincin” kuantum mekaniğinden ileri geldiğini iddia edilmesine başkaldırır. Bunların altında yatan düşünce, “anlaşılmaz” olayları, yine “anlaşılmaz” nedenle kuantum mekaniğine bağlama girişimidir. Ancak, kuantum mekaniği hiç de anlaşılmaz değildir. Fakat çok şaşırtıcıdır.Alwyn Scott (1996), kuantum teorisinin beyin ve bilinç arasındaki ilişkiyi anlamada önemli rolü olduğu fikrine karşı çıkar. Ona göre, doğrusal olmayan (non-linear) klasik fizik bilincin fiziksel temelini anlamak için yeterli ve daha önemlidir. Scott’a göre “sıvı su temel olarak gaz hidrojen ve oksijenden farklı değildir”. Bu farklılık kuantum alan teorisine göredir. Kuantum alan teorisi genelde doğrusal olmayan alan eşitlikleridir ve daima belli istatistiksel değerler için doğrusal dalga fonksiyonu denklemleridir. Doğrusal olmama, dalga fonksiyonu denkleminin doğrusallığı ile engellenemez.Kuantum mekaniğini kullanarak insan bilincini ve beyninin çalışmasını açıklamaya çalışmak “yeni bir efsane ve modern düşüncenin bir oyunudur”. Bu oyun, insan zihninin merkezine kuantum mekaniğini yerleştirir. Sürpriz olmayarak konu ile ilgili birçok yazılar ve kitaplar bulunabilir. Ancak geleneksel efsanelerin aksine, kuantum mekaniğini zihin/bilinç ile ilişkilendirenler, kendi alanlarında uzman kişilerdir. Bu bakış açısı ile 17.yy’da Newton fiziği ile devreye giren indirgemeci maddeci bakış ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Bugün maddecilik yerini ruhsalcılık ve indirgemeciliğin yerini holistik bakış açısı almıştır. Holistik evren anlayışında, her şey diğeri ile ilişkilidir. Oysa kuantum mekaniği içine bilinç katılmadan da başarılıdır, tüm gözlemler ve fiziğin oluşturulmuş prensipleri ile uyumludur. Ancak ne yazıktır ki, popüler yayınlarda göz ardı edilir. Çünkü mistik hezeyanları desteklemezler.Victor Stenger’e göre, kuantum bilinç teorileri ve düşüncesi, bir zamanların “ether” teorisi kadar ilginç ve etkileyicidir. Işığı taşıyan eter düşüncesinin yerini, kuantların aldığını öne sürer. Aslında bu inancın köklerinin daha da eskilere uzandığına da dikkati çekerek, Yunanlılarda ether’in Olympos’lu tanrılarca solunduğunu, Aristoteles’de ise cennetin maddesi olarak öne sürüldü. Newton ise, kütle çekimini açıkladı ve görülmeyen ether ile geçtiğini öne sürdü. Daha da ileri giderek; elektrik, manyetizma, ışık, ısı yayılımı ile etheri ilişkilendirdi. Bugün ether yerine, bilimsel temeli olmayan ch’i, ki, prana ve psişik enerji geçmiştir. Kuantum mekaniğinin kuantlarını da yukarıdakilere benzetir. 19.yy’da matematiksel kavramlar geliştirilince, madde, ışık ve çekimin özellikleri tanımlandı. Michelson ve Morley, etherin deneysel kanıtını araştırdılar ama hayal kırıklığı ile etheri bulamadılar. Kısa bir süre sonra, 1905’de, Einstein görelilik teorisini geliştirdi ve ether düşüncesinin Maxwell’in elektromanyetizma denklemleri ile uyumsuzluğunu ortaya koydu. Böylece ether, bir hayal olmaktan öteye geçemedi. Stenger’e göre şimdiki kuantum mekaniği ve beyin/bilinç-zihin ilişkisi de aynı sonla karşılaşacaktır.Baştan beri kuantum mekaniğinden hoşlanmayan Einstein, Podolsky-Rosen (EPR) ile bir düşünce deneyi öne sürerek, hiç bir şeyin ışıktan hızlı gidemeyeceğini ve “kuantum mekaniğinin tamamlanmamış olduğunu” 1935 yılında iddia ettiler. Ancak, John Bell’in deneysel çalışmalarına kadar bir merak olarak kaldı (1965). Bell teoremine göre, ancak hayal