ölüm ve ötesi..

Bu konu PARADOKS tarafından 12 sene önce açıldı, 882 kere okundu ve 2 Cevap verildi.
PARADOKS
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 142
Yanıt Sayısı: 973
12 sene önce

Ölümle zalimlerin ve zorbaların boyunlarını büken, kis-râların bellerini kıran, kayserlerin emellerini boşa çıkaran Allah’a (c.c) hamdolsun. Bu zalim kimselerin kalpleri ölümü hatırlamaktan hep nefret etmiştir; fakat Allah’ın (c.c) hak olan vaadi gerçekleşmiş ve onları helak çukurlarına yuvarlamıştır. Onlar, saraylarından alınıp mezarlara konulmuş, rahat yataklarının aydınlığından lahitlerin karanlıklarına bırakılmışlardır. Câriye ve hizmetçileri ile oynaşmakta iken baykuşlara ve böceklere yem olmaya terkedilmişlerdir. Lezzetli yiyecek ve içeceklerle sürdürdükleri hayatlarından koparılıp toprak altında kıvranmaya bırakılmışlardır. Dostlarıyla beraber iken yalnızlığa itilmişler, yumuşak, atlas yataklarından felâketin kucağına atılmışlardır. Bir bak! Onlar kendilerine ölümün gelmesini engelleyecek bir sığınak ya da bir kurtarıcı bulabilmişler mi? Kendilerini ölümden gizleyecek bir perde veya onu kendilerinden uzaklaştıracak bir koruyucu bulabilmişler mi? Bak yüce Allah ne buyuruyor: “Sen, onların herhangi birinden (bir varlık emaresi) hissediyor veya on/ara ait cılız bir ses olsun işitiyor musun?”1 Meryem 19/97. r 14 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 15 Kahır ve istilâsı ile tek olan, ebedîlik hakkını kendisinden başka kimseye vermeyen, takdir ettiği ölümle bütün mahlûkatı zelil eden; ölümü müttakiler için bir kurtuluş ve kendisiyle buluşma sebebi kılan; kıyamet gününe kadar kabri asiler için bir zindan ve dar bir hapis yapan Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Zahirî (ve bâtınî; apaçık) nimetleri ihsan etmek, kahrıy-la intikam almak O’na mahsustur. Yerdekilerin ve gökteki-lerin şükrü; öncekilerin ve sonra gelenlerin hamdi O’nadır. Apaçık mucize ve deliller sahibi Hz. Muhammed’e (s.a.v), onun âline ve ashabına çokça salât ve selâm olsun. Bundan sonra deriz ki: Ölümün kendisini yakalayacağını, yatacak yerinin toprak olacağını, toprak içindeki kurtların kendisinden hiç ayrılmayacağını, Münker ve Nekir meleklerinin sürekli kendisiyle beraber olacağını, kabrinin kendisine mekân, toprak altının da karargâhı olacağını, kıyametin kendisi için bir sözleşme yeri, cennet ve cehennemin son durak olduğunu bilen kişiye gereken; sadece ölümü düşünüp onu anmak; yalnızca ona hazırlanıp onun için tedbirler almak; ancak onu beklemek, onun derdine düşmek; tek kaygısı ölüm olup ona çare aramak ve daima onun gelişini gözetmek olmalıdır. Gerçekten, kişinin nefsini ölülerden sayıp kendisini me-zarlardaki insanlar arasında görmesi gerekir. Çünkü gelmekte olan her şey yakındır; uzakta olan ise hiç gelmeyecek olandır. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse, nefsini ıslah edip ölümden sonrası için hazırlanandır.”2 Bir şeye hazırlanmanın en kolay şekli, onu kalben devamlı zikretmektir. Devamlı zikredebilmek ise onu hatırlatan şeylere kulak vermek ve dikkatini ona vermeyi sağlayacak şeylere yönelmekle mümkündür. Bunun için biz burada ölüm olayının, ölümden önceki ve sonraki hallerin, kulun devamlı hatırlaması ve tekrar etmesi gereken âhiret, kıyamet, cennet ve cehennem ile ilgili konuların üzerinde duracağız. Sürekli ölümü düşünmek ve onu beklemek, ölüme hazırlanmaya teşvik içindir. Gerçekten ölümden sonrası için vakit ve kervan yaklaştı; ömürden az bir şey kaldı; fakat yüce Allah’ın, İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirmektedirler”3 âyetinde buyurduğu gibi, insanlar hâlâ bundan gafildirler. Ölüm ve ölümle ilgili meseleleri iki kısımda ele alacağız. Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 25; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/251; Mün-zirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, nr. 4916. Enbiyâ 21/1. BİRİNCİ KISIM ÖLÜMÜN ÖNCESİ ve SÛRA ÜFÜRÛLÛNCEYE KADAR OLAN HALLER . Ölümü anmanın ve ölümü anmaya teşvik etmenin fazileti * Kısa ve uzun emelin ne olduğu . Ölüm sarhoşluğu (can çekişme), ölümün şiddeti ve ölüm anında yapılması uygun olan güzel haller . Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) ve ondan sonra gelen râşid halifelerin vefatları * Bazı halifelerin, devlet adamlarının ve sâlih insanların ölüm anında söyledikleri sözler . Arif kişilerin cenaze ve kabirler hakkında bazı sözleriyle kabir ziyaretinin hükmü . Ölümün hakikati ve ölünün kabirde iken sûra üfürülene kadar karşılaşacağı şeyler * Rüyada keşif yoluyla, ölülerin hallerine dair elde edilen bilgiler hakkındadır BİRİNCİ BÖLÜM ÖLÜMÜ ANMAK ve ONU SIKÇA ANMAYA TEŞVİK Bil ki, şu dünyaya dalan, onun süsüne aldanan ve şehvetlerine aşırı derecede muhabbet eden kimsenin kalbi, hiç şüphesiz ölümü zikretmekten gafil kalır. Hatırlatıldığı zaman da hoşlanmayıp ondan tiksinir. Onlar, Allah’ın (c.c) haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir: “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra siz görüleni ve görülmeyen her şeyi bilen Allah’a döndürüleceksiniz; O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.”4 İnsanlar üç kısımdır: . Dünyaya ve şehvetlerine dalanlar. . Pişman olup yeni tövbe edenler. . Manevî kemâlâtını tamamlamış arif kimseler. Dünyaya ve şehvetlerine dalanlar, ölümü hiç akıllarına getirmezler. Bir gün hatırladıklarında da dünyada yapamadıkları şeyler için vahlanır, ardından da onu kötülemeye başlarlar. Bu haldeki bir kimsenin ölümü anması, hatırlaması onu Allah’a yaklaştırmaktan daha çok uzaklaştırır. Pişman olup tövbe eden kimse ise, kalbinden korku fışkırsın, tövbe etmesinin mânası tam yerine gelsin diye ölümü 4 Cum’a 62/8. 20 21 sıkça anar. Bazan o, daha azığını hazırlamadan ve tövbesi tamam olmadan ölümün yakasına yapışıvereceği korkusundan dolayı ölümü hoş görmeyebilir. Fakat o, bu yönüyle ölümden hoşlanmaması bakımından mazur görülür. Bu kişi Resûlullah Efendimizin (s.a.v), “Kim Allah’a kavuşmayı (ölümü) istemezse, Allah da ona kavuşmayı istemez”5 hadisinin tehdidi altına girmez. Çünkü bu kişi, ölümü ve Allah’a (c.c) kavuşmayı kötü görüyor değil; kusurlarından dolayı Allah’a kavuşabilme fırsatını elden kaçıracağı korkusundan dolayı bunları söylemektedir. Bu kişinin durumu, sevgilisinin razı ve hoşnut olacağı bir şekilde ona kavuşmak için hazırlıklar yapan ve bu nedenle kavuşmayı erteleyen sevdalının durumuna benzer. İşte o, bu mâna ile Allah’a (c.c) kavuşmayı kötü gören biri sayılmaz. Kişinin ölümden bu maksatla hoşlanmadığının alâmeti, onun ölüm için daima bir hazırlık içinde bulunması, ondan başka şeylerle meşgul olmamasıdır. Yoksa dünya sevgisine dalan kimselerin bulunduğu gruba dahil olur. Manevî kemâlâtını tamamlamış arif kimseye gelince o dâima ölümü hatırlar. Çünkü ölüm, sevgiliye kavuşma zamanıdır. Seven hiçbir zaman sevdiğine kavuşacağı zamanı unutmaz. Hatta bu arifler çoğu zaman ölümün gelişini yavaş bulurlar; bir an önce günahkâr kimselerin doldurduğu bu dünyadan kurtulup âlemlerin rabbine kavuşmak için ölümün gelmesini isterler. Nitekim sahabeden Huzeyfe (r.a) vefatının son anlarında şöyle demiştir: “Dost (ölüm), bana fakirlik halimde geldi. (Bu saatten sonra) pişmanlık duyan iflah olmaz. Allahım! Muhakkak 5 Buhârî, Rikâk, 41; Müslim, Zikir, 17; Tirmizî, Cenâiz, 68; Nesâî, Cenâiz, 10; ibn Mâ-ce, Zühd, 31. sen biliyorsun ki fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölümüm de yaşamımdan bana daha sevimli idi. Öyleyse bana ölümü kolaylaştır da sana kavuşayım.”6 Günahlarından tövbe edip Allah’a güzel amellerle kavuşmak arzusunda bulunan bir kimse, ölümü hoş görmemesinde mazur olduğu gibi, arif kimse de ölümü istemesi ve onu temenni etmesinde mazur sayılır. Bu ikisinden daha yüksek bir mertebe ise, işini Allah’a havale eden, nefsi için ölümü veya yaşamı tercih etmeyen kimsenin mertebesidir. O kimse için her şeyin en iyisi ve en sevimlisi mevlâsı için en sevimli olanıdır. Böyle bir kimse ileri seviyedeki sevgi ve muhabbetinin çokluğundan dolayı rıza ve teslimiyet makamına ulaşmıştır; işte asıl gaye ve hedef budur. Her halükârda ölümü anmakta bir sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünya sevgisine dalan dahi ölümü anmakla yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaya başlar. Zira artık onun için dünyanın nimetleri sıkıntı vermeye başlar, dünyanın lezzeti gider. İnsana dünyanın lezzet ve şehvetlerini acı-laştıran her şey aslında onun için bir kurtuluş sebebidir. SÜREKLİ ÖLÜMÜ ANMANIN FAZİLETİ Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Lezzetleri kesip atan ölümü çokça zikrediniz.”7 Yani, ölümü zikrederek dünya zevklerini kendinize acı-laştırın ki, ona olan bağlılığınız kopsun ve bu vesileyle de Allah’a yönelebilesiniz. Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde, 6 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/352., 7 Hadisin bir başka rivayetinde geçen “hadim” ifadesi ile mâna, “Lezzetleri yıkıp yok eden ölümü çokça anın” şeklinde olmaktadır. Hadis için bk. Tirmizî, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 4/321. 22 ÖLÜM ve SONRASI “Eğer insanların ölüm hakkındaki bildiklerini hayvanlar bilselerdi, (korkudan erirlerdi de) onlardan besili bir et yiyemezdiniz”8 buyurmuşlardır. Hz. Âişe (r.anh) Hz. Resûlullah’a, “Ey Allah’ın Resulü, şehitlerle beraber hasredilecek biri var mıdır?” diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v), “Evet, bir gün ve gecede yirmi defa ölümü anan kimse şehidlerle beraber haşredilecektir”9 buyurmuşlardır. Ölümü anmanın bu kadar faziletli olmasının nedeni, insanı bu aldatıcı dünyadan uzaklaştırması ve âhiret için hazırlık yapmaya teşvik etmesidir. Ölümden gafil kalmak ise insanın dünyanın şehvetlerine dalmasına sebep olur. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyururlar ki: “Ölüm müminin hediyesidir.”10 Hz. Peygamber’in (s.a.v) böyle söylemesinin sebebi şudur: Bu dünya müminin zindanıdır; çünkü orada daima bir sıkıntı içerisinde olur. O, nefsine karşı mücahede, dünyanın zevklerine karşı bir riyazet ve şeytanın hilelerine karşı daima bir savunmanın içerisindedir. Ölüm, onun bu işkenceden kurtuluşudur. Dolayısıyla bu kurtuluş da kendisi için bir hediye olmuş olur. Yine Resûl-i Ekrem bir hadis-i şeriflerinde, “Ölüm, her mümin için bir kefarettir”11 buyurmuşlardır. Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 10557; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 5126; ayrıca bk. Deylemî, a.g.e., nr. 5099. Irâkî hadisi bu lâfızlarla bulamadığını söyler. Zebîdî, İthâfü’s-Sâde isimli eserinde, isnadın Taberânî’nin el-Evsat’ında geçen rivayetini zikretmiştir. Rivayet şöyledir; “Ey Âişel Ümmetimin şehidleri azaldığı zaman, kim her gün yirmi beş defa, ‘Allahıml Bu günümü ve bugünden sonrasını benim için hayırlı ve bereketli kıl’ der de, sonra ya-tağındayken ölürse, Allah ona şehidlerin kazandıkları mükâfatı verir” (bk. Taberânî, el-Evsat, nr. 7672; Zebîdî, ithaf, 12/274). Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 9884; Hâkim, el-Müstedrek, 4/319; ibn Hacer Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, nr. 807; İbnü’l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 599; Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, nr. 5123. Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 9885, 9886; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 3/143; Hatîb, Târîhu Bağdat, 1/347; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42122. İMAM GAZÂLÎ 23 Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu sözleriyle şunu kastetmiştir: Gerçek müslüman, samimi mümin; müslümanların, onun elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Onda müminlerin güzel ahlâkları yerleşmiştir; o ufak tefek küçük günahların dışında büyük günahlarla kirlenmemiştir. İşte ölüm, kendisini o küçük günahlardan arındırır; farzları edâ etmiş ve büyük günahlardan sakınmış ise, ona kefaret olur (kötülüklerini temizler). Atâ-i Horasânî anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) içinden kahkahaların yükseldiği bir meclise uğradı ve, “Meclisinizi zevkleri bulandıran şeyle karıştırınız” buyurdu. Oradakiler, “Ey Allah’ın Resulü, nedir o zevkleri bulandıran şey?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v), “Ölümdür”cevabını verdi.12 Enes b. Mâlik’ten (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça anın; zira o, günahları temizler ve gönlü dünyadan uzaklaştı- rır. ’13 Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde de, “Ayırıcı (dünyadan kopana) olarak ölüm yeter”u buyururlar. Bir başka hadislerinde ise, “Bir nasihatçi olarak ölüm yeter” buyurmuştur.15 Bir gün Allah Resulü (s.a.v) mescide vardığında birtakım insanların konuşup gülüştüklerini duydu; onlara, 12 İbn Ebü’d-Dünyâ hadisi, Kitâbü’l-Mevt a.öh eserinde Atâ-i Horasânî’den mürsel olarak rivayet etmiştir, bk. Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42112; Zebîdî, İthaf, 14/18. 13 Sehâvî, el-Mekasidü’l-Hasene, 1/143; ibn Tolun, eş-Şezre, 1/132; Zebîdî, İthaf, 14/19. Beyhakî Şuabü’l-imârfda Hz. Peygamber’in kahkaha atarak gülen bir topluluğun yanına uğradıktan sonra, “Lezzetleri yakıp yok eden ölümü çokça anın” hadisini nakleder; bk. a.g.e., nr. 826. 14 Zebîdî, ibn Ebü’d-Dünyâ’nın hadisi, Bin ve’s-Sıla adlı eserinde mürsel olarak rivayet ettiğini zikreder, bk. a.g.e., 14/19; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, nr. 1931; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42115; Sehâvî, Makâşıdü’l-Hasene adlı eserinde, Beyhakî’nin Zühd kitabında bu rivayetin Fudayl b. iyâz’a ait bir söz olarak kaydedildiğini zikreder. 15 Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, nr. 8331; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 18204; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42117. 