Sevmek, bizim kendimize ve dünyaya karşı giriştiğimiz hırsızlığa, kendi gücümüzle karşı çıktığımız biricik haklılığımızdır. Alacakaranlığın ufalaya ufalaya sildiği bir adamı tutup ellerinden, başına ay ışığından bir hale geçirmektir, kaybolmadan sabaha çıksın diye. Sevmek, özünde varolan büyük bağlanmaya karşın, insanı günlük ilişkilerin kişiliksizleştirdiği tutsaklıktan kurtaran en büyük özgürlüktür. İnsanı yalnızlığın hazinelerine götüren bir arınmadır sevmek. Yalanın kirlettiği bir yüreği yağmur sularıyla yıkamak, sonra da içtenliğin rûzgarıyla durulayıp iğde kokularına sarmaktır. Işıkları kesilmiş odalarda kirpiklerden ve parmaklardan mumlar yakıp, derin bir hazla ışıyan güzelliğini seyretmektir insanın. Bunca aşağılanmaya karşı insanın onurunu kutsamak, gövdesini yüceltmektir.Evlere karşı sokakların, sokaklara karşı evlerin biricik zaferidir. Zorun, kanıksamanın ve alışkanlığın insan ruhunda açtığı yıkıma karşı, en ince, en güçlü, her zaman yeni, direnme duygusudur. Akıl ona bir olanak sağlıyorsa bir işe yarıyordur, güzeldir, değerlidir. Sevmek, yaşamın bizi sürüklediği uçurumun kıyısında tutunduğumuz o incecik gelincik sapı; ölümle dirim arasındaki baş dönmesidir. Üstümüze yürüyen duyarsızlığın o siyah ordusuna karşı yürek çarpıntılarında oluşturduğumuz ışıklı bir korunaktır. Sevmek, bizi onaran, acısından bile haz aldığımız belki de tek incinme; bütün hüznü, iyimserliği ve ikircimine karşın, sesimizin en duru aktığı yataktır.