aşk üzerine

Bu konu fatımatüzzehra tarafından 12 sene önce açıldı, 637 kere okundu ve 4 Cevap verildi.
fatımatüzzehra
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 13
Yanıt Sayısı: 170
12 sene önce

Âlem bir aşk için yaratılmış ve aşk imiş her ne var ise âlemde…

Evet tam da böyle, sözde geçtiği gibi bütünüyle aşk, her şeyi ile aşk ile dolu her yanımız. Bizi süründüren de o, geceleri göz yaşı döktüren de o.

İnsanın içini parçalayan, sızlatan o. Özünde 3 harf, tek hece ama şiddeti, etkisi, bize ettikleri… Varın hesaplayın neleri ama neleri yaptırdığını.

Geçen aylarda yeni çıkan bir kitabı okudum, o kadar etkileyici ve bağlayıcı idi ki her şeyi yeniden düşündüm; tekrar tekrar okudum can alıcı cümleleri.

Aslında söylediğimi, düşündüğümü yazar söylemişti, hiçbir tamlamaya ihtiyacı yoktu diyordu yazar şöyle birkaç mısra ile:

‘AŞK’ın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.

Başlı başına bir dünyadır aşk.

Ya tam ortasındasındır, merkezinde

Ya da dışındasındır, hasretinde… ’

(Elif Şafak, Aşk)

İşte böyleydi sözleri yazarın, başlı başına bir dünyaydı aşk, acısı tatlısı, hüznü neşesi, azmi, hırsı, gururu daha birçok şeyi ile bir dünya…

Niceleri neler yapmadı ki aşk ile… Aşk ile…

Kitabı okuduktan sonra aşk deyince artık sadece Leyla-Mecnun aşkını düşünmemeye başladım, Mevlana ve Şems o kadar bir aşkla sohbet ediyordu ki gözümde canlandırdım, aşklarını bölmek istemedim, tanıklık ettim, izledim, gün geçtikçe artan, kabaran bir aşkı gördüm kitapta Mevlana-Şems manevi boyutuydu aşkın, dünyevi olan, maddi olan aşk Ella-Aziz Zahara arsında geçiyordu veya Kimya’nın Şems’e karşı beslediği, günden güne artan, yılmadan süren, içinde kabaran aşkı.

Aşkın artması… Bunu görünce çok defa düşündüm, okuruz, yaşarız yeri zamanı gelince. Senelerce yaşayıp aşık olmadan mezara giren yok gibidir ve aşık olunca her geçen gün büyüttüğü aşkı kabarıp artmayan da tabi, oysa Eflatun aşk için şöyle der: ” Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzellik.” Böyle tarif eder aşkı oysa kitabı okuduktan sonra düşünüyorum da birçok noktasını iyi tarif etmiş ama artmaz kısmında yanılmış gibi. Şems ve Mevlana okudukça, konuştukça, daha fazla birbirine aşk besliyorlardı, ortak bir şeye canı gönülden aşk vardı çünkü ‘Yaradan’dı o . O’na olan aşk, onları birbirine böyle kenetliyordu, aşk günden güne artıyordu, bu bir tarafıydı diğer taraftan artmasa hiç koca Sinan Selimiye’yi yapabilir miydi? Onun bir öncesi vardı, o aşkın bir öncesi artarak ona Selimiye’yi yaptırmıştı, ya da Tac Mahal’i yapabilir miydi Şah Cihan, Arcüment Banu için?

‘’İşte, kabarır, coşar, aşk yürekte, ilk günkü gibi olmaz hiçbir şey, olsa da adı aşk olmaz herhalde. İştahla yemek yerken hatırlayıp sevileni, yemek boğazda düğümleniyorsa, derin uykularda görülen rüyadan sonra bir daha uyku girmiyorsa gözlere, can alıcı bir sohbetin tam ortasındaki bir kelime, bir cümle ne dediğini bilmezleştiriyorsa insanı, işte odur aşk.’’

Belki daha fazlası, yeri gelince ağlamayı hatta ölmeyi gerektirir. Şems de Mevlana’ya böyle diyordu aslında, evet ölmeyi….Ona bir hikâye anlatıyordu: İpek böceği kozadan çıkarken alın teriyle ördüğü ipeği yırtıp parçalar, bu yüzden çiftçiler ya ipeği seçerler ya da ipekböceğini. İkisini birden koruyamazlar. Çoğu zaman ipeği kurtarmak için ipek böceğinin canını alırlar.

Bir tek ipek mendil için bilir misin yüz ipekböceği can verir.

Şems, Mevlana’ya dönüp devam ediyordu sözlerine; bu hikâyede benim payım ipek böceğininkine benzer,

Rumi (Mevlana) ipektir, ilmik ilmik örülecektir. Vakit tamam olunca ipeğin bekası için ipek böceğinin ölmesi gerekir.

Böyle diyordu, böyleydi de zaten sadece ağlamak, sızlanmak, geceleri hayallere dalmak değildi aşk, yeri zamanı gelince yok olmayı gerektiriyorsa yok olabilmekti, aslında ölmeden ölmekti bunun diğer adı, Şems bunu ifade ediyordu.