24 “Ölümü anın! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, şayet benim bildiklerimi sizler bilseydiniz, az güler çok ağlardınız”^ buyurdu. Bir defasında, Allah Resûlü’nün yanında bir adamın ismi anılınca oradakiler onu övmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), “O arkadaşınız ölümü nasıl anardı?”diye sordu; oradakiler, “Biz onun ölümü andığını hiç işitmedik” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v), “O halde arkadaşınız sizin övdüğünüz gibi değilmiş” buyurdular.17 Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: Resûlullah’ın yanında on kişi bulunuyordu, en son ben gelmiştim. Ensardan bir zat, “Ey Allah’ın Resulü! insanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi: İnsanların en akıllıları ölümü çokça anan, ona en fazla hazırlananlardır. İşte en akıllı olanlar onlardır. Onlar dünyada şeref kazanıp âhirete Allah ‘m ikramları ile giderler.”18 İSLÂM BÜYÜKLERİNİN KONUYLA İLGİLİ SÖZLERİ Hasan-ı Basrî der ki: “Ölüm dünyanın bütün rezilliklerini ortaya çıkardı da akıl sahipleri için onda zevk alınacak bir şey bırakmadı.” Rebî’ b. Huseym, “Kişinin beklediklerinin içerisinde ölümden daha hayırlısı yoktur” demiştir. Yine Rebî şöyle diyordu: “Beni kimseye anlatmayınız; yalnızca rabbime havale ediniz.” Buhârî, Eymân ve’n-Nüzûr, 3 (nr. 6637); Tirmizî, Zühd, 9 (nr. 2319); Ahmed b. Han-bel, el-Müsned, 2/313; Bezzâr, el-Bahrü’z-Zehhâr, nr. 3622; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 18207. Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebir, nr. 12/13536; Bezzâr, el-Bahrü’z-Zehhâr, nr. 1676; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 9615; Zebîdî, ithâl, 14/20. İMAM GAZÂLÎ 25 Hikmet ehlinden bir zat dostlarından birine gönderdiği mektubunda şöyle diyordu: “Ey kardeşim! Ölümü arayıp da bulamayacağın diyara (âhirete) göç etmeden önce bu dünyada iken ondan sakın, hazırlıklı ol.” ibn Sîrîn’in yanında ölüm anıldığı zaman bütün azaları sanki hayatiyetini kaybetmişçesine dona kalırdı. Ömer b. Abdülaziz her gece âlimleri bir araya toplar; beraberce ölümden, kıyametten ve âhiretten bahseder, sonra da sanki önlerinde cenaze varmışçasına ağlarlardı. İbrahim-i Teymî şöyle der: “İki şey benden dünya zevkini kesip attı; ölümü hatırlamak ve Allah Teâlâ’nın huzurunda nasıl hesap vereceğimi düşünmek.” Kâ’b Ahbâr, “Ölümü bilen kimseye dünyanın bütün musibetlerini ve kederlerini çözmek kolay gelir” demiştir. Ebû Bekir Mutarrif şöyle anlatır: “Bir gün Basra Mesci-di’nde idim. Uykudaki birinin gördüğü gibi ben de birinin şöyle seslendiğini gördüm: “Ölümü anmak, Allah’tan korkanların kalplerini paramparça etti. Allah’a (c.c) yemin olsun onları şaşkın bir halde görürsün.” Ebû Hânî Eş’as anlatıyor: “Hasan-ı Basrî’nin sohbetlerine devam ederdik. Onun sohbetlerinin konusu daima cehennem, âhiret olayları ve ölümü anmak oluyordu.” Tabiînden Safiyye (rah) anlatıyor: “Kadının biri, Hz. Âi-şe’ye (r.anh) kalbinin katılığından yakındı. Hz. Âişe (r.anh) ona, ‘Öyleyse ölümü çokça an; kalbin yumuşar’ dedi. Kadın Hz. Âişe’nin dediğini yaptı; kalbi yumuşadı. Sonra ona gelip teşekkür etti.” Hz. İsa’nın (a.s) yanında ölümden bahsedilince vücudundan ter yerine kan damlardı. Hz. Davud’un (a.s) yanında ölüm ve kıyametten söz edildiğinde, mafsalları birbirinden ayrılma dercesine gelin- 26 ÖLÜM ve SONRASI ceye kadar ağlar; Allah’ın rahmetinden bahsedilince de kendisine gelirdi. Hasan-ı Basrî der ki: “Ne kadar akıllı insan gördüysem, muhakkak onun üzerinde ölüm korkusunu ve üzüntüsünü hissetmişimdir.” Ömer b. Abdülaziz âlimlerden birine, “Bana öğütte bulun” dedi. Âlim, “Sen ölecek ilk halife değilsin” dedi. Ömer, “Biraz daha nasihat et” deyince âlim şöyle devam etti: “Hz. Âdem’e (a.s) varıncaya kadar bütün ataların ölümü tattı; nöbet sırası sana gelmiştir.” Bunları duyan Halife Ömer ağlamaya başladı. Rebî’ b. Huseym evinde bir kabir kazmıştı. Her gün birkaç kez buraya girer, içinde ölümü zikreder ve, “Bir an olsun kalbimden ölümü hatırlamak çıksa kalbim bozulur” derdi. Mutarrif b. Abdullah b. Şıhhîr şöyle diyordu: “Şu ölüm var ya, servet sahiplerine hayatı zehir etti. Öyleyse ölüm olmayan yer için servetler hazırlayınız.” Ömer b. Abdülaziz, Anbese’ye şunları söylemiştir: “Ölümü çokça an, eğer rahat içinde yaşıyorsan onu sana daraltır; darlıkta isen onu sana genişletir, teselli eder.” Ebû Süleyman Dârânî (rah) anlatıyor: Ümmü Harun’a (rah), “Ölümden hoşlanır mısın?” diye sordum. O, “Hayır, hoşlanmam” dedi. “Niçin?” diye sordum, “Çünkü bir adama karşı koysam, bir daha onunla karşılaşmak istemem. Allah’a isyan eden biri olarak, beni ona ulaştıracak olan ölümü nasıl isteyebilirim ki!” diye cevap verdi. İMAM GAZALİ 27 ÖLÜMÜ HATIRLAMAYI KALBE YERLEŞTİRMENİN YOLLARI Bil ki, ölüm korkutucu, tehlikesi ise çok büyüktür. İnsanların ondan gafil olmalarının sebebi onu az düşünüp az zikretmeleridir. Onu ananlar da kalplerini her şeyden arındırarak temiz bir kalple değil, dünya şehvetleri ile meşgul bir kalple andıklarından, bu onların kalplerinde bir tesir meydana getirmez. Bunun çaresi, kulun gözünün önündeki ölümden başka, kalbindeki her şeyi çıkarıp atmasıdır. Bu aynen, tehlikeli bir çöl veya deniz yolculuğuna çıkacak kişinin düşüncelerini sadece bu yolculuk üzerine yoğunlaştırmasına benzer. Ölümün zikri kulun kalbine yerleştiği zaman, çok sürmez, ona hemen tesir etmeye başlar. Bunun sonucunda o kişinin dünyaya karşı keyfi azalır, kalbi onun şehvetlerine meyletmez. Ölümü hatırlamanın kalbe fayda sağlamasının en tesirli yolu, senden önce göçen akranlarını ve emsallerini çokça anman, onların ölümlerini ve yıkılıp toprak altına girdikleri durumlarını hatırlaman, makam ve mevkilerindeki güzel şekillerini gözünün önüne getirmenle olur. Sonra, toprağın onların güzel suretlerini nasıl çürüttüğünü düşünmen, kabirlerinde âzalarının nasıl birbirinden ayrıldığını hayaline getirmen, kadınlarını dul; çocuklarını nasıl yetim bıraktıklarını, mallarını terkettiklerini görmen; onların mes-cidlerde ve meclislerdeki boş kalan yerlerine ibretle bakmanla olur. Bir insan, ölen birinin bütün hayat safhalarını ve hallerini düşündüğünde, kalbinden onun nasıl öldüğünü düşünür; onun şeklini hayaline getirir; nasıl neşelendiğini, ko-şuşturmacalarını, hayat ve yaşam ümitlerini, ölümü hiç ha- 28 OLUM ve SONRASI tırına getirmediğini, dünyalık şeylere aldanışını, kuvvetine ve gençliğine güvenişini, gülüşmeye, oyun ve eğlenceye meyledişini, önünde duran ve çabucak kendisine yetişen ölümden ve felâketten nasıl habersiz olduğunu, hayatta iken hareket halinde olduğunu fakat şimdi ayaklarının ve mafsallarının çürüyüp yok olduğunu, konuşan dilinin kurtlar ve böcekler tarafından nasıl yenildiğini, gülen dişlerinin arasının nasıl topraklarla dolduğunu, belki ölümüne bir ay dahi kalmadığı halde, ihtiyacı olmamasına rağmen on yılın sonrasının derdine düşüp tedbirlerini aldığını, hiç ummadığı gafil bir anında ölümün pençesine yakalandığını, ölüm meleğinin kendisine gözüküp cennetlik mi, cehennemlik mi olduğunu haber verdiğini hatırına getirir. İşte bu düşüncelere dalan kimse nefsine bir bakar ve kendisinin de onun gibi olduğunu düşünür. Gafletinin onun gafleti, akıbetinin de onun akıbeti gibi olacağını anlar (ona göre çalışır ve maksadına ulaşır). Ebü’d-Derdâ (r.a) şöyle demiştir: “Ölüleri andığında kendini de onlardan biri olarak say.” İbn Mesud (r.a), “Bahtiyar kişi başkasından ibret alandır” demiştir. Ömer b. Abdülaziz (rah) der ki: “Her gün, sabah akşam birini hazırlayıp Allah’a yolcu ettiğinizi, sonra da onu toprağın içine bıraktığınızı görmez misiniz? Böylece o, toprağı kendisine yastık ediniyor, dostlarından ayrılıp bütün her şeyden ilişkisini kesmiş bulunuyor.” Bu ve buna benzer düşünceleri devam ettirmek, kabirlere gitmek ve hastaları ziyaret etmek kalpte ölüm düşüncesini taze tutar; hatta bu düşünce onda öyle bir hal alır ki ölüm gözünün önünden ayrılmaz. İşte o zaman ölüme hazırlık başlamış ve dünyadan uzaklaşmış olur. Yoksa sadece ölümü kalbin dışıyla anmanın, onun hakkında tatlı tatlı İMAM GAZÂLÎ 29 konuşmanın, ikaz ve uyarı hususunda faydası gerçekten çok azdır. İnsan, dünya nimetlerinden bir şey hoşuna gittiğinde, hemen o anda bir gün ondan ayrılacağını aklına getirmelidir. Bir gün İbn Mutî’ evine baktı; onun güzelliğine hayran kaldı. Sonra, “Allah’a yemin olsun ki, eğer ölüm olmasa seninle sevinir, varacağımız dar bir mezar olmasaydı dünya ile gözlerimiz aydın olurdu” dedi ve yüksek sesle ağlamaya başladı. 30 İKİNCİ BÖLÜM (UZUN EMELİN TEHLİKESİ KISA EMELİN FAZİLETİ, UZUN EMELİN SEBEPLERİ ve TEDAVİ YOLLARI) BİRİNCİ FASIL KISA EMELİN FAZİLETİ Resûlullah Efendimiz (s.a.v) Abdullah b. Ömer’e (r.a) şöyle buyurmuştur: “Sabah olunca akşama çıkacağını, akşam olunca da sabaha çıkacağını düşünme. Hayatından ölümün, sıhhatinden de hastalığın için bir şeyler ayır. Ey Abdullah, yarın isminin (halinin) ne olacağını hiç bilemezsin.” 19 Hz. Ali’den (r.a) gelen bir rivayette Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sizin için beni en çok korkutan şey; hevâya (şehvetlere) uymak ve uzun emeldir. Hevâya uymak sizin Hakk’a ulaşmanızı engeller. Uzun emel ise dünya sevgisinden Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 10543; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/41. İMAM GAZÂLÎ 31 kaynaklanır.” Hz. Peygamber (s.a.v) sonra şöyle devam etmiştir: “Dikkat edin! Allah Teâlâ dünyayı sevdiklerine de sevmediklerine de verir. Fakat bir kulunu sevdiği zaman ona imanı bahşeder. Dikkat edin! Bazı insanlar dinin, bazıları ise dünyanın derdine düşerler. Sizler dinin derdine düşün, dünyanın kulu kölesi olmayın. .s Dikkat edin! Dünya arkasını dönüp gitmektedir. Dikkat edin! Âhiret yönelmiş (size doğru) gelmektedir. İyi biliniz ki, sizler amelin olduğu fakat hesabın olmadığı bir dünyadasınız. İyi biliniz ki, sizler amelin olmadığı hesap gününe doğru yaklaşmaktasınız.”20 Ümmü’l-Münzir (r.anh) anlatıyor: Bir akşam vakti Resûlullah (s.a.v) bir grubun yanına vardı, onlara, “Ey insanlar! Allah’tan utanmıyor musunuz?” buyurdu. Oradakiler, “Ne oldu ey Allah’ın Resulü?” diye sordular. Allah Resulü (s.a.v), “Çünkü yiyemeyeceğiniz şeyleri biriktiriyor, ulaşamayacağınız hayallere kapılıyor ve içinde oturamayacağınız evler inşa ediyorsunuz” buyurdular.21 Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) anlatıyor: Üsâme b. Zeyd, bir ay sonra ödemek üzere 100 altına Zeyd b. Sâbit’ten (r.a) bir câriye satın aldı. Bu haberi işiten Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim: 20 Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 44167; Zebîdî, İthaf, 14/36. Irâkî, hadisin tamamını ibn Ebü’d-Dünyâ’nın Kasrü’l-Emel adlı kitabında zikrettiğini söyler. 21 Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebtr, 25/172; ibn Ebü’d-Dünyâ, Kasrü’l-Emel, nr. 5; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 10562; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/284; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 44162; Zebîdî, İthaf, 14/36. 32 “Üsâme’nin bir aylık vade ile yaptığı alışveriş sizin tuhafınıza gitmiyor mu? Gerçekten Üsâme uzun emel (uzun hayal) sahibi biriymiş. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, gözlerimi açtığımda bir daha kapatmadan, yukarı kaldırdığımda aşağıya indirmeden öleceğimi, ağzıma bir lokma aldığımda da onun boğazımda takılıp kalacağını ve Allah’ın (c.c) ruhumu kabzederek öleceğimi düşünürüm.” Sonra Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Ey âdemoğullarıl Eğer akıllı iseniz kendinizi ölülerden sayınız. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, size vaad edilen (ölüm) mutlaka gelecektir, siz bunu engelleyemezsiniz.”22 İbn Abbas (r.a) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz su döktüğünde (hela ihtiyacını giderdiğinde) hemen akabinde teyemmüm alırdı. Ben kendisine, “Ey Allah’ın Resulü, yakınınızda su varken bu teyemmüm niye?” diye sorduğumda şöyle buyurdu: “Bilemem; belki suya ulaşamam diye!”23 Rivayet edildiğine göre; bir keresinde Resûlullah (s.a.v) eline üç tane sopa aldı. Birini önüne, diğerini yan tarafına dikti. Üçüncüsünü de uzak bir yere… Sonra ashabına hitaben, “Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz?” diye sordu. Ashab, “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler. Re-sûl-i Ekrem (s.a.v) onu şöyle anlattı: “Bu insan, bu eceli, bu da emelleridir (hayalleri). İnsanoğlu emellerinin peşinden koşarken, daha ona ulaşamadan eceli onu yakalayıverir.”24 Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 10564; ibn Asâkir, Târîhu Medineti Dımaşk, 8/75; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 6/94. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/288; İbnü’l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 292; Begavî, Şer- hu’s-Sünne, nr. 4031; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5276. Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 6760. Zebîdî, ithaf, 14/38; bk. Tirmizî, Emsal, 7. İMAM GAZALİ 33 Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor: “İnsanoğlunun durumu, etrafını doksan dokuz tane temenninin (arzu ve isteğin) kuşatmasına benzer. Eğer bu arzular onun yakasını bırakmışsa, artık iyice yaşlanmış demektir.”25 İbn Mesud (r.a) demiştir ki: “Şu inşan, şunlar da onun etrafını saran tehlikelerdir ve ona doğru gelmektedir. Bu tehlikelerin ötesinde ihtiyarlık vardır. Uzun emel (boş beklentiler) ise ihtiyarlıktan sonra gelir. İnsan çeşitli temenniler içerisinde iken bu tehlikeler ona doğru gelmektedir. Allah neye emrederse, o kulun başına gelir. Bunlardan hiçbiri başına gelmeze, onu ihtiyarlık öldürür. O ise ihtiyarlığın ötesindeki bir şeyleri temenni edip durmaktadır.” Abdullah b. Mesud (r.a) anlatıyor: “Bir defasında Resûlullah (s.a.v) bize bir şey anlatmak için yere dörtgen çizdi. Ardından bu dörtgenin ortasına bir çizgi çekti. Bu çizginin yan tarafına doğru birçok çizgi çektikten sonra da bir çizgiyi dörtgenin dışına taşırdı. Sonra bize, ‘Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz?’ diye sordu. Bizler, ‘Allah ve Resulü daha iyi bilir’ dedik. Resûlullah (s.a.v) ortadaki çizgiyi göstererek, ‘Buinsandır’; (etrafındakini göstererek) ‘Buda onu kuşatan ecelidir’; (ortadaki çizginin etrafını saran çizgileri göstererek) ‘Bunlar ise insanı devamlı sıkıntı ile eriten olaylardır. Biri başa gelmese diğeri gelir, insanı yıpra-tır.’ Dışarıya çıkan çizgiyi göstererek, ‘Şu da insanın emelleridir’ (hayalleri) buyurdular.”26 25 Tirmizî, Kader, 14; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 2/241; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 1579. 26 Buhârî, Rikâk, 4; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 22; ibn Mâce, Zühd, 27. 34 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 35 Enes b. Mâlik’ten (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: İnsanoğlu yaşlandığı halde kendisiyle birlikte iki huyu sürekli kalır. Bunlar, dünya hırsı ve emelleridir (nihayetsiz hedefleri).” Hadis bir diğer rivayette şöyledir: İnsanoğlu ihtiyarladığı halde kendisiyle beraber iki haslet genç kalır. Bunlar, dünya malına ve uzun yaşamaya olan hırsı.”27 Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Bu ümmetin ilk döne-mindekiler yakînî imanları ve zühdleri sayesinde kurtuldular. Son döneminde gelenler ise cimrilik ve uzun emel (nihayetsiz arzu ve istekler) nedeniyle helak olacaklardır.”25 Şöyle anlatılır: Bir ara isâ (a.s) otururken yaşlı bir adamın kürekle yeri kazdığını gördü ve, “Allahım! Onun kalbinden nihayetsiz emelleri çıkar” diye dua etti. Biraz sonra adam işini bırakıp yere yattı, öylece bir müddet bekledi. Bunu gören İsâ (a.s), “Allahım! Ona emelleri iade et” diye duada bulundu. O anda adam ayağa kalkarak tekrar çalışmaya başladı, isâ (a.s) adamın yanına giderek neden bu şekilde davrandığını sordu. Yaşlı adam şöyle dedi: “Bir ara çalışmakta iken nefsim bana, ‘İhtiyarladın, daha ne zamana kadar çalışacaksın?’ dedi, ben de küreği bir tarafa atıp yan yattım. Bu sefer de nefsim bana, ‘Hayatta olduğun müddetçe maişetinin temini için çalışmak zorundasın’ dedi, ben de kalktım, küreğime sarılıp çalışmaya başladım.” 27 Müslim, Zekât, 114-115 (nr. 1046-1047); ibn Mâce, Zühd, 27 ; Tirmizî, Zühd, 28; Ah-med b. Hanbel, el-Müsned, 3/192; Begavî, Şerhu’s-Sünne, nr. 4087. 28 Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, nr. 9256; Miittakî-i Hindi, Kenzü’l-Ummâl, nr. 7388; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5281. Hasan-ı Basrî (rah) anlatıyor: Bir gün Resûlullah (s.a.v) sahabelerine, “Hepiniz cennete girmek istiyor musunuz?” diye sordu. Sahabeler, ‘Evet, ey Allah’ın Resulü” dediler. Resûl-i Ekrem (s.a.v), “O zaman emellerinizi kısa tutun, ölümünüzü gözlerinizin önüne getirin ve Allah’tan tam manasıyla haya edin” buyurdular.29 Resûlullah (s.a.v) bir duasında şöyle demiştir: “Allahım! Âhirefm hayırlarına engel olan dünyadan sana sığınırım. Ölümün hayırlarını engelleyen hayattan sana sığınırım. Salih amel işlemeye mani olan uzun emelden sana sığınırım.”30 29 İbn Ebü’d-Dünyâ, hadisin tamamını Kasrü’l-Emel adlı kitabında Hasan-ı Basrî’den mürsel olarak rivayet etmiştir. Zebîdî, İthaf, 14/41. Hadisin son kısmı için bk. Tabe-rânî, el-Mu’cemü’l-Keb”\r, 20/216; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/387. 30 ibn Ebü’d-Dünyâ, hadisi, Kasrü’l-Emel adlı kitabında Havşeb’den rivayet etmiştir.(bk. Zebîdî, İthaf, 14/41). t’ 36 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 37 İKİNCİ FASIL UZUN HAYAL KURMANIN SEBEPLERİ ve TEDAVİ YOLLARI Bil ki, uzun emel kurmanın (uzun hayaller peşinde olmanın) iki temel sebebi vardır: . Dünya Sevgisi . Cahillik Dünya Sevgisi Dünya sevgisine bağlanıp uzun hayaller peşinde olmak şöyle olur: Kul dünyaya muhabbet gösterip onun şehvetlerine, lezzetlerine ve onunla alâkalı şeylere bağlandığı zaman ondan ayrılmak kendisine zor gelir. Muhabbetle bağlandığı şeylerden kendisini ayıracak olan ölümü anmayı istemez. Hoşlanmadığı tüm şeylerden kendini uzak tutar. İnsanın kalbi birçok kuruntu ile doludur. Nefsi daima muradına uygun düşler peşindedir. Bütün arzusu dilediği kadar dünyada kalabilmektir. Bunun için hep dünyayı düşünür ve içinde hep dünya için bir şeyler ölçüp biçmeye başlar. Dünyada devamlı kalabilmek arzusuna bağlı olarak; mal, evlât, ev, dost, binecek ve diğer ihtiyaçları üzerinde planlar kurup hazırlıklar yapar. Kalbi bu düşüncelerin üzerinde durur, hep bunları düşünür. Ölümü anmaktan gafil kalır. Onun yakın olduğunu düşünmez. Kimi zaman ölüm aklına gelse, onun için hazırlık yapma gereğini farketse de kendi kendine, “Daha gençsin, önünde çok uzun zaman var, vakti geldiğinde tövbe edersin” der. Yaşı biraz ilerlediğinde de, “İhtiyarlayınca tövbe edersin” der. İhtiyarlık gelip çatınca ise, “Bu evin inşaatını bitir, şu araziyi bakımlı hale getir, bu yolculuktan dön öyle, şu çocuğunu büyüt, evlendir, ev-bark sahibi yap, şu beni kahreden düşmanımın başına bir musibetin geldiğini göreyim öyle tövbe edeyim” diye hep erteler. Cehennem ehlinin ekserisinin feryadı bugünün işini yarına bırakmaktandır. Onlar orada, “Yapmamız gerekenleri ertelediğimiz için eyvahlar olsun bize!” diyeceklerdir. İbadet ve itaatlerini daima erteleyen zavallı kimse, bugün için ertelemek istediği şeyin, yarın tekrar kendisiyle beraber olacağını bilmez ki! Ancak o, bu süreyi uzatarak düşüncelerinin daha da kuvvetlenmesini ve derinleşmesini sağlamış olur. Dünyaya dalanın, onun bekçiliğini yapanın boş vakti olacağını sanır. Eyvah ki eyvah! Dünyanın meşgalelerinden ancak onu atanlar kurtulabilir. Şairin de dediği gibi: Bitirememiştir hiç kimse dünyadan muradını, Bir haceti tükenirken diğeri alır yerini. Bütün bu temennilerin ve boş hayallerin temelinde dünya sevgisi, onun şehvetlerine bağlılık ve Resûlullah Efen-dimiz’in (s.a.v) şu hadisinin mânasından gaflet vardır: “Sevdiğini dilediğin kadar sev; hiç şüphesiz ondan ayrılacaksın. “31 I Taberânî, el-Mu’cemü’s-Sagîr, nr. 705; Hâkim, el-Müstedrek, 4/324; Hatîb, Târîhu Bağdat, 4/10; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, nr. 1729, 1732. 38 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 39 Cahillik İnsan bazan gençliğine güvenerek ölümün yakınlığını uzak görür. O zavallı, şayet beldesindeki ihtiyarlar sayılsa sayılarının gençlerin onda biri kadar bile olmadığını hiç düşünmez. Bunun sebebi, ölümün gençlerde yaşlılara oranla daha çok olmasındandır. Öyle ki, bir ihtiyar ölene kadar bin çocuk ve genç ölmektedir. Bazan da kişi sıhhatine güvenerek ölümü ve onun ansızın çıkıp gelivermesini uzak bir ihtimal olarak görür. O gafil insan ölümün kendisine uzak olmadığını bilmez. Şayet ölümün onun yakasına yapışması uzak bir ihtimal olsa bile ansızın hastalanması pek yakındır. Zira tüm hastalıklar hiç beklenmedik bir anda belirir. Kişi hastalandığında da ölüm ona uzak olmuş olmaz. Eğer bu gafil insan biraz düşünse, ölümün belli bir vaktinin olmadığını; genç, olgun, ihtiyar, yaz, kış, sonbahar, ilkbahar, gece, gündüz ayrımı yapmadığını bilir ve ona hazırlık yapmakla meşgul olurdu. Fakat bu gibi şeylerden cahil olması, dünyaya olan sevgisi onu uzun hayaller kurmaya çağırması ve yakın olan ölümü hatırlamaktan gafil kalması nedeniyle o kimse devamlı ölümün kendisinden çok ötede olduğunu zanneder. Bir gün ölümün başına gelip kendisini pençesine alacağını düşünmez. O hep başkasının cenazesini kefenleyeceğini zanneder; kendisinin kefenleneceğini düşünmez. Bunun nedeni ölümü ve kefenlenmeyi daima başkalarının üzerinde görmesin-dendir. Kendisinin ölümüne gelince; ondan hoşlanmaz; onu düşünmez bile! Çünkü o kendisi için hiç olmamıştır. Oldu mu da başka bir defa daha gerçekleşmez. Bu ilk ve sondur. Bunun için onun takip edeceği yol, kendisini daima başkaları ile kıyaslaması, hiç şüphesiz kendisinin de cenazesinin omuzlar üzerinde taşınıp kabre bırakılacağını bil-mesidir. Belki de, şu an kişinin kabri boşaltılmış, lahdinin üzerine konulacak tuğlalar hazırlanmıştır; onun ise hiçbir şeyden haberi yoktur. Gerçekten bugünün işini yarına ertelemek koyu bir cehalettir. Uzun hayaller peşinde olmanın sebeplerinin cehalet ve dünya sevgisi olduğunu bildiğin zaman onun tedavisinin bu sebepleri ortadan kaldırmak olduğunu anlarsın. Cehaleti ortadan kaldırmanın yolu, huzurlu bir kalp ve safi bir düşünceyle tefekküre dalmak, kalpleri tertemiz olan insanların hikmetli sözlerine kulak vermektir. Dünya sevgisini kalpten çıkarıp atmaya gelince; bunu gönülden çıkarmak gerçekten zor bir iştir. Bu öyle müzmin bir hastalıktır ki onun tedavisinde öncekiler ve sonrakiler âciz kalmışlardır. Onun tek bir ilâcı vardır, o da âhiret gününe iman etmek; oradaki azabın büyüklüğüne ve sevabın çokluğuna inanmaktır. Kişi ne zaman bunlara yakînî bir iman ile inanırsa dünya sevgisi ondan çekip gider. Çünkü değeri büyük olan şeyleri istemek, kıymetsiz olan şeyleri kalpten silmek demektir. Kul dünyanın basitliğini gördüğü, âhiretin’de ihtişamının farkına vardığı zaman artık dünyaya tenezzül etmez. Doğudan batıya dünyanın bütün nimetleri kendisine verilse dahi o dönüp bakmaz. Dünyadaki nasibinin azıcık bir şey olduğunu, bunun da insanı kederlendiren, midesini bulandıran şeyler olduğunu bildikten sonra nasıl ona iltifat etsin ki? İnsan böyle bir dünya ile nasıl sevinebilir? Âhirete iman eden birinin kalbinde dünya sevgisi yerleşebilir mi? I 40 OLUM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 41 Allah Teâlâ’dan sâlih kullarının dünyayı gördükleri gibi bize de göstermesini dileriz. Ölümü hatırlayabilmek için, emsal ve akranlarının ölümlerini düşünmekten, onların cenazelerine ibretle bakmaktan daha etkili bir tedavi yolu yoktur. Bak, ölüm nasıl hiç ummadıkları bir anda onları yakalayıverdi? Ölüme ve ölümden sonraki hayata hazırlanan gerçekten büyük bir kurtuluşa ermiştir. Uzun hedefler peşinde koşan ise gerçekten büyük bir hüsran ve zarar içerisindedir. işte bunun için insan her an, her saat etrafına ve azalarına ibret nazarıyla bakmalı, kabirde kurtların kendisini nasıl kemireceklerini, kemiklerinin nasıl ufalanıp dağılacağını, haşere ve böceklerin hangi göz bebeğinden yemeye başlayacaklarını, vücudunda ne varsa hepsinin o böceklere yem olacağını düşünüp orada Allah rızâsı için öğrenilen ilimden ve yapılan amelden başkasının fayda vermeyeceğini tefekkür etmesi gerekir. Yine aynı şekilde karşılaşacağı kabir azabını, Münker ve Nekir’in sorgulamalarını, tekrardan dirilmeyi ve hesap için toplanmayı, kıyametin korkutucu hallerini, o büyük arz günündeki hesaba gelin çağrısını düşünüp hayalinde canlandırmalıdır. İşte bu ve benzeri düşünceler ölümü anmayı kalbe sevimli hale getirir ve insanı ona hazırlık yapmaya sevkeder. ÜÇÜNCÜ FASIL UZUN ve KISA HAYALLER PEŞİNDE OLAN İNSANLARIN DERECELERİ Bil ki, insanlar bu hususta farklı derecelere sahiptir. Bazısı dünyada ebedî olarak kalmayı ister ve buna arzu duyar. Bunların durumu hakkında âyet-i kerimede şöyle buy-rulur: “.. (Onlardan) her biri bin yıl yaşamayı arzular.”32 Kimileri yaşlanıncaya kadar gördüğü en ihtiyar insanlar kadar yaşamayı ister. Bunlar dünyaya karşı aşırı muhabbet besleyenlerdir. Bunlar hakkında Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İhtiyar kimse yaşlılıktan dolayı boyun kemikleri birbirine geçse dahi o, dünya sevgisinde gençtir. Ancak takva sahipleri böyle değildir. Onlar ise pek azdır.”33 İnsanlardan bir kısmı sadece önündeki bir yılın temennileri içerisindedir. O senenin haricindeki zamanlar için herhangi bir şeyle meşgul olmaz, gelecek yıl yaşayabileceklerini düşünmezler. Onlar yazın kış için; kışın da yaz için hazırlıklar yaparlar. Kendilerine bir yıl kadar yetecek miktarda erzak topladıkları zaman ibadete koyulurlar. I 32 Bakara 2/96. 33 İbnü’l-Mübârek, ez-Zühd, 1/243. Ayrıca bk. Buhârî, Rikâk, 5 (nr. 6420-6421); Müslim, Zekât, 113-115 (nr. 1046). 42 ÖLÜM ve SONRASI Bir kısmı mevsimlik ümitler içindedir; yazda ise yaz, kışta ise kışın hazırlıklarını yaparlar. Onlar yazda iken kışlık; kışta iken de yazlık elbise telâşına düşmezler. Onlardan bir kısmı temennilerini sadece bir gün ve geceye yani yirmi dört saate hasretmişlerdir. Yalnızca o günün hazırlığını yaparlar, yarın için asla bir hazırlıkta bulunmazlar. İsâ (a.s) şöyle demiştir: “Yarının rızkı için düşünüp durmayın. Eğer yarın için ömrünüz varsa elbette rızkınız da onunla beraber gelir. Yok, eğer yarına ulaşamayacaksanız başkasının hayatı için kaygılanmayın.” Bazı insanlar da vardır ki onların temennileri bir saati bile geçmez. Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.v) Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a şöyle buyurmuştur: “Sabah olunca akşama çıkacağını, akşam olunca da sabaha çıkacağını düşünme.”34 Aynı şekilde bazı insanlar da bir saat dahi yaşayabileceklerini düşünemezler. Nitekim Resûlullah Efendimiz (s.a.v) su döktükten sonra suya yakın olmasına rağmen hemen oracıkta teyemmüm almış, bunun nedenini soranlara da, “Belki suya ulaşamam diye (böyle yaptım)!”35 demiştir. Kimilerinin de ölüm hep gözlerinin önündedir. Sanki her an öleceklermiş gibi onu gözetleyip dururlar. Bu kişiler, namazlarını sanki dünyaya veda edecek olan kişilerin namazları gibi kılarlar. Bu hususta Muâz b. Cebel’den (r.a) gelen bir rivayet vardır; şöyle ki: Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25; Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 10543; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/41. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/288; İbnü’l-Mübârek, ez-Zühd, nr. 292; Begavî, Şer-hu’s-Sünne, nr. 4031; Halîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5276. İMAM’ GAZALİ 43 Resûlullah (s.a.v) kendisine, imanının hakikati nedir diye sorduğunda Muâz (r.a), “Bir adım attığımda diğer adımımı yere basamayacağımı düşünüyorum”36 demiştir. Habeşistanlı sâlihlerden olan Esved hakkında şöyle anlatılır: Bir gece namaz kılarken (her namazı bitirdiğinde) sağına soluna bakınıyormuş. Oradan biri, “Neden sağına soluna bakınıp duruyorsun?” diye sorduğunda Esved, “Ölüm meleği hangi tarafımdan gelecek diye bakmıyorum” demiştir. İşte insanların mertebeleri bunlardır. Her birinin Allah (c.c) katında dereceleri vardır. Bir ay bir gün yaşam arzusunda bulunan biriyle sadece bir ay yaşamak arzusunda bulunan elbette bir değildir. Bu ikisinin arasında Allah katında dereceler vardır. Zira âyet-i kerimelerde, “Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez”37 “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür”3a buyrul-muştur. Emelleri (hedefleri) kısa tutmanın belirtileri, amel ve ta-atlerde aceleci davranmada belli olur. Her insan hedeflerini kısa tuttuğunu iddia eder; fakat yalanı hemen belli olur, çünkü yaptıkları bunu gösterir. Zira bazan öyle şeylere özen gösterir ve önem verir ki, o sene içinde asla ona ihtiyacı olmaz. İşte bunlar, onun emelini uzun tuttuğunun göstergesidir. Allah’ın yardımı ile hayırlarda muvaffak olmanın alâmeti, kişinin ölümü daima gözünün önünde bulundurması, ondan bir an dahi gafil kalmaması ve ölümün her an kendisine geleceğini düşünerek hazırlıklar yapmasıdır. Bu kul, 36 Ebû Nuaym, Hilyetü’l Evliya, 1/304-305. 37 Nisa 4/40. 38 Zilzâl 99/7. 44 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZALİ 45 İl akşama kavuşursa Allah’a, kendisine itaat etme kuvvetini ve kudretini bahşettiği için şükreder. Gündüzünü zayi etmediği, bilakis ondan nasibini tamamlayıp âhireti kazanma yolunda nefsi için azıklar topladığı için sevinir. Sabaha çıktığı zaman da aynı şekilde yapar. Ne var ki, bu düşüncelere sahip olmak, ancak kalbini yarına ait temennilerden boşaltmakla mümkün olur. İşte böyle biri öldüğü zaman mutlu bir şekilde hayata gözlerini kapar ve âhiret zengini olur. Eğer ölmez de hayata devam ederse ölüm ve ötesi için daha güzel hazırlıklar yapabileceği, Allah’a daha çok münâcâta bulunacağı için sevinir. Ölüm onun için bir mutluluk, hayat ise amel defterlerini hayırlı doldurmak için bir fırsattır. Ey zavallı insan! Durum ve hal böyle olunca, ölüm hep aklında bulunsun. Zira bu yolculuk içerisinde ölüm daima seni kendine doğru çekmekte, sen ise bundan gafil bir halde bulunmaktasın. Belki sen alacağın yolu bitirdin, menziline çoktan vardın! Ölüme hazırlanmanın son yolu, evvelce boşa harcadığı nefesleri şimdi birer ganimet bilerek hemen amele sarılmaktır. DÖRDÜNCÜ FASIL BİR AN ÖNCE AMELE SARILMANIN ÖNEMİ ve AMELİ ERTELEMENİN TEHLİKELERİ Şunu iyi bil ki, bir kimsenin gurbette iki kardeşi olsa ve onlardan birinin yarın, diğerinin de bir ay ya da bir sene sonra geleceğini beklese, elbette bir gün sonra gelecek olan kardeşi için hazırlıklar yapmaya başlar. Hazırlık yapmak beklenenin yakın olduğu anlamına gelir. Şu halde ölümün kendisine bir yıl sonra geleceğini bekleyen kimse, bu süre ile oyalanır durur. Bu müddetin ötesindeki şeyleri unutur. Artık o her sabah bir seneyi bekler durur. Geçen hiçbir gün o seneden hiçbir şey eksiltmez, işte bu, sürekli onun amel ve ibadetlere koşmasını engeller. Bu bir senenin kendisi için çok uzun bir zaman olduğunu düşünerek devamlı amellerini yarına erteler. Bu kimseler hakkında Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin dünyadan beklediği, azdıran bir zenginlik veya âhireti unutturan bir fakirlik veya (safsatalar içerisinde) bunatan bir ihtiyarlık yahut ifsat eden bir hastalık veya acele gelmesini istediğiniz bir ölüm ya da deccâlden 46 ÖLÜM ve SONRASI başkası değildir. Deccâl ise (şimdilik) gözükmeyen, beklenen bir serdir. Yahut dünyadan beklediğiniz kıyamettir; kıyamet ise çok dehşetli ve çok acıdır. “39 İbn Abbas (r.a) rivayet ediyor: Hz. Peygamber (s.a.v) adamın birine nasihatte bulunurken şunları söyledi: “Şu beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil: . İhtiyarlığından önce gençliğinin. . Hastalığından önce sıhhatinin. . Fakirlikten önce zenginliğinin. . Meşguliyetinden önce boş zamanlarının. . Ölümünden önce hayatının.”40 Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onda aldanmışlardır: Bunlar sağlık ve boş zamandır.”^ Yani insanların çoğu bu iki nimetin kıymetini ellerinden çıkana kadar bilmezler. Yine Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “(Tehlikelerden) korkan kimse, gecenin ilk kısmında yol alır. Geceden yol alan da menziline varır. İyi bilin ki Allah’ın (sizlere vermek istediği) malı pek pahalıdır. Dikkat edin! Allah’ın malı cennettir.”42 39 Tirmizî, Zühd, 3; Münzirî, et-Tergfb ve’t-Terhîb, nr. 4913. 40 Hâkim, el-Müstedrek, 4/306; Begavî, Şerhu’s-Sünne, nr. 44031. 41 Buhârî, Rikâk, 1 (nr. 6412); Tirmizî, Zühd, 1 (nr. 2304); ibn Mâce, Zühd, 15 (nr. 4170). 42 Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 18 (nr. 2450); Hâkim, el-Müstedrek, 4/308; Begavî, Şerhu’s-Sünne, nr. 4173; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 5348. İbnü’l-Alâ demiştir ki: “Hadis-i şerifte bahsedilen korkudan maksat, Allah korkusudur. Gecenin ilk kısmından kastedilen, âhiret yolculuğudur. Hadisi zahirî mânada aldığımızda, gecenin iik kısmını yolculuğa tercih etmek eşkıyalardan korunmak içindir. Hadis-i şerifte anlatılmak istenen şey, şeytanın hile ve tuzaklarına düşmemek için bir an önce sâlih amellere sarılmaktır. Menzile ulaşmaktan kastedilen ise, hayırlı ameller işleyerek kurtuluşa ermektir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/67). İMAM GAZÂLÎ 47 Hz. Peygamber (s.a.v) bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Sûra ilk üfürülmenin zamanı geldi. Ardından ikinci üfü-rülüş gelecek. Ölüm ise tüm ağırlığı ile gelmiştir. “43 Resûlullah (s.a.v) ashabında bir gaflet veya aldanış sezdiğinde yüksek sesle onlara, “Ölüm size kesin olarak gelecek! Ya şekavetle ya da saadetle.”44 Ebû Hüreyre’nin (r.a) rivayet ettiğine göre, Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ben bir uyarıcıyım, ölüm size aniden gelecek bir şeydir, kıyamet ise buluşma (ve hesaplaşma) yeridir.”45 Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: “Güneşin hurma dallarının üzerinde görüldüğü ve artık batmaya doğru meylettiği bir (ikindi) vaktinde Allah Resulü (s.a.v) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: “Şu günümüzden geçen süre içerisinde (akşama kadar) ne kadar vakit kaldı ise, dünyanın ömründen de (kıyametin kopması için) o kadar vakit kalmıştır.”46 Bir diğer hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyurmuştur: “Dünya baştan aşağı yırtılmış, sonundan (tek bir iple) bağlı kalmış bir elbise gibidir. O ip de nerdeyse kopmak üzeredir.”47 Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 23 (nr. 2457); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/136; Hâkim, el-Müstedrek, 2/513, ibn Asâkir, Târîhu Medineti Dımaşk, 7/331; Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 10579; Kurtubî, el-Câmi’, 10/170. Rivayetin ilk kısmı şöyledir: Hz Peygamber (s.a.v) gecenin dörtte biri geçtiği zaman kalkar ve şöyle buyururdu: “Ey insanlar! Allah’ı zikredin…” Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 10568, 10569; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42099 Ebû Ya’lâ, el-Müsned, nr. 6149; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 17693; ibn Kesîr, Tefsiru Kur’âni’l-Azîm, 6/2601. Tirmizî, Fiten, 26 (nr. 2191); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/19; Ebû Ya’lâ, el-Müsned, nr. 1101; Hâkim, el-Müstedrek, 4/505. Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 10240; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 8/138, Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 6301. 48 ÖLÜM ve SONRASI Câbir (r.a) anlatıyor: “Hz. Resûlullah (s.a.v) hutbelerinde kıyametten bahsettiği zaman sanki bir düşmanın gelişini haber veriyormuş gibi sesini yükseltirdi. Öyle ki yanakları kıpkırmızı olurdu. Yine bir defasında böyle bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu: “Sizinle beraber sabahladım ve sizinle beraber akşamladım. Ben kıyamete yakın bir zamanda gönderilmiş bir peygamberim.”48 Hz. Peygamber (s.a.v) bunu, orta ve işaret parmaklarını birleştirerek ifade etmişti. Abdullah b. Mesud (r.a) anlatıyor: Bir defasında Resûlullah (s.a.v) En’âm sûresinin 125. âyeti olan, “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar”49 âyetini okuduktan sonra şöyle buyurdu: “İman nuru kişinin göğsüne (kalbine) girdiği zaman göğsü genişler.” Oradaki sahabeler, “Ey Allah’ın Resulü, bunun alâmeti var mıdır?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v), “Evet, bu aldatan dünyadan uzaklaşmak, ebediyet yurduna yönelmek ve ölüm gelip çatmadan önce onun için hazırlıklar yapmaktır” buyurdu.50 Süddî, Mülk sûresinin ikinci âyeti olan, “O (Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır”^ âyetinin tefsirinde, “Hanginiz daha çok ölümü hatırlar, hanginiz ölüm için daha güzel hazırla- 48 Buhârî, Rikâk, 39, (nr. 6503-6505); Müslim, Cum’a, 43 (nr. 867); Nesâî, Ideyn, 22 (nr. 1577); ibn Mâce, Mukaddime, 7 (nr. 45); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/124; ibn Haoer, Fethü’l-Bâri isimli eserinde hadisin son kısmı için şu mânayı da verir: “Benimle kıyametin kopuşu arasında az bir zaman kalmıştır” (bk. a.g.e., 13/151). 49 En’âm 6/125. 50 Beyhakî-, Şuabü’l-imân, nr. 10552; Hâkim, el-Müstedrek, 4/311; Müttakî-i Hindî, Ken-zü’l-Ummâl, nr. 302; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 3/355. 51 Mülk 67/2. 49 nır ve ondan korkarak sakınır ve tedbirler alır diye bunları yarattı” demiştir. Sahabeden Huzeyfe (r.a) demiştir ki: “Her sabah ve akşam bir münadi, ‘Ey insanlar! Yolculuk var, yolculuk var!’ diye seslenir, zira âyet-i kerimede, ölüm hakkında, ‘O (cehennem) insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için büyük uyarıcı musibetlerden biridir’ 52> denilmiştir.” Temîmoğullan’nın azatlısından Şüheym-i Medenî şöyle demiştir: “Bir keresinde Âmir b. Abdullah’ın yanına uğradım, namaz kılıyordu; ben de oturdum. O acelece namazı bitirdi, bana döndü ve, ‘Hacetini söyle, çünkü acelem var’ dedi. Ben, ‘Hayrola, acelen neyedir?’ diye sordum, bana, ‘Allah sana rahmetiyle muamele etsin! Ölüm meleği yaklaşmakta’ dedi ve benim hacetimi giderdi. Ben onun yanından kalktıktan sonra hemen namaza koyuldu.” Davud-i Tâî bir yerden geçmekte iken adamın biri ona bir şey sordu. Davud-i Tâî ona, “Beni bırak, canım çıkacak diye acele ediyorum (yapmam gereken işlerim var)” dedi. Hz. Ömer (r.a) şöyle diyordu: “Her şeyde ağırdan alarak ve ihtiyatlı davranmak hayırlıdır; ancak âhiret işlerinde acele etmek gereklidir.” Münzir b. Sa’lebe anlatıyor: “Mâlik b. Dînâr’ın nefsine şöyle seslendiğini işittim: ‘Yazıklar olsun sana! Ölüm gelmeden önce acele et. Yazıklar olsun sana! Ölüm gelmeden önce acele et.’ Öyle ki bunu tam altmış defa tekrarladı. Ben ise beni göremeyeceği bir yerde onu dinliyordum.” Hasan-ı Basrî bir vaazında şöyle demiştir: “Acele edinJ Acele edin! O nefesleriniz var ya, şayet içinizde kalıp bir daha dışarı veremezseniz kendisiyle Allah’a yaklaştığınız Müddessir 74/35-37. 50 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 51 amelleriniz kesilir. Allah (c.c), günahlarının çokluğuna bakıp da göz yaşları döken kuluna merhamet etsin.” Sonra, “Biz onlar için (günlerini ve nefeslerini) teker teker sayıyoruz”53 âyetini okudu ve, “Sayının sonu ruhunun çıkmasıdır; sayının sonu ailenden, çoluk çocuğundan ay-rılmandır; sayının sonu kabir çukuruna girmendir, dedi.” ÖLÜMDEN ÖNCE TAAT ve İBADETTE ACELE ETMEK Ebû Musa-i Eş’arî (r.a) ölümünden önce ibedet ve taat hususunda o kadar çaba sarfetmiş ve o kadar çalışmıştı ki, kendisinin bu durumunu gören yakınları, “Biraz kendine acısan da yavaşlasan, nefsine birazcık şefkat göstersen olmaz mı?” dediklerinde o, “Atlar yarış için serbest bırakıldıklarında ve varış yerine doğru yaklaştıklarında olanca kuvvetlerini harcarlar. Yeminle söylüyorum ki işte benim de ömrümden bundan daha az bir zaman kaldı.” Bu olayı anlatan râvi diyor ki: Ebû Musa-i Eş’arî ölünceye kadar bu hal üzerine ibadete devam etti. Ebû Musa-i Eş’arî hanımına diyordu ki: “Yükünü bağla, yolculuğa hazırlan. Çünkü cehennem üzerinden geçilecek bir geçit yoktur.” Halifelerden biri54 minberde yaptığı bir konuşmasında şunları söylemiştir: “Ey Allah’ın kullan! Elinizden geldiği kadar Allah’tan (c.c) korkun. Hak yola çağrıldığında uyanan kimselerden olun. Şunu iyi bilin: Dünya insanlar için kalınacak bir yer değildir. Öyleyse onu bırakıp ebedî olan yurda yönelin. Ölüm için hazırlanın, çünkü o gölgesini üze- 53 Meryem 19/84. 54 Zebîdî işaret edilen halifenin Hz. Ali (r.a) olduğunu kaydeder (bk. Zebîdî, ithaf, 14/72). rinize sarkıtmış vaziyettedir. Bu dünyadan göç için hazırlanın, zira o sizin için çok ciddi bir olaydır. Dünya gibi her an noksanlaşan ve her saat yıkılan bir hedef için, en lâyık olan uzun emelli olmamaktır. Gece ve gündüzün her an önümüze getirmekte olduğu bir gaip (âhi-ret) için lâyık olan derhal ona yönelmektir. En güzel hazırlık, kula saadet ya da azap getiren ölüm için olmalıdır. Allah katında takva sahibi olan kimse, nefsine öğütlerde bulunan, ölmeden önce tövbe yapan ve şehvetlerini yenen kimsedir. Zira insanın ölüm saati kendisinden gizlenmiştir. Boş emelleri onun için bir tuzak olmakta, kendisine musallat edilen şeytan onu, “ileride tövbe edersin” diye oyalamakta ve işlemesi için günahları kendisine süslü göstermektedir. Bu hal insanın en gafil bir anında ölümün kendisini yakalamasına kadar devam eder. Şu bir gerçek ki, sizinle cennet ya da cehennem arasında ölümden başka hiçbir şey yoktur. Günlerini Allah’a isyan içinde çürüten, ömrünü kendi aleyhinde delil yapan gaflet sahiplerine yazıklar olsun. Allah bizleri ve sizleri, nimetlerinin çokluğuyla şımarma-yan, günah işlemeyerek O’na itaatte kusur etmeyen, öldükten sonra hasret ve pişmanlık içinde bırakmadığı kullarından eylesin. Gerçekten o Allah (c.c) bütün duaları işitir. Bütün hayırlar O’nun elindedir. O dilediğini yapandır.” Müfessirlerden biri Hadîd sûresinde geçen, “…Fakat siz kendi başınızı belâya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı”55 âyetini şu şekilde tefsir etmiştir: 55 Hadîd 57/14. 52 ÖLÜM ve SONRASI “…Fakat sizler şehvetlere ve lezzetlere meylederek başınızı belâya soktunuz. Tövbe etmek için fırsatlar bekleyip durdunuz. Şüphelere düştünüz ve kuruntular sizleri aldattı. O çok aldatan şeytan sizleri Allah hakkında hak olmayan düşüncelerle aldattı. Nihayet Allah’ın emri olan ölüm gelip çattı.” Hasan-ı Basrî demiştir ki: “Sabredin, dişinizi sıkın; bu dünya günleri pek azdır. Sizler bekletilen bir kafilesiniz; çok geçmez içinizden biri çağrılır, o da bir yere kaçamadan çağrıya icabet eder. O halde yanınızdakilerin en iyisiyle bu dünyadan göç etmeye bakın.” Abdullah b. Mesud (r.a) şöyle demiştir: “Sizlerden sabaha çıkan her biriniz birer misafirdir. Malları ise bakması için ona verilmiş emanetdir. Misafir yoluna devam eder, emanetler ise sahibine iade edilir.” Ebû Ubeyde-i Bâcî şöyle anlatır: Vefatına yakın Hasan-ı Basrî’nin yanına gittik. Bizlere, “Hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Allah sizleri ve bizleri ebedî saadet yurdu cennetine koysun” diye dua ettikten sonra şöyle dedi: “Eğer sabrederseniz, tasdik edip inanırsanız bu ölüm güzel bir bildiridir. Sakın ha bu dinlediklerinizden hisseniz, bir kulağınızdan girip öbüründen çıkmak olmasın! Zira Hz. Muhammedi (s.a.v) görenler, sabah olsun akşam olsun onun hiçbir taş üstüne taş koyduğunu (dünyalık için çalıştığını) görmemişlerdir. Fakat onun için en yükseğe bir hedef konulmuş, o da bu hedefe ulaşmak için kolları sıvamış ve ona ulaşmıştır. Acele edin! Acele edin! Kurtulmaya bakın, kurtulmaya! Siz hangi hedefe tırmanıyorsunuz? Kabe’nin rabbine yemin olsun ki ölümle burun buruna gelmişsiniz. Allah (c.c) hayatı kendine zorlaştırmadan maişetini kolay bir yoldan temin eden, yeri geldiğinde kırıntılarla karnı- İMAM GAZÂLÎ 53 nı doyurup eski elbiseler giyen, toprağa sarılan, ibadetlerinde gayret gösteren, günahlarına ağlayan, azaptan korkup kaçan ve Allah’ın rahmetini isterken ölüme yakalanıp o hal üzerine ölen kuluna rahmet etsin.” Âsim Ahvel anlatıyor: Fudayl-i Rakkaşî’ye birtakım sorular sormuştum; bana şunları söyledi: “Ey dostum! Etrafındaki insanların çokluğu ile aldanıp kendini unutma! Çünkü ölüm bizzat sana gelecektir, senin yerine kimse ölmeyecektir. Ölüm geldiğinde şuraya gideyim, buraya gideyim de diyemezsin. Ölümle bir anda günlerin bitiverir, elinde hiçbir şey kalmaz. Gerçekten ölüm senin için takdir edilmiştir. Dünyada geçmiş günahlarını silip yok edecek yeni bir iyilikten daha güzel bir şey görme! Peşine düşülecek ve elde etmek için çaba sarfedilecek en güzel iş budur.” 54 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM CAN ÇEKİŞME ÂNI Şunu iyi bil ki, miskin ve zavallı olan bu kulun önünde, can çekişmenin dışında, karşılaşacağı keder, korku ve azaptan başka hiçbir şey olmasaydı bile sadece ruhunun çıkış anındaki sancılar onun hayatını zehir etmeye, neşesini kaçırmaya, onu gafletten uzaklaştırmaya yeterdi. Bu, insanın üzerinde uzun uzun düşünüp çare araması ve en büyük hazırlığı yapması gereken bir haldir. Özellikle bu hal insanın (bilgisi ve yetkisi dışında) her nefes önüne çıkabilecek bir iş olunca, durum daha nazik olmaktadır. Bu konuda hikmet ehlinden biri şöyle der: “Başkasının elinde olan bir sıkıntının ne zaman gelip seni saracağını bilemezsin.” Lokman Hekim oğluna şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey oğlum! Ölüm seni ne zaman karşılayacağını bilemediğin bir olaydır. Onun için sana aniden gelmeden önce ona hazırlıklı ol.” Hayret etmemek elde değil! Eğer insan bir eğlence yerimde zevkü safa içerisinde eğlenirken bir asker gelip kendisine üç beş sopa vursa hayatı zehir olur, ağzının tadı kaçar, zevki kalmaz. Aynı insan, her nefes alıp verişinde ölüm meleğinin her an canını alması tehlikesiyle karşı kar- İMAM GAZÂLÎ 55 şıya iken bundan gafildir. Bunun tek sebebi, cehalet ve içinde bulunduğu hayat ile aldanıştır. Şunu da iyi bil ki, ölüm sancılarının verdiği acıyı onu tadandan başkası bilemez. Ölüm sancılarını tatmayanlar ise onu çektiği diğer acılara kıyas ederek ya da insanların son nefeslerini verirken geçirdikleri hallere bakarak anlamaya çalışırlar. Ölüm sancılarının kıyas yoluyla anlaşılmasına gelince: Şüphesiz ki içinde ruh olmayan bir âza/organ acı duymaz. Acıyı ve sancıyı hisseden ruhtur. Ne zaman ki bir aza ya-ralansa veya yansa bunun etkisi ruha sirayet eder, azaya isabet eden maddî zarar nisbetinde ruh etkilenir. Acı veren şey ete, kana ve diğer uzuvlara dağıldığından ruha bu acıdan çok az bir şey isabet eder. Ama bu acılar içerisinde doğrudan doğruya ruha isabet eden, parçalara ayrılmayan bir acı bulunursa o gerçekten büyük, şiddetli ve dayanılmaz olur. YANIK ve YARALANMA GİBİ OLAYLARLA CAN ÇIKIŞININ KIYASLANMASI Canın çıkma ânı, acının bizzat ruhun kendisine isabet ettiği bir olaydır ve ruhun bütün kısımlarını kaplar. Vücudun derinliklerine dalan ruhun her zerresi bu acıyı hisseder. İnsanın vücudunun herhangi bir yerine bir diken batsa, kişinin hissedeceği acı, ruhun dikenin battığı yerdeki mevcudiyeti kadardır, sadece o kısımda acıyı hisseder. Yanığın acısının şiddetli olmasının nedeni ise ateşin (yakıcı maddenin) bedenin her bölümüne dağılarak sirayet et-mesindendir. Yanan azanın gözüken ve gözükmeyen her yerine ateş değmiş gibidir. İşte bu sebeple etin etrafında olan ruhun diğer cüzleri de bu acıyı hissederler. – 56 Yaralanma sadece bıçağın dokunduğu yerde olur; bu açıdan yaralanmanın verdiği sızı ve acı ateşin verdiği kadar olmaz. Canın çıkışı anında duyulan acı ise bizzat ruhta olur ve onun bütün kısımlarını kapsar. Zira tepeden tırnağa; damarlardan, sinirlerden, mafsallardan ve eklemlerden kıl diplerine kadar bütün vücuttan çekilip çıkarılan ruhtur. Bu sebeple onun vereceği keder ve acıyı hiç sorma! Nitekim ölüm sancıları hakkında şöyle denilmiştir: “Ölüm kılıç darbelerinden, testere ile biçilmekten ve makaslarla doğranmaktan daha acı verici bir olaydır.” Bunun sebebi şudur: Kılıçla kesilmenin ruha acı vermesinin nedeni kesilen yerin ruhla irtibatlı olmasıdır. Bunun yanında, doğrudan doğruya ruhu kesen ve biçen bir şeyin ona verdiği elem ve ıstırabın nasıl olduğunu bir düşün! Dayak yiyen biri bağırıp yardım dileyebiliyorsa bu, onun bedeninde ve dilinde güç ve kuvvetin hâlâ var olduğu anlamına gelir. Ölen bir kimsenin bu şiddetli sancılar içerisinde iken bağırıp çağıramayışının nedeni; üzüntü ve kederinin en son safhaya ulaşıp bu acı ve sızıların bütün bedenini kaplaması, etrafındaki insanlardan yardım dilemeye dahi takat ve kuvvetinin kalmayışındandır. O anda insanın aklı karışmış hatta gitmiş; dili ise tutulmuştur. Etrafındakiler ise ona yardımda bulunmaktan âciz kalmışlardır. Şayet iniltilerinden birazcık olsun kurtulabilse etrafındakilere seslenmek ve onlardan yardım dilemek ister, ama buna güç yetiremez. Eğer onda biraz kuvvet kalabilmişse ruhunun çıkartıldığı anda boğazından ve göğsünden hırıltılar gelir. Artık rengi solmuş, çehresi ekşimiştir. Sanki rengi asıl yaratıldığı şey olan toprak rengine dönmeye başlamıştır. (Gergin İMAM GAZÂLÎ 57 olan) damarları kendi yerlerine çekilmiştir. Elem ve ıstırap içine ve dışına vurmuştur; öyle ki, göz bebekleri gibi yukarıya yönelmiştir. O anda insanın dudakları kasılır, dili büzüşür, yumurtalıkları merkezine çekilir ve parmak uçları yeşil gibi bir renk almaya başlar. Bedeninden bütün damarları çekilen birinin halini bana hiç sorma! Damarlarından biri çekilen kişinin durumu bile gerçekten pek çetin olurdu. O halde acı ve ıstırap içerisinde ruhu çıkarılan birinin durumu nasıl olur! O, bir değil bütün damarları çekilen biridir. Sonra her uzuv yavaş yavaş ölmeye başlar. Önce ayakları soğumaya başlar, sonra bacakları, ardından da uylukları… Her âza acı üzerine acı, belâ üzerine belâ hissetmeye başlar ve nihayet can gırtlağa kadar dayanır. İşte o zaman, bakışlarını dünyadan ve ailesinden çevirir. Artık (önceden tövbe etmemişse) tövbe kapısı ona kapanır, kendisini hasret ve pişmanlık kuşatır. Bu hususta Resûlul-lah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Can (ruh) boğaza dayanmadıkça kulun tövbesi kabul olunur.”56 Mücâhid (rah) Nisa sûresinin, “Kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca, ‘Ben şimdi tövbe ettim’ diyenler için kabul olunacak tövbe yoktur”57 âyetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Bu vakit ölüm meleğinin kişiye göründüğü vakittir. O vakit Azrail’in yüzü yavaş yavaş görünmeye başlar. İşte bu sebeple can çekişme anındaki peş peşe gelen sancılar ve Tirmizî, Daavât, 98; ibn Mâce, Zühd, 30; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/132; Hâkim, el-Müstedrek, 4/257; Beyhakî, Şuabü’l-lmân, nr. 7063. Nisa 4/18. 58 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 59 ölüm acısı öyle şiddetli olur ki, nasıl olduğunu hiç sorma!” Bunun için Resûlullah (s.a.v) şöyle duada bulunmuştur: “Allahım! Muhammed’e (s.a.v) ölüm sancılarını kolay-laştır.”5S ÖLÜM SANCILARININ ŞİDDETİ ve RUHUN ÇIKIŞ ŞEKLİ İnsanların ölüm sancılarının büyüklüğünü bilmelerine rağmen ondan sakınmamalarının nedeni cahil olmalarındandır. Çünkü bir şeyi daha meydana gelmeden önce bilmek (Allah’ın izni ve müsaadesi ile) ancak peygamberlik ve velayet nuru ile mümkündür. Bu sebeple peygamberlerin ve evliyaların ölümden korkuları çok büyük olmuştur. Öyle ki, İsâ (a.s) ashabına şöyle demiştir: “Ey havariler! Allah’a dua edin de şu ölüm sancılarını bana hafifletsin. Ben ölümden öyle korktum ki, korkum beni ölümden ölüme sürükledi.” Anlatıldığına göre İsrâiloğulları’ndan bir grup bir mezarlığın yanından geçerken birbirlerine, “Allah’a (c.c) dua etsek de bu kabristahdakilerden birini bizim için diriltse; biz de ona sorular sorsak” dediler ve hep birlikte dua etmeye başladılar. Derken kabirlerin birinden, alnında secde izi bulunan bir adam çıkıverdi, onlara, “Ey insanlar! Benden ne istiyorsunuz? Ölüm acısını tadalı elli yıl oldu, ama hâlâ acısı kalbimden gitmedi” dedi. Hz. Âişe (r.anh) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefatının şiddetini gördükten sonra artık hiç kimsenin ölümünün kolay oluşuna imrenmem.” Allah Resulü Efendimiz (s.a.v) bir duasını şu şekilde yapmıştır: “Allahım! Ruhu sinir aralarından, damarlardan ve parmak uçlarından çekip alan sensin. Ailahıml Ölüme karşı bana yardım et ve onu bana kolaylaştır.”59 Hasan-ı Basrî (rah) şöyle anlatmıştır: “Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) sahabelerine ölümden, onun verdiği sıkıntı ve acıdan bahsetti; sonra, ‘Onun acısı üç kılıç darbesi kadardır’60 buyurdu.” Resûlullah’a (s.a.v) ölümden ve onun şiddetinden sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Ölümün en hafifi, yünün içinde bulunan pıtrağa benzer; hiç pıtrak yünsüz çıkar mı? Elbette ki onunla beraber yün de gelir.” 61 Resûlullah (s.a.v) ölüm döşeğinde olan bir hastanın ziyaretine gitti; yanına vardığında şöyle dedi: “Onun çektiği acıları bilirim! Onun her bir damarı ölümün acısını ayrı ayrı hissetmektedir.”62 Hz. Ali (r.a) cihada teşvik eder ve şöyle derdi: “Şayet savaşta öldürülmeseniz de muhakkak öleceksiniz! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, cihad meydanında bin kılıç darbesiyle öldürülmem bana yatakta ölmekten daha kolay gelir.” Evzaî (rah) der ki: “Bana kadar gelen bilgilere göre; ölü, tekrar dirilinceye kadar ölümün acısını hisseder.” 58 Tirmizî, Cenâiz, 8 ; ibn Mâce, Cenâiz, 64; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/64; Hâkim, el-Müstedrek, 2/465. 59 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 5/186; Mütiakî-i Hindî, Kenzû’l-Ummâl, nr. 3768; Süyû-tî, Şerhu’s-Sudûr, s. 65; Zebîdî, İthaf, 14/81. ibn Ebü’d-Dünyâ, hadisi Kitâbü’l-Mevt\e, Ta’me b. Gaylân’dan maktu olarak rivayet etmiştir. 60 Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 62: Hatîb, Târîhu Bağdat, 3/252; ibn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şe-ria, 2/365; ibn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, 1/193. 61 Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 63; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr, 42174. 62 Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, nr. 6185; ibn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, nr. 691; Hey-semî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 3930; bk. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 5/211; Zebîdî, İthaf, 14/82. 60 ÖLÜM ve SONRASI Şeddâd b. Evs (r.a) ise şöyle demiştir: “Mümin için dünya ve âhiret acılarından en korkutucusu ölümdür. Çünkü o, testere ile biçilmekten, makaslarla doğranılmaktan, kazanlarda kaynatılmaktan daha şiddetli bir acı verir. Şayet ölen biri tekrar dirilip dünya ehline ölümün acısını haber verse, onlar ne hayattan bir zevk alırlar ne de gözlerine uyku girerdi.” Zeyd b. Eşlem (r.a) babasının şöyle dediğini anlatır: “Mümin bir kulun (âhirette yüksek mertebelere kavuşmak için) ameliyle ulaşamadığı bir derece kalmışsa, cennetteki derecesine ulaşabilmesi için ölüm sancıları ona zorlaştırılır ve artırılır. Kâfir birinin karşılığını göremediği bir iyiliği de varsa yaptığı iyiliklerin karşılığını fazlasıyla alabilmesi için ölüm ona kolaylaştırılır, böylece o cehennemi boylar.” Adamın biri zaman zaman hastaları dolaşır ve onlara, “Ölümü ve onun sancılarını nasıl buluyorsun? diye sorardı. Gün gelip de kendisi ölüm döşeğine düştüğünde ona, “Peki, ölüm sancılarını sen nasıl buldun?” diye sorduklarında adam şöyle cevap vermiştir: “Sanki gök yere yapıştırılmış, ruhum ise sanki iğne deliğinden çıkıyor gibi.” Resûl-i Ekrem (s.a.v) buyurmuşlardır ki: “Ani ölüm mümin kul için bir rahatlık, günahkâr içinse hicrandır (çünkü onun bir hazırlığı yoktur).”63 Mekhûl-i Şâmî’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resû-lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Şayet ölünün kıllarından birine isabet eden ölüm sancısı yer ve gök ehlinin üzerine konulsaydı Allah’ın izniyle hepsi ölürdü. Çünkü (ölüm sancıları çeken birinin) her tüyünde 63 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/136; Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 10218; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, nr. 3153, Abdürrezzâk, el-Musannef, nr. 6781. bk. Ebû Davud, Cenâiz, 14 (nr. 3110). İMAM GAZÂLÎ 61 ölüm vardır. Ölüm de bir şeye yapıştı mı muhakkak onu öldürür.” Bu hadis şöyle de rivayet edilmiştir: “Eğer ölüm sancısından bir damla dünya dağlarının üzerine konulsaydı muhakkak hepsi erirdi.”64 Rivayete göre, Hz. İbrahim (a.s) vefat ettiği zaman Allah Teâlâ kendisine: “Halîlim! Ölümü nasıl buldun?” diye sordu, “Islak yün yumağının içine batırılmış kızgın bir şiş gibi hissettim” diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah (c.c), “Unutma ki biz o ölümü sana kolaylaştırdık” buyurdu. Hz. Musa (a.s) vefat edip de ruhu Allah’a ulaşınca rab-bi ona, “Ey Musa, ölümü nasıl buldun?” diye sordu, o da, “Kendimi kızgın bir tavanın üzerine konulmuş canlı bir serçe gibi hissetim; ölmez ki rahata kavuşsun, kurtulamaz ki uçup gitsin.” Bir başka rivayete göre Hz. Musa (a.s) şu cevabı vermiştir: “Kendimi kasabın elinde diri diri yüzülen koyun gibi zannettim.” Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edeceği sıralarda yanında bir tas su vardı. Ara sıra elini tasa daldırır, ardından çıkarıp yüzüne sürdükten sonra, “Al-lahım! Bana ölüm sancılarını hafiflet”65 diye duada bulunurdu. Hz. Peygamberin (s.a.v) bu sıkıntı ve sancılar içerisinde böyle duada bulunduğunu işiten Hz. Fâtıma (r.anh), “Vah başımıza gelenler! Babacığım nedir bu çektiğin sıkın- 64 Hadisi Ebû Bekir Mervezî, Cenâiz adlı kitabında, Ebû Meysere’den rivayet etmiştir (bk. Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 63; Zebîdî, ithaf, 14/84-85). 65 Tirmizî, Cenâiz, 8; ibn Mâce, Cenâiz, 64; Hâkim, el-Müstedrek, 2/465. bk. Buharı, Ri-kâk, 41. 62 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 63 tılar! diye üzüntüsünü dile getirince Resûl-i Ekrem (s.a.v), “Bugünden sonra artık baban için sıkıntı yo/cftyr”buyurdu.66 Hz. Ömer (r.a) Kâ’b Ahbâr’a (rah), “Ey Kâ’b! Bize ölümden bahset” deyince Kâ’b (rah), “Olur, ey müminlerin emî-ri” dedi ve şöyle anlattı: “Ölüm bir adamın karnına sokulan çok dikenli bir dal gibidir. Dikenler her bir damara yapışmış iken başka bir adam gelip o dikenli dalı öyle bir çeker ki, kimi dikenlerle beraber kopup çıkar, kimi de öylece kalır (işte ruhun bedenden çıkması buna benzer).” Hz. Resülullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Kul ölüm sancıları arasında kıvranırken mafsalları birbirlerine, ‘Artık kıyamete değin birbirimizle görüşemeyece-ğiz; selâmette kalın!’ derler.”67 işte bu anlattıklarımız Allah’ın velî kullarının ve sevgili dostlarının çektiği ölüm sancılarıdır. Ya bizler! Günaha ve isyana dalan bizlerin hâli nasıl olacak? Üzerimize ölüm sancılarıyla beraber daha birçok felâket de gelecek. ÖLÜMÜN ÂFET ve MUSİBETLERİ insan ölüm anında üç türlü felâketle karşı karşıyadır. . Can çekişmenin (ruh çıkışının) zorluğu. . Azrail’in suretinin görülmesi. . İsyankârların cehennemdeki yerlerini görmeleri. 66 ibn Mâce, Cenâiz, 65; Tirmizî, Şemail, s. 217; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/141; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6613; Hatîb, Târîhu Bağdat, 6/262; Beyhakî, Delâilü’n-Nü-büvve, 7/212-213; 67 Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 66; ibn Arrâk, Tenzthü’ş-Şerîa, 2/375; Zebîdî, İthaf, 14/87; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42183; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 381. Birincisi: Can Çekişmenin Zorluğu Bu ruhun, bedenin bütün damarlarından ve azalarından çekilip alınmasıdır ki, biz bunu geçtiğimiz konuda anlatmıştık. İkincisi: Azrail’in Suretinin Görülmesi Bu hal, Azrail’in şeklinin görülmesi ve bu sebeple kalbin korku ve dehşetle kaplanması durumudur. Şayet ölüm meleğinin günahkâr bir kulun ruhunu alırken girdiği şekli, en kuvvetli insan dahi görse, buna tahammül edemezdi. Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim (a.s) ölüm meleğine, “Günahkârların ruhunu alırken büründüğün şeklini bana gösterir misin?” diye ricada bulundu. Azrail (a.s), “Sen o halimle bana bakmaya güç yetiremezsin” dedi. İbrahim (a.s), “Olsun dayanırım” dedi. Bunun üzerine Azrail (a.s), “O zaman bana arkanı dön” dedi. İbrahim (a.s) kısa bir zaman sonra yüzünü tekrar ona çevirdiğinde, karşısında rengi kapkara, saçı-sakalı karışmış, etrafına pis kokular saçan, simsiyah elbiseli, ağzın-dan-burnundan ateş ve dumanlar çıkaran bir adam vaziyetinde gördü ve oracıkta bayıldı. Bir müddet sonra ayıldığında onu eski şekline geri dönmüş olarak gördü ve, “Günahkâr bir kimse, ölüm anında başka hiçbir zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmasa da sadece senin şeklini görse, bu onun hesabının görülmesi için yeterlidir” dedi. Ebû Hüreyre’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resülullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Davud (a.s) kıskanç bir adamdı, evinden çıktığında kapılarını kilitlerdi. Yine bir gün Davud (a.s) kapıyı kapatıp evinden çıktı. Hanımı evin içinde bir adam gördü ve, ‘Bu 64 ÖLÜM ve SONRASI m da kim? Bu adamı eve kim soktu? Eğer şimdi Davud gelirse başımıza çok şey gelecek” dedi. Biraz sonra Davud (a.s) çıkageldi ve adamı gördü, ona, ‘Sen de kimsin?’ diye sordu. Adam, ‘Ben, hiçbir hükümdardan korkmayan, hiçbir kapıcının beni engelleyemeyeceği biriyim’ dedi. Bunları duyan Davud (a.s), ‘Allah’a (c.c) yemin olsun ki, sen ölüm meleğisin’ dedi ve olduğu yere çöküp öylece kalakaldı.”68 Rivayet edildiğine göre İsâ (a.s) yolda yürürken bir ka-fatasına rastladı, ona ayağı ile vurduktan sonra, “Allah’ın (c.c) izni ile konuş” dedi. Kafatası, “Ey Ruhullah! Ben falanca zamanın hükümdarlarından idim. Ben, başımda tacım, etrafımda askerlerim ve yakınlarımla tahtımda oturmakta iken birden ölüm meleği bana gözüktü. Onu görünce her uzvum yerine çekildi, sonra ruhumu aldı. Keşke etrafımda o kalabalık insanlar olmasaydı; çünkü şimdi onlar fena ayrılığın sebebi oldular. Keşke bana faydası dokunmayan insanlarla ünsiyetim olmasaydı; zira şimdi onlar yalnızlığıma sebep oldular” dedi. İşte bunlar, günahkârların karşılaşacakları, itaat edenlerin ise ibret alıp korunacakları musibetlerdir. Peygamberler sadece ölüm anında çekilen acılardan bahsetmişler, fakat ölüm meleğini gören kişinin kalbini kaplayan korkuya fazla değinmemişlerdir. Oysa bir kişi rüyasında ölüm meleğini görse, hayatının geri kalanı ona zehir olur. Acaba onu ölüm anında görenin hali nice olur! Allah’a ibadette kusur etmeyip itaat edenler, ölüm meleğini en güzel haliyle görürler. 68 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/419; ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2/16; Mütta-kî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 32327. İMAM GAZÂLÎ 65 ikrime (rah), İbn Abbas’ın şöyle anlattığını nakleder: “İbrahim (a.s) kıskanç biriydi. Devamlı olarak ibadetlerini yaptığı bir evi vardı, çıkarken kapısını kilitlerdi. Yine bir gün dışarı çıkmıştı, geri döndüğünde evinde yabancı birinin olduğunu görünce hemen, ‘Seni evime kim soktu?’ diye sordu, adam, ‘Bu evin sahibi’ diye cevap verdi. İbrahim (a.s), ‘Bu evin sahibi benim.’ Adam, ‘Beni bu eve senden ve benden daha fazla sahip olan soktu.’ İbrahim (a.s), ‘Peki, sen meleklerden hangisisin?’ Adam, ‘Ben ölüm meleğiyim’ dedi. İbrahim (a.s), ‘Bana müminin ruhunu aldığın zamanki suretini gösterebilir misin?’ diye sordu. Ölüm meleği, ‘Olur, ama önce arkanı dön’ dedi. İbrahim (a.s) arkasını döndü, bir müddet sonra tekrar ona bakıp da güzel yüzlü, temiz elbiseli, etrafına güzel kokular saçan bir genç gördüğünde ona, ‘Ey ölüm meleği! Mümin bir kimse ölüm anında sadece senin suretini görse bu ona yeter’ dedi.” Ölüm anında kişinin başına gelen hallerden biri de onun yazıcı (hafaza) melekleri görmesidir. Vüheyb b. Verd-i Mekkî anlatıyor: “Bize kadar ulaşan bilgilere göre, ölmek üzere olan herkesin gözünün önüne yazıcı melekler gelir ve ona amelini gösterirler. Eğer o kimse itaatkâr biri ise ona, ‘Bizden taraf Allah seni hayırlarla mükâfatlandırsın; bizi hep iyilerin meclisinde oturttun; karşımıza daima sâlih amellerle çıktın’ derler. Fakat ölmek üzere olan kişi günahkâr ise melekler ona, ‘Bizden taraf, Allah seni hayırla mükâfatlandırmasın. Sen nice kereler bizleri kötülerin meclislerinde oturttun, karşımıza hep kötü amellerle çıktın, kötü laflar işittirdin’ diye bedduada bulunurlar.” İşte bu durum, ölünün gözlerini bir daha asla dünyaya geri çevirmemek üzere o iki meleğe diktiği zamandır. 66 ÖLÜM ve SONRASI Üçüncüsü: İsyankârların Cehennemdeki Yerlerini Görmesi Ölüm anındaki musibetlerden biri de Allah’a isyan eden günahkârların önce kalplerini bir korkunun kaplaması, ardından da cehennemdeki yerlerini görmeleridir. Çünkü onlar can çekişme anında bütün takatlerini kaybederler. Artık ruhları bedenlerinden çıkmak için boyun eğer. Fakat ruh, ölüm meleğinin, “Ey Allah’ın düşmanı! Haberin olsun, varacağın yer cehennemdir” ya da, “Ey Allah’ın sevgili kulu! Sana müjdeler olsun, varacağın mekânın cennettir” diye iki haberinden birini işitmedikçe bedenden çıkmaz. İşte gerçek akıl sahiplerinin korkuları bu sebeptendir. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Sizlerden herhangi biri, gideceği yeri bilmeden, hatta yerinin cennet mi yoksa cehennem mi olduğunu görmeden bu dünyadan ayrılmaz.”69 Resûl-i Kibriya (a.s) bir diğer hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a kavuşmayı severse Allah da ona kavuşmayı sever; kim de Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.” Resûlullah (s.a.v) böyle buyurunca sahabeler, “Ey Allah’ın Resulü, biz hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz” dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v), “Bu sizin durumunuz değildir. Mümine varacağı yer (cennet) gösterildiğinde Allah’a kavuşmayı ister, Allah da ona kavuşmayı ister” buyurdular.70 69 Farklı lafızlarla aynı mânadaki hadisler için bk. Buhârî, Cenâiz, 89; Tirmizî, Cenâiz, 71; ibn Mâce, Zühd, 32; Ahmed b. Hanbel,e/-Müsned, 2/16; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3130. 70 Buhârî, Rikâk, 41; Tirmizî, Cenâiz, 68; Nesâî, Cenâiz, 10; ibn Mâce, Zühd, 31; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/313, 346, 420. İMAM GAZÂLÎ 67 Şöyle rivayet edilmiştir: Huzeyfe b. Yemânî (r.a) ağır hasta olduğu zamanlardı. Vefat edeceği gecenin sonlarına doğru idi. Yanında hastalığı başladığından beri ayrılmayan Ebû Mesud71 bulunuyordu. Bir ara Huzeyfe (r.a) ona, “Kalk bir bak, saat kaça yaklaşmış” dedi. Ebû Mesud kalktı, dışarıya baktı, sonra tekrar yanına geldi ve, “Şafak sökmüş” dedi. Huzeyfe (r.a), “Ateşe götüren sabahtan Allah’a sığınırım” diyerek dua etti. Bir gün Mervân b. Hakem, ölüm döşeğinde yatmakta olan Ebû Hüreyre’nin (r.a) ziyaretine geldi. Yanına vardığında, “Allahım! Onun acılarını hafiflet” diye dua etti. Bunu işiten Ebû Hüreyre,”Ey Allahım, daha da artır” deyip ağlamaya başlar, sonra, “Allah’a yemin olsun ki, dünya için hü-zünlendiğimden dolayı ağlamıyorum, sizlerden ayrılacağım için de telâşlanmıyorum, sadece bana haber verilecek olan cehennem veya cennet müjdesini beklediğim için ağlıyorum” dedi. Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ bir kulundan razı olduğu zaman ölüm meleğine, ‘Falan kulumun yanına git, bana ruhunu getir de onu rahata kavuşturayım. Onun yaptığı ameller yeterlidir. Ben onu türlü türlü imtihanlardan geçirdim; o her zaman benim hoşnut olduğum amelleri işledi’ buyurur. Bunun üzerine ölüm meleği, her birinde güzel kokular saçan zaferan kökleri ve reyhan demetleri bulunan beş yüz melekle beraber yeryüzüne inerler. Onlardan her biri birbirine hiç benzemeyen müjdeler verir. Sonra melekler iki saf halinde ellerinde güzel kokularla beraber o kişinin ruhunun çıkışını beklerler. 71 Elimizde İhya nüshasında bu isim ibn Mesud şeklindedir. Fakat Zebîdî bu hatanın tüm ihya nüshalarında yapıldığını; doğrusunun Ebû Mesud şeklinde olduğunu belirtmiştir. Ebû Mesud, sahabenin büyüklerindendir. ismi, Akabe b. Amr b. Sa’lebe-i En-sârî’dir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/93). 68 ÖLÜM ve SONRASI İblîs bu manzarayı görünce ellerini başına koyarak haykırmaya, çığlıklar atmaya başlar. Askerleri kendisine, ‘Efendimiz, size neler oluyor böyle?’ diye sorduklarında İblîs, ‘Şu adama yapılan ikramları görmüyor musunuz? Nerelerdeydiniz; neden onu azdırmadınız’ der. Askerleri, ‘Bizler onu azdırmak için çok çaba sarfettik, lâkin o (Allah tarafından) korunmuştu’ diye cevap verirler.”72 Hasan-ı Basrî (rah) diyor ki: “Mümin ancak rabbine kavuştuğu an rahata erer. Rahatını Allah’a kavuşmakta bulan kişinin ölümü, onun sevinç, neşe, emniyet ve izzet bulduğu gündür.” Câbir b. Zeyd’e (rah) ölüm döşeğinde iken, “Ne istersin?” diye soranlara, “Hasan-ı Basrî’yi görmek istiyorum” diye cevap verdi. Hasan-ı Basrî (rah) onun yanına gelince etrafındakiler, “Bak işte Hasan geldi” dediler. Câbir göz kapaklarını kaldırdı ve Hasan-ı Basrî’ye doğru bakarak, “Kardeşlerim! Zaman geldi. Cennete ya da cehenneme gitmek üzere sizlerden ayrılıyorum” dedi. Muhammed b. Vâsî son anlarında şunları söylemiştir: “Ey kardeşlerim, sizlere selâm olsun! Ya ateşe gidiyorum ya da rabbimin mağfiretine.” Sâlihlerin her biri ebediyen can çekişip, günahların veya sevapların hesabını vermemek için tekrar dirilmemeyi temenni etmişlerdir. Son nefes anlarının kötü geçme korkusu, ariflerin kalplerini dehşete düşüren bir şeydir. Gerçekten bu durum, ölüm anında insanın başına gelebilecek en korkutucu hallerden biridir. ibn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 4/1932; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 8/32; Şerhu’s-Sudûr, s. 93; Zebîdî, ithaf, 14/94-97; ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz, 9; es-Sünenü’1-Küb-râ, nr. 1959. İMAM GAZÂLÎ 69 Biz daha önce Havfve Recâ kitabında, kötü sonun (sû-i hatime) ve ariflerin bu husustaki korkularını işlemiştik. Aslında o hususlar bu kitapta anlatılmaya daha lâyıktır, fakat tekrar o mevzuya dönerek konuyu uzatmak istemiyoruz. ÖLÜM ANINDA TAKINILMASI GÜZEL HALLER Son demlerini yaşayan bir kimsenin yapması gerekenler; huzur ve sükûn içinde olması; çırpınma, yırtılma, debelenme gibi davranışlarda bulunmaması, kelime-i şehâdet getirmesi ve Allah’a hüsnüzan içinde bulunmasıdır (O’na kavuşacağına sevinmesidir). Ölüm Anında Azalarda Görülen Güzel Haller Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuşlardır ki: “Ölen bir kişinin durumunu şu üç hususta inceleyin; alnından terler sızdığı, gözlerinden yaşlar aktığı ve dudakları kuruduğu zaman. İşte bu hal Allah’ın kendisine inen bir rahmetidir. Boğazı sıkılmış biri gibi hırlar, rengi kıpkırmızı olur ve dudakları da morarmış olursa, bu da Allah’ın kendisine inen bir azabıdır. “73 Ölüm Anında Dilde Görülen Güzel Haller: Kelime-i Şehâdet Ölmek üzere olan birinin kelime-i şehâdet getirmesi hayra alâmettir. Ebû Saîd-i Hudrî’den (r.a) rivayet edilen bir hadiste Resûlullah (s.a.v), 73 Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42178; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 59; Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa, 367. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz, 10; ibn Mâce, Cenâiz, 5; Nesâî, Cenâiz, 5; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/350; Hâkim, el-Müstedrek, 1/361; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, nr. 85. 70 ÖLÜM ve SONRASI “Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) lâ ilahe illallah zikrini telkin edin”74 buyurmuştur. Huzeyfe’nin (r.a) rivayetinde, “…Çünkü kelime-i tevhid, geçmiş günahları silip yok eder” kısmı da vardır. Hz. Osman’ın (r.a) rivayetinde ise Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah’tan (c.c) başka ilâh olmadığını bilerek ölen kimse cennete girer.”7S Ubeydullah (r.a) bu rivayete, “Ölmek üzere olan kişi şe-hâdetgetirirken…”76 ilâvesini de eklemiştir. Hz. Osman (r.a) der ki: “Son anlarını geçiren birine, lâ ilahe illallah zikrini telkin edin. Çünkü dünyadaki son anlarını bu kelimelerle bitiren kişinin âhiretteki azığı (mükâfatı) muhakkak cennet olur.” Hz. Ömer (r.a) demiştir ki: “Ölmek üzere olan hastalarınızın yanlarında bulunun, onlara Allah’ı (c.c) hatırlatın. Çünkü onlar sizin göremediklerinizi görürler. Onlara, lâ ilahe iiiallah zikrini telkin edin.” Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim: “Bir gün Azrail ölmek üzere olan birinin yanında hazır bulunduğu bir sırada kalbini yokladı, orada bir şey bulamayınca çenesini ayırarak diline baktı; onu, ucu bir tarafa yapışmış, kelime-i tevhidi söylerken bulur. İşte o adam ihlâs kelimesini (lâ ilahe illallah zikrini) söylemesi sebebiyle affedildi.”77 74 Müslim, Cenâiz, 1; Tirmizî, Cenâiz, 7; Ebû Davud, Cenâiz, 20; Nesâî, Cenâiz, 4; Ibn Mâce, Cenâiz, 3. Huzeyfe (r.a) rivayeti için bk. Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 5450. 75 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/65; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 201; Ebû Avâne, el-Mûsned, nr. 10-12; Bezzâr, el-Bahrü’z-Zehhâr, nr. 415. 76 Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 7; Hatîb, Târîhu Bağdat, 2/221; Heysemî, Mecmau’z-Ze-vâid, nr. 20. 77 Hatîb, Târihu Bağdat, 9/125; Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 9235; Müttakî-i Hindî, Ken-zü’l-Ummâl, nr. 1770. İMAM GAZALİ 71 Ölmek üzere bulunan kişiye telkin veren kişi bunda fazla ısrarcı olmamalı, son derece nazik davranmalıdır. Çünkü çoğu zaman bu durumdaki kişilerin dilleri dönmeyebilir ve ona zorla şehâdet veya lâ ilahe illallah kelimesini söy-letmeye çalışmak ona ağır gelebilir ve o anda bir şey söylemekten hoşlanmayabilir. Böyle bir zorlama onun için kötü bir ölüme sebep olabilir, bundan kaçınılmalıdır. Ölmek üzere olan birine, lâ ilahe illallah zikrini telkin etmekten maksat, onun Allah’ı düşünmesini sağlayarak ruhunu teslim etmesini temin etmektir. Kalbinde bir olan Hakk’ı istemekten başka bir şey kalmayınca, ölüm ile beraber dostuna kavuşması kendisi için nimetlerin en büyüğü olur. Ama o anda kalbi hâlâ dünya muhabbetine bağlı kalmış ve onun lezzetlerini yitirme endişesi taşıyorsa bununla beraber tevhid kelimesi sadece dilinin ucunda dolaşıp kalbine nüfuz etmemişse, işte o zaman kişi ilâhî takdirin tehlikesi altına girer. Çünkü sadece dilin hareket etmesi pek de makbul değildir, fakat Allah (c.c) bir ihsanda bulunup kabul ederse bu müstesnadır. Ölüm Anında Allah’a Hüsnüzanda Bulunmak Son nefesleri verirken Allah’a karşı hüsnüzanda bulunmak (O’na kavuşacağı için sevinmek ve Allah’ın rahmet ve ihsanının bol olduğuna inanmak) güzel bir şeydir. Biz bu konuyu Recâ kitabında teferruatıyla anlatmıştık. Ölüm anında Allah’a hüsnüzanda bulunmanın fazileti hakkında rivayet edilen pek çok hadis ve haber vardır. Sahabeden Vasile b. Eska’ (r.a) bir hastanın ziyaretine gitmişti. Ona, “Allah’a olan zannını bana anlatır mısın? O’nun sana ne şekilde muamelede bulunacağını düşünü- ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZALİ 73 yorsun?” diye sordu. Hasta, “Günahlarım gırtlağıma kadar dayanmış helak olmak üzereyim, ama hâlâ rabbimin rahmetinden ümidimi kesmiş değilim” diye cevap verince Vasile (r.a) tekbir getirdi, onunla beraber ev halkı da tekbir getirdi. Vasile (r.a) tekrar Allahüekber dedikten sonra, “Ben Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle dediği işittim” diyerek şu hadis-i şerifi nakletti: “Allah Teâlâ buyurur ki: Ben kulumun zannı üzereyim; o halde beni dilediği gibi düşünsün.”78 Hz. Peygamber (s.a.v) son anlarını yaşamakta olan bir gencin yanına girdi ve ona, “Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu. Genç, “Allah Teâlâ’dan ümidimi kesmedim, lâkin günahlarımdan ötürü korkuyorum” dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurdu: “Bu korku ile ümit hali, şu ölüm anında hangi kulun kalbinde bir arada bulunursa, Allah Teâlâ ona umduğunu verir, korktuğundan emin kılar.”79 Sabit b. Eslem-i Bünânî (rah) şöyle anlatmıştır: “Aklı. hep oyun ve eğlencede olan bir genç vardı. Annesi her zaman kendisine öğütlerde bulunur ve, ‘Oğlum, senin bir günün vardır, o günü aklından çıkarma!’ derdi. Bir gün kendisine Allah’ın emri gelip çatarak ölüm döşeğine düştüğünde annesi onun üzerine kapandı ve, ‘Yavrucuğum, işte ben seni her dâim oyun ve eğlenceden sakındırarak, senin bir günün var dediğim gün bugündür’ dedi. Oğlu, ‘Ey anneciğim! Benim ihsanı ve keremi bol bir rabbim var. Ben öyle 78 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/491; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kabîr, 22/211; el-Ev-sat, nr. 7947; Beyhakî, Şuabû’l-İmân, nr. 1005-1006; ibn Asâkir. Târîhu Medîneti Dı-maşk, 14/441; 15/373, 65/114-116. Hadisin bir başka rivayetinde şu ifadeler de vardır: “Ben kulumun beni zannı üzereyim, eğer hayırlı şeyler düşünürse kendisi için hayır; yok, kötü şeyler düşünürse kendisi için şer olur.” ibn Asâkir, ölüm döşeğindeki hastanın tabiînden Ebü’l-Esved olduğunu kaydeder (bk. a.g.e., 15/373). 79 Tirmizî, Ceiıâiz, 11; ibn Mâce, Zühd, 31; Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, nr. 132; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 51. ümit ediyorum ki, rabbim beni bugün o ihsanlarının bir kısmından mahrum etmeyecek’ dedi.” Sabit b. Eslem-i Bünânî (rah) demiştir ki: “Allah Teâlâ o gence kendisine duyduğu hüsnüzannmdan dolayı mağfiret etti.” Câbir b. Vedâa anlatıyor: “Devamlı hareketli ve neşeli, şen şakrak bir genç vardı. Bir gün geldi ölüm döşeğine düştü. Annesi baş ucuna gelerek, ‘Oğlum, bana vasiyet edeceğin bir şey var mı? diye sordu. Oğlu, ‘Yüzüğüm anne…Ben öldüğüm zaman sakın onu parmağımdan çıkarmayın. Çünkü onda Allah’ın adı yazılı. Belki onun hürmetine Allah Teâlâ beni bağışlar’ dedi. Delikanlı defnedildikten sonra kendisini rüyasında gören bir kişiye, ‘Anneme söyleyin ki, yüzüğümün üzerinde yazılı olan kelimenin faydasını gördüm; Allah Teâlâ beni bağışladı’ dedi.” Mu’temir b. Süleyman şöyle anlatmıştır: “Babam son anlarını yaşarken bana, ‘Ey Mu’temir! Bana Allah’ın kullarına tanıdığı kolaylıklardan bahset, içimde olan güzel niyetlerimle Allah Teâlâ’ya kavuşmayı arzuluyorum’ dedi.” Salih insanlar, ölüm döşeğinde olan kişinin rabbinden güzel beklentiler içinde olmasını sağlamak amacıyla yapmış olduğu iyi amellerinden söz edilmesini güzel bulmuşlardır. 74 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM (RESÛLULLAH’IN (s.a.v) ve ONDAN SONRAKİ DÖRT HALİFENİN VEFATLARI) BİRİNCİ KISIM RESÛLULLAH’IN (s.a.v) VEFATI İbn Mesud (r.a) anlatıyor: Resûlullah’ın (s.a.v) âhirete irtihal etmesine yakın zamanlardı. Hz Âişe’nin (r. anh) evinde kalıyordu, ziyaretine gittik. Bizleri görünce gözleri yaşardı ve şöyle buyurdu: “Hoş geldiniz. Allah’ın selâmı üzerinize olsun. Allah Te-âlâ sizleri korusun ve yardım etsin. Sizlere Allah’tan korkmanızı ve ondan sakınmanızı tavsiye ederim. Sizleri Allah’a emanet ediyorum. Ben O’nun sizlere gönderdiği apaçık bir uyarıcısıyım. Sakın ha Allah’ın beldelerinde ve kulları arasında O’na karşı büyüklük taslamayın. Artık ecelim yaklaştı. Allah’a, sidretü’l-müntehâya, me’vâ cennetine yönelme vakti geldi. Kendinize ve benden sonra dinimize girenlere Allah’ın rahmetini ve benim selâmımı iletiniz.”80 Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edeceği sıralarda Cebrail’e (a.s), 80 ibn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 2/256; Bezzâr, el-Müsned, nr. 847; ibn Hacer, el-Me-tâlibü’l-Âliye, nr. 4392. İMAM GAZÂLÎ 75 “Benden sonra ümmetimin başına kim geçecek? Onları kim idare edecek?” diye sordu. Allah Teâlâ Cebrail’e vahyederek, “Ümmeti hakkında kendisini mahcup etmeyeceğimi ha-bîbime müjdele. Ve yine ona, insanlar dirilecekleri zaman, kabirden en önce kalkacak olanın o olacağını, mahşerde tüm mahlûkatın efendisi olduğunu, kendisi ve ümmeti cennete girmeden önce başka ümmetlerin girmelerinin yasak olduğunu müjdele.” Hz. Peygamber (s.a.v) bu müjdeleri alınca, “Şimdigözlerim aydın oldu/sevindim”buyurdu.81 Hz. Âişe (r.anh) validemiz şöyle anlatmıştır: “Resûlullah (s.a.v) hastalandığında bize yedi ayrı kuyudan alınmış yedi kırba su ile kendisini yıkamamızı emretti. Biz de dediğini yaptık, biraz rahatladı, kalktı mescide gitti ve namaz kıldırdı. Uhud şehidlerine dua ve istiğfarda bulundu. Sonra ensarın hukukuna riayet hususunda şöyle buyurdu: “Bundan sonra: Ey muhacirler topluluğu, sizler artarsınız, ensarise bu olduğu halden daha fazlalaşacak değildir. Hiç şüphesiz ensar, benim sırdaşım ve özel dostlarımdır. Onların ihsan sahibi olanlarına ikramda bulunun; kusurlu olanları da affedin.”BZ Sonra, “Kul, dünya ile Allah katında olanlar arasında serbest bırakıldı; o Allah katında olanı tercih etti!”83 buyurdu. Hz. Peygamberin (s.a.v) yakında vefat edeceğini işaret eden bu sözleri işiten Hz. Ebû Bekir ağlamaya başladı. Resûlullah (s.a.v), “Ey Ebû Bekir, ağır ol; acele etme” dedi ve ashaba, 81 Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, nr. 2676; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 14253. 82 ibn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 2/251; Beyhakt, Delâilü’n-Nübüvve, 7/178; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 19/79; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 33735, 44010. 83 Dârimî, Müsned, 14 (nr. 82); Ebû Ya’lâ, Müsned, nr. 4579. 76 ÖLÜM ve SONRASI “Mescidin dışarı açılan tüm kapılarını kapatın; yalnız Ebû Bekir kapısı kalsın. Çünkü benimle olan dostluğunda Ebû Bekir’den daha üstün birini bilmiyorum”buyurdu.84 Hz. PEYGAMBERİN (s.a.v) SON VASİYETLERİ Hz. Âişe (r.anh) şunları anlatmıştır: “Hz. Resûlullah (s.a.v) benim odamda, benim günümde, benim göğsümde (kollarımın arasında) vefat etti. Vefatı sırasında Allah Te-âlâ benim tükürüğüm ile onun tükürüğünü birleştirdi. Şöyle ki: Kardeşim Abdurrahman elinde bir misvakla içeri girmişti. Resûlullah (s.a.v) onun elindeki misvaka bakıyordu. Hoşuna gittiğini anladım ve, ‘Senin için o misvakı alayım mı?’ diye sordum. Başıyla işarette bulunarak, ‘Evet al’ dedi. Ben de misvakı alıp kendisine uzattım, o da ağzına aldı, fakat misvakı çok sert buldu. Ben, ‘Onu sizin için yumuşatayım mı?’ diye sordum, Hz. ¦ Peygamber (s.a.v) yine başıyla işaret ederek yumuşatmamı söyledi. Ben de misvakı ağzımda çiğneyerek yumuşattım (sonra ona verdim). Hz. Resûlullah’ın önünde içi su dolu bir kap vardı; elini içine daldırıyor ve, lâ ilahe illallah, gerçekten ölümün çok şiddetli sancıları varmış’ diyordu. Sonra elini kaldırdı ve, ‘(Allahım) Refîk-i a’lâya, refîk-i a’lâ’ya’ buyurdu. İşte ben o zaman içimden, ‘Vallahi kendinden geçti, artık bizi seçemiyor’ dedim.85 Biraz sonra, ‘Elimden tutun’öeö\. Oniar da tutarak doğrulttular. Resûlullah (s.a.v), ‘Ne diyorsunuz?’ dedi. Onlar, ‘Ey Allah’ın Resulü, öleceğinizden korkuyoruz. Erkekler mescidin etrafında toplandıkları için kadınları ağlaşmakta- 84 Bir önceki hadisin tahricine bakınız. Ayrıca bk. Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 45; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 1-2; Tirmizî, Menâkıb, 15. 85 Buhârî, Rikâk, 42 (nr. 6510); Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 7/207; ibn Kesîr, el-Bidâ-ye ve’n-Nihâye, 5/339. İMAM GAZÂLÎ 77 lar’ dediler. Bunları işiten Allah Resulü (s.a.v) sıçrayarak ayağa kalktı, önünde Abbas, FazI ve Ali’ye dayanarak mescide girdi. Başı bağlıydı, ayaklarını yere sürüyordu, öyle ki hemen minberin ilk-basamağına oturdu. Herkes Resûlullah’ın etrafında toplandı. Resûlullah (s.a.v) Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: ‘Ey insanlar! Duydum ki öleceğimden endişeleniyor-muşsunuz! Sar\ki ölümden hoşlanmıyor gibisiniz? Peygamberinizin ölümünü neden yadırgıyorsunuz ki? Benim ve sizin muhakkak öleceğimiz haberi verilmedi mi? Benden önce gönderilen peygamberlerden hiçbiri hayatta kaldı mı ki ben de ebediyen sizin aranızda kalayım! Dikkat edin! Ben rabbime kavuşmak üzereyim, sizler de O’na varacaksınız. Sizlere, ilk muhacirlere karşı iyilikle muamelede bulunmanızı tavsiye ederim. Muhacirlere de aralarındaki hak ve hukukun muhafazasını öğütlerim. Zira Allah (c.c), ‘Asr’a yemin olsun ki insan kesin bir ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır’ 86 buyurmaktadır. Allah’ın izniyle her iş varacağına varır. Sakın bir işin gecikmesi sizi aceleciliğe sevketmesin. Çünkü Allah azze ve celle bir kişi acele ediyor diye acele etmez. Şüphesiz ki Allah’a karşı üstünlük taslayanı Allah mağlûp eder. O’nu aldatmaya yelteneni de tuzağına düşürür. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: ‘Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye dönmüş olmaz mısınız?’87 Asr 103/1-3. Muhammed 47/22. ÖLÜM ve SONRASI Sizlere ensara karşı iyilikle davranmanızı tavsiye ederim. Çünkü onlar sizlerden önce bu şehri yurt edinmişler ve (birçoğu da) iman etmişlerdi. Bu bakımdan onlara ihsanda bulununuz. Onlar meyvelerini ve yiyeceklerini sizlerle paylaşmadı mı? Topraklarından sizlere de vermedi mi? Kendileri muhtaç durumda iken sizleri nefislerine tercih etmediler mi? Dikkat edinl Kim (ensardan) iki kişi arasında hükmetmekle görevlendirilirse onların iyiliklerini kabullensin, kusurlarını da görmezlikten gelsin. Dikkat edin! Sakın adaletten saparak onlar hakkında seçicilik yapmayın. Ben sizin öncünüzüm; sizler de beni takip edeceksiniz. İyi dinleyin! Buluşma yeriniz havuzdur (kevser). Benim havuzum Şam’ın Busrâ’sı33 ile Yemen’in San’a’sı arasındaki mesafeden daha büyüktür. Oraya kevser oluğundan bir su dökülür. Bu su, sütten daha beyaz, köpükten daha yumuşak, baldan daha tatlıdır. Ondan bir kere içen bir daha susamaz. Bu havuzun taşları inciden, yatağı ise misktendir. Yarın mahşer günü hesap yerinde bu havuzun suyunu içmekten mahrum olan tüm hayırlardan mahrum kalmış demektir. Dikkat edin! Yarın benimle beraber o havuzun etrafında buluşmak isteyen -müstesna durumlar hariç- elini ve dilini haramdan çeksin. Bunun üzerine Hz. Abbas (r.a), ‘Yâ Nebiyyellah! Ku-reyş’e de bir tavsiyede bulun, dedi. Resûlullah (s.a.v), 88 Busrâ’. Suriye’nin güneyinde kalan eski bir yerleşim birimidir. Osmanlı Devleti bu yere, aynı adı taşıyan diğer yerlerle karışmaması için Şam-ı Busrâ demişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v) kendisine risâlet verilmeden önce amcası Ebû Tâlib ile birlikte, dokuz-on iki yaşları arasında ticaret amacıyla çıktıkları iki seferde bu beldeye uğramışlar ve buradaki bir manastırda bulunan, adı Bahîrâ olan bir rahip de onun peygamber olacağını söylemişti. İMAM GAZALİ 79 ‘Aynı şeyleri Kureyş’e de tavsiye ederim. İnsanlar Ku-reyş’e tabidirler. İyileri iyilerine; kötüleri de kötülerine… (Sizler) Kureyş ailesine, insanlara karşı iyilikle davranmalarını tavsiye edin. Ey insanlar! Şüphesiz günahlar nimetleri bozar ve taksimatı da değiştirir. İnsanlar iyi oldukları zaman önderleri onlara iyi davranır; kötülüğe ve günaha daldıklarında ise kuşkusuz onlara kötü davranır. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyurmuştur: ‘İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına musallat ederiz.”89 Allah Resulü (s.a.v) her baygınlık geçirdiğinde sanki kendisine birtakım tercihler sunuluyormuşçasına, ‘Hayır, ben refîk-i a’lâyı istiyorum’ diyordu. Bazı aralar kendine gelip konuşmaya güç yetirdiğinde, ‘Namaz! Namaz! Cemaatle birlikte namaz kıldığınız müddetçe birbirinizden kopmazsınız’90 buyuruyordu. Resûlullah (s.a.v) vefat edinceye kadar hep bu şekilde, ‘Namaz! Namaz!’deyip durdu.”91 RESÛLULLAH’IN (s.a.v) VEFAT ZAMANI Hz. Âişe (r.anh) der ki: “Resûlullah (s.a.v), pazartesi günü, kuşluk vaktinin yükselmesi ile zeval (güneşin tam tepede olma) vakti arasında vefat etti.” 89 En’âm 6/129. Birbirini tamamlayan rivayetler için bk. Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 11; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 176; Tirmizî, Menâkıb, 65. bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/349; Humeydî, Müsned, nr. 798; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6446; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, nr. 7416. bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/261; ibn Ebû Şeybe, el-Musannef, 12/168; Begavî, Şerhu’s-Sünne, nr. 3845; Hatîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5971; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsât, nr. 878. 90 bk. Buhârî, Edebü’l-Müfred, nr. 158; Ebû Dâvûd, Edeb, 133; ibn Mâce, Vesâyâ, 1, Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/78; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 18444; Hey-semî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 7218. 91 Rivayeti bu şekliyle görmek için bk. Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 14/142. 80 ÖLÜM ve SONRASI Hz. Fâtıma (r.anh) der ki: “Bu pazartesi günleri karşılaştığım hadiseler nedir böyle? Vallahi ümmetin başına gelen sıkıntı ve musibetler hep bu günde olmuştur.” Ümmü Gülsüm (r.anh)92 demiştir ki: “Bugün, aynı zamanda Hz. Ali’nin (r.a) musibetlere duçar olduğu gündür. Pazartesi gününden çektiğim nedir ki, dedem (Hz. Peygamber) bugün vefat etti, babam Ali ve Ömer (r.a) bugün şehid edildi.” Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v) vefat ettiği ve orada bulunanlar feryadü figan edip ağlamaya başladıkları zaman insanlar hemen içeriye hücum ettiler. Bu esnada melekler elbisesiyle Hz. Peygamberin (s.a.v) üzerini örttüler. Ortalık karışmış, herkes farklı bir şeyler söylüyordu. Kimi onun öldüğünü yalanlıyor, kimi ise dili tutulmuş, öylece kalakalmıştı. Akıllar karışmış ve kimin ne söylediğini kimse anlamıyordu. Kimileri bir köşeye çekilmiş, aklı başında bir halde beklemekte; kimileri de yere çömelmiş, öylece düşünmekte idi. Ömer b. Hattâb (r.a) onun vefat ettiğine inanmayanlardandı. Hz. Ali (r.a) bir köşeye çekilip oturanlar arasında idi. Hz. Osman’ın (r.a) ise dili tutulmuştu. Sonra Hz. Ömer (r.a) insanların karşısına çıkarak şöyle dedi: “Resûlullah (s.a.v) ölmedi. Muhakkak ki Allah (c.c) onu geri döndürecek ve onun ölümünü bekleyen münafıkların ellerini ve ayaklarını kesecektir. Allah Teâlâ nasıl ki Musa (a.s) ile sözleştiği gibi onunla da sözleşmiştir ve o elbette bizlere geri dönecektir.” Ümmü Gülsüm: Hz. Fâtıma ve Ali’nin (r.a) kızıdır. Peygamber Efendimiz hayatta iken dünyaya gelmiştir. Allâme Zebîdî’nin kayıtlarına göre, Ümmü Gülsüm ilk evliliğini Hz. Ömer (r.a) ile 40.000 dirhem mehir karşılığı yapmıştır. Ondan Zeyd ve Rukıyye adında iki çocuk dünyaya gelmiştir. Dârekutnî’nin Uhuvve adlı kitabında zikrettiğine göre, Ümmü Gülsüm, Hz. Ömer’in vefatından sonra Avn (Avf) b. Ca’fer b. Ebû Tâlib ile evlenmiş, onun da vefatının ardından Avn’ın kardeşi Abdullah b. Ca’fer evlenmiştir. Ca’fer oğullarından çocuğu olmamıştır (bk. Zebîdî, İthaf, 14/148). İMAM GAZALİ 81 Bir diğer rivayette ise Hz. Ömer (r.a) şunları söylemiştir: “Ey insanlar! (Şu günlerde Resûluilah’ın ölümü ile ilgili olarak) dillerinizi tutun. Çünkü o ölmemiştir. Vallahi kimin, Resûlullah öldü dediğini duyarsam, işte şu kılıcımı kafasına indiririm.” Hz. Ali (r.a) evinden dışarı çıkmıyordu. Osman (r.a) ise konuşamıyor, bir yere gidip gelmek istese elinden tutularak götürülüyordu. O gün hiç kimse Hz. Ebû Bekir ve Abbas (r.a) kadar metanet gösterememiş, Allah Teâlâ b’u ikisine tevfik ve dayanma gücü vermişti. Öyle ki Hz. Ebû Bekir’den (r.a) başka birinin sözüne bakılmadığı bir zamanda Resûluilah’ın (s.a.v) amcası Abbas gelmiş ve insanlara, ‘Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, Muhammed (s.a.v) ölümü tatmıştır. Zira o aramızda iken şu âyeti okumuştu: “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz, sizler kıyamet günü rabbinin huzurunda davala-şacaksınız.”93 Hz. PEYGAMBER (s.a.v) VEFAT ETTİÐİ ZAMAN SAHABELERİN TUTUMU Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiğinde Hz. Ebû Bekir (r.a), Medine yakınlarında yerleşmiş bir ensar kabilesi olan Hazrec kabilesinin Harsoğulları arasında bulunuyordu. Haberi alır almaz hemen Resûluilah’ın yanına geldi, üzerine kapanıp onu öptü ve, “Anam babam sana feda olsun, Allah 93 Ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledüniyye, 3/569-570; Beyhakî, Delâilü’n-Nü-büvve, 7/215. Allâme Zürkânî, ibn Hacer’in el-Mevâhibü’l-Ledüniyye adlı eseri üzerine yazdığı şerhinde, yukarıda bahsi geçen rivayeti, ibn Münir’in Mi’râc adlı eserinde zikrettiğini kaydeder, bk. Zürkânî, Şerhu’l-Mevâhib), 12/142. Rivayetin bir bölümü için bk. Buhârî, Cenâiz, 3. 82 ÖLÜM ve SONRASI (c.c) ölümü sana ikinci kez tattırmayacak.94 Vallahi Resû-lullah vefat etmiş” dedi ve insanların karşısına çıkarak, “Ey insanlar! Her kim Muhammed’e inanıyorsa şunu bilsin ki, o ölmüştür. Muhammed’in rabbine inananlar bilsin ki Allah diridir ve asla ölmez! Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o öiürya da öldürülür-se gerisin geriye mi döneceksiniz?”95 Hz. Ebû Bekr’in (r.a) bu konuşmasından sonra sanki insanlar bu âyeti ilk duymuş gibi oldular.96 Bir hadise bir başka rivayette şöyle geçmiştir: Hz. Ebû Bekir (r.a) Resûlullah’ın (s.a.v) vefat haberini alır almaz hemen Medine’ye geldi. Resûlullah’ın evine girdiğinde bir yandan gözlerinden yaşlar boşalıyor, bir yandan da ona salâtü selâm getiriyor, zorla da olsa yutkunmaya çalışıyordu. Buna rağmen kendinde idi. Resûlullah’a doğru eğildi, yüzünü açtı, alnını ve yanaklarını öptü, yüzünü sıvazladı ve ağlaya ağlaya, “Anam babam sana feda olsun! Nefsim, ehlim sana kurban olsun! Güzel yaşadın, güzel vefat ettin. Hiçbir peygamberin ölümüyle son bulmayan nübüvvet senin ölümünle noktalanmıştır. Sen övülemeyecek kadar azametli, sızlanamayacak kadar ulvîsin. Öyle ki herkes sende teselli buluyor ve herkes sende eşit oluyordu. Şayet ölüm senin tercihin olmasaydı, sana olan hüznümüzden dolayı canlarımıza kıyardık. Eğer (ölünün üzerine) ağlamayı menetmeseydin bütün göz yaşlarımızı sana döker- 94 Zebîdî der ki: Hz. Ebû Bekir’in (r.a) bunu söylemesinin nedeni şu idi: Münafıklar başından beri Resûlullah’ın vefatını beklemekte ve hatta bunu temenni etmekte idiler. Müslümanlar ise Resûlullah (s.a.v) vefat etse dahi isâ (a.s) gibi tekrar dirilip münafıkları cezalandıracağını ümit ediyorlardı. Hz. Ebû Bekir ise onun tekrar dirilip ikinci bir kez ölümü tatmayacağını bu sözleriyle ifade etmiş oluyordu. 95 Âl-i imrân 3/144. 96 Buhârî, Cenâiz, 3; ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledüniyye, 3/570. İMAM GAZÂLÎ 83 dik. Ancak, gücümüzün yetmediği, önleyemediğimiz bazı şeyler de vardır ki onlar da denizin kabarıp inmesi gibidir. Allahım bunları ona ilet! Ey Muhammed! Rabbinin yanında bizleri de an. Kalbinden bizleri çıkarma. Eğer bizlere vakar ve sekînet bırak-masaydın, ardında bıraktığın yalnızlığa ve hasrete kimseler dayanamazdı. Allahım! Bunları sevgili dostuna ilet. Onun sevgisini içimizde koru.”97 Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 7/215; ibn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 2/264-265; ibn Hacer-i Kastallânî, el-Mevâhîbü’l-Ledüniyye, 3/570; Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 14/153. 84 85 İKİNCİ KISIM Hz. EBÛ BEKİR-İ SIDDÎK’IN (r.a) VEFATI Hz: Ebû Bekir (r.a) ölüm döşeğine düştüğü vakit kızı Hz. Âişe (r.anh) yanına geldi ve onun halini anlatmak için şu beyti okudu: Hayatıma yemin olsun ki, servet vermez fayda, Ölüm gelip çatıp artık göğüs daraldığında. Ebû Bekir (r.a) bunları işitince biraz kendine gelir gibi oldu ve kızına, “Öyle değil, bilakis şu âyeti oku: Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir ve, ‘İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir’ denir.”98 Sonra kızına şu vasiyette bulundu: “Şu iki elbisem var ya, onları güzelce yıkayın ve beni onlarla kefenleyin, çünkü hayattakiler yeni elbiselere daha muhtaçtırlar.” Hz. Âişe (r.anh) babasının vefatı sırasında onun halini temsil etmek için şu beyti okudu: Yağmurlar istenirdi onun hürmetine, nur gibiydi, Yetimlerin baharı, dul kadınların sığınağıydı. Ebû Bekir (r.a) bunu işitince, “Bu söylediklerin Resûlul-lah’a (s.a.v) ait vasıflardır” dedi. Hastalığının fazlalaştığı sıralardı. Birçok kimse ziyaretine geldi ve, “Sana bir doktor çağırsak da bir baksa, olmaz mı?” dediler. Hz. Ebû Bekir şu cevabı verdi: “Doktorum bana baktı ve, ‘Ben dilediğimi yaparım’ dedi.” Bir ara Selmân-ı Fârisî, Ebû Bekir-i Sıddîk’ı hastalığı sırasında ziyarete geldi. Ona, “Ey Ebû Bekir, bana tavsiyelerde bulun” dedi. Ebû Bekir (r.a), “Allah Teâlâ sizlere dünyanın kapılarını açacaktır. Ondan sadece ihtiyacınız olduğu kadar alın. Sabah namazını kılan kimse Allah’ın hima-yesindedir. Sakın Allah’a olan ahdinizi bozmayın, yoksa sizi yüzüstü cehenneme sürer.” Hz. Ebû Bekir (r.a) artık iyice ağırlaşmış, iyileşme ümidi kesilmişti. İnsanlar kendisinden yerine geçecek birini tayin etmesini istediler; o da, “Ömer’i bırakıyorum” dedi. Bunun üzerine insanlar, “