ettiğimiz matematiksel yaratıklar ve kuantum dalga fonksiyonları ışıktan hızlı hareket edebilirler. Bunun dışında hiç bir uyarı ışıktan hızlı hareket edemez ve bilgi taşıyamaz. Böylece kuantum mekaniği ve görelilik çatışması ortadan kalkar. Kuantum mekaniğine göre, bütüncül bir yaklaşımla, evrendeki her şey, zihin ve evren, uzaklık göz önüne alınmaksızın birbiri ile bağlantı içindedir. Oysa görelilik düşüncesi tam tersini savunur: parçacıklar ancak herhangi bir etkileşimle doğrudan bağlantıya girebilirler. Eğer kuantum mekaniğindeki evrensel bağlantıyı ether gibi evrensel kozmik bir alan sağlıyorsa bu görelilik teorisi ile çatışır. Çünkü görelilik, 1905 yılından beri her deneysel testi geçmiştir.Stenger, kuantum mekaniğinde Bohr, Heisenberg ve diğerlerinin kullandığı dilin bir yanlış çıkarımından dolayı evrensel bir ilişkinin öne sürüldüğünü ifade eder. Gözlenen ve neyin gözlendiği arasındaki etkileşimi tanımlamak için bir dil gerekir. Bu tabloya ister istemez insan bilinci ve gözlemci girmiştir. Bohr ve Heisenberg’in cansız aletlerle yaptıkları ölçümler hakkında konuşmaları, kuantum ve zihin arasına bir bilinçli gözlemci yerleştirmeyi gerektirmez. Kuantum mekaniğindeki hiç bir şey, insanın devreye girmesine gerek duymaz. İnsanlık bir gün ortadan kalksa da kuantum mekaniği kendi kurallarını işletmeye devam edecektir. Dolayısı ile “kuantum bilinç efsanelerini fantezi eserlerin içine koymak gerekir” der.Stenger, “beynin işlevleri kimyasal işlemlerle ilişkilidir, bundan dolayı kuantum mekaniğinin uygulanmasına uygundur” savını eleştirir ve bu mantığa göre “Newton’un mekaniğini uzaya atılan bir taşa uygulayamayız, çünkü taş kimyasal elementlerden oluşmuştur” der. Özellikle, hücreler arası sinaptik bağlantı yerleri üzerine kurulan “kuantum tünelleme bilinç” teorilerini de eleştiren Stenger, kuantum belirsizliklerinin bu bölgede önemsiz olduğunu öne sürer. Üstelik sinir hücrelerinin ve onların parçalarının makroskobik nesneler olduğunu, ısılarının kuantum süreçlerinin işlemesi için çok yüksek olduğuna dikkati çeker. Bu nedenle soğutulmuş makroskobik deneysel kuantum sistemlerine göre (üstüniletkenler) daha çok rastlantısal parçacık hareketleri ortaya çıkar. Bu nedenle kuantum mekaniği üst üste binme durumu beyinde gerçekleşmez.Beyindeki sinir hücreleri, organeller ve reseptörler ne yeteri kadar küçük ne de kuantum üst üste binme durumu meydana getirmek için yeterince soğuktur. Beyin ıslak ve sıcaktır. Belki Sibirya soğuğunda yaşayanların beyinlerinde kuantum mekanik olaylar gerçekleşebilir! Kuantum olayları doğrusaldır. Sinir sistemi ise tüm seviyelerde doğrusal olmayan davranışlar gösterir. Doğrusal olmayan davranışları doğrusal denklemlerle açıklamak mümkün değildir. Aynı yanlış beynin kapalı bir sistem olarak ele alınmasında da göze çarpar. Beyin, enerji ve bilgiyi içeren bir kapalı sistem değil, anlam ve düşünceyle ilişkili açık bir sistemdir. Bu nedenle hepimizin anlamlandırması (öznellik) farklıdır.Kuantum mekaniğinin matematiksel sembollerinin, fiziksel dünyanın bir yansıması olduğu kabul edilemez. Kuantum mekaniğinin matematik denklemleri olasılık ölçümlerini bize verir ve olası ölçümlerle olası sonuçları hesaplar. Tüm yaptığı budur. Kalanı metafiziktir. Matematik semboller “durum vektörü” ya da “dalga fonksiyonu” olarak bilinir ve metafizik olarak önemsizdir. Fakat olasılık ölçümü, ölçme problemi olarak sunulur ve sahtedir. Çünkü bir fiziksel durumdan diğerine geçişler tahmin edilemez değildir.Yalancı sorular ve yalancı problemler bilimde sıkça kullanılır ve bilincin devreye sokulması bunun bir örneğidir. Kuantum fizikçileri ölçüm sorununa açıklama getiremediğinden dolayı kuantum bilinç teorilerinin ortaya çıkar. Bunun başka nedenleri de vardır. 