Bu da bir parçasıydı aşkın. Başlı başına dünya idi çünkü yola çıkarken bunu kabul etmiştik yoksa yolcu sayılmazdık; aşk ile dolu bir yolcu olmazdık. Herkes için aşk tabii ki farklıydı, kimileri yok olmayı sevgili için yapabilirken, herkes böyle yapamazdı. Çok sevmek çok büyük olmayı gerektirirdi aslında, zamanı gelince yüreğinde o sevgi ile gitmeyi başka hiçbir sevgi, kıvılcım dahi koymadan yüreğe başkasına ait bir kıvılcım dahi…

Sadece yürek ile de değildi demek ki, bütün bedeniyle âşık olmaktı bir şeyleri yapmak için, yoksa şairin dediği gibi: ‘’Aşkları da devralırdı, kalp nakli yaptıranlar.’’

İş yürekte bitmezdi ki sadece, yürekli olabilmeliydi âşık tüm bedeni ile, ipeğin bekası için, ipek böceğinin ölmesi ancak tüm beden ile yürekli olmakla olurdu.

İşte nereden nereye…Elif Şafak’ın yaptığı gibi 13. yüzyıldandan 21. yüzyıla…

Şems-Mevlana aşkından 21 yy. Ella- Aziz Zahara aşkına yani, günümüzün görüntü itibari ile hoş görünen ama içi boş, sevgi hariç diğer bütün zerzevat ile doldurulan aşkı üzerine…

Malum ben de 21. yy. demir attım, el mahkûm yani böyle de devam edecek sihirli bir el yüzlerce yıl geriye götürmediği sürece. Okuyup öğrendikçe eski zamanları, eski aşkları ne kadar gerisinde kalmışız diyorum çaresiz şekilde. Belki beni oturup konuştuğunuzda “Nerdeee o eski bayramlar” diyen yaşlı bir amcaya benzetebilirsiniz, garipseyebilirsiniz ama emin olun her şey eskide kalmış üstüne eklediğimiz bir şey yok aksine, her geçen gün olanları da eksiltmekten başka…

Şimdi tarifi de, anlamı da, sınırları da mutasyona uğramış bir şey olmuş aşk. Yine belki diyebilirsiniz bana “üç harf, tek hece yine öylece duruyor” diye ama yanılırsınız, hem de Eflatun’un yanılgısının çok da üstünde…

İnsanlara artık sorulduğunda eskiden çok farklı bir tanım alırsınız, kimse Mecnun gibi söylemez size Leyla’sını öyle anlatmaz. Aşk deyince şimdi, sarılma, öpme, bunları aşıp cinsel münasebet oldu tanımı.

Eskiler “aşk bakmakla güzelleşir, konuşmakla zenginleşir, dokunmakla bozulur” derdi. Belki çok abartılı gelir bize ama ne yazık ki, güzelleştirmeden, zenginleştirmeden aşkı bozduk…

Hem de “Ben sana aşığım bilemezsin,

Adını mıh gibi aklımda tutuyorum…”

diyemedik bir kere. Dedim ya bunlar güzelleştirme, zenginleştirme adınaydı biz yapamadık, bunları katamadık. Biraz güzelleştirmek için çaba sarf edemedik, eskilerin çektiği çileyi zere kadar çekmedik, onlar gibi pervane ( gece kelebeği) olamadık hiç.

Pervanenin ışığa yaklaşıp yanması gibi, onlarda yanmasına rağmen yandıkça sevgiliye yaklaşırdı. Mecnun deli olurdu Leyla için; Ferhat, Şirin için dağları delerdi, yanardı çoğu zaman pervane gibi ama şikâyet etmezdi aksine daha fazla yanmaya razıydı. Niye bu hale geldik? “Aşk sarmaşığına sarılamadık, sarmaşık sardığı ağacı içten içe kurutur, yok eder, aşk da insanı sararsa aynı etkiye gösterir” diyemez hale geldik.

Leyla-Mecnun, Ferhat-Şirin, Şems-Mevlana ve niceleri geride kaldı, biz yaşayamaz hale geldik; yaşamaya kalkışmadık bile, aslında komik geldi belki de bize ya da olağanüstü algıladık.

Kıza sorsak “Mecnun yok ki, ben Leyla olayım” der; erkek ise “Leyla yok ki Mecnun olayım…”

Yok, yok inkâr etmeye gerek yok besbelli biz bu hale getirdik…

Söylenecek tek cümle kaldı bize: Aşkı öldürdük ey halkım unutma bizi…

fatımatüzzehra
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 13
Yanıt Sayısı: 170
12 sene önce
biraz uzun ama okumanızı tavsiye ederim
fatımatüzzehra
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 13
Yanıt Sayısı: 170
12 sene önce
‘’İşte, kabarır, coşar, aşk yürekte, ilk günkü gibi olmaz hiçbir şey, olsa da adı aşk olmaz herhalde. İştahla yemek yerken hatırlayıp sevileni, yemek boğazda düğümleniyorsa, derin uykularda görülen rüyadan sonra bir daha uyku girmiyorsa gözlere, can alıcı bir sohbetin tam ortasındaki bir kelime, bir cümle ne dediğini bilmezleştiriyorsa insanı, işte odur aşk.’’
nesil266
Üyelik Zamanı: 13 sene önce
Konu Sayısı: 145
Yanıt Sayısı: 1360
12 sene önce
okudum çok güzel emeğine sağlık canım benim...
fatımatüzzehra
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 13
Yanıt Sayısı: 170
12 sene önce
ne demek hayatım:roll:
Cevap Eklemek için Giriş Yapmalısınız.
Forumda Kimler Online (Şu anda 1 kişi Online)
  • ADMINISTRATOR (3)
  • SÜPER MODERATÖR (9)
  • MODERATÖR (1)