1.Kuantum mekaniği üzerinde çalışan fizikçiler, sıklıkla ölçümden bahsettiklerinde “gözlemden” bahsederler. Dolayısı ile ölçülen şeyler “gözlemlenirler”. Bilinç teorisyenleri de hemen buradaki “bilinçli gözlemcinin üstüne atlarlar”. 2.Kuantum mekaniği olasılık fikrini öne sürer. Klasik mekaniğinin belirlenimci dünyasında olabilirlikler daima özneldir. Ancak kuantum mekaniğindeki olabilirlikler hem öznel hem de nesnel olabilirler. Öznel olması bilinç teorisyenlerine yer açar.Ölçme sorunu olarak adlandırılan şeyin çözümü için bilincin devreye sokulması yalancı sorulara verilen yalancı yanıtlardır. Bir yanda yapılmış ölçümler ve onların sonuçları, diğer yanda yapılmamış ölçümler ve olası sonuçlarını ayırmak gerekir. Yapılmış ölçümler biri tarafından bilinir. Yapılmış ve yapılmamış ölçümler arasındaki fark sonucun bilinçli birisi/ gözlemci tarafından bilinmesi değildir. Yapılmamış ölçümlerin farklılığı yapılmamasıdır! Ana çizgi burada kuantum mekaniğinin içine bilincin sokulmasıdır ve gereksiz bir çoğaltmadır. Bundan sonra da yalancı sorulara yanıtlar oluşturularak, bilincin yeri sağlama alınır. Oysa kuantum mekaniği, bilincin madde ile nasıl ilişkili olduğu konusunda hiçbir şey söylemez.Diğer bir savunma “eğer bilinç kuantum mekaniğini anlamamıza yardım etmez ise, belki kuantum mekaniği bilinci anlamamıza yardım eder” şeklindedir. Bu tam anlamıyla “gizemin küçültülmesi kanunu” olarak adlandırır. “Bilinç gizemlidir ve kuantum mekaniği de gizemlidir, belki bu iki gizem ortak bir kaynağa sahiptir”. Oysa esas sorun bu değildir. Esas sorun “bilincin madde/materyal dünyası ile nasıl ilişkide olduğudur.”Stenger’e göre, kuantum mekaniğini bilinç-beyin içine sokmaya çalışanların öne sürdükleri fikirlerinde ideolojik-dini görüşlerinin de etkisi vardır. Yeni Çağ guruları için holistik felsefenin harika bir saplantı olduğunu öne sürer. Ve holistikle Dünya’nın problemlerini çözmek için sevgi ile uğraşırlar. Oysa indirgemeci klasik fizik (maddeciler ve ateistler) kişileri bencil yapmaz. İnsanlar indirgemeci klasik fizikten çok önce de bencillerdi. Yeni kuantum holizmi, bizim saplantılarımızı besler ve cansız kozmik zihnin bir parçası olduğumuzu biz söyler. Böylece geleneksel dinlerin modern şekilleri bugün yaşanır. Mistik fizik, genel olarak Hinduizm ve Budizm felsefesinin yanlış uygulamalarıdır. Bu yaklaşımın diğer bir nedeni de insanı yine ******* merkezi haline getirmektir. Dört yüz yıl önce, Kopernik ******* merkezinde olmadığımıza dair güçlü kanıtlar öne sürdü. İnsanlar olarak bizde “seçilmem, sıradan varlık” hissi ile büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Ancak, kuantum mekaniğindeki ölçüm sorununa çözüm olarak insan bilincini katmak, insanı tekrar ayrıcalıklı olarak ******* merkezine yerleştirme gayretinin bir parçasıdır. Alintidir

Konuya Bir Cevap Yazın

  • 23560 Kayıtlı Üye
  • 16565 Konu
  • 143812 Cevap
  • Son Üye karim55246
Forumda Kimler Online (Şu anda 1 kişi Online)
  • ADMINISTRATOR (3)
  • SÜPER MODERATÖR (9)
  • MODERATÖR (1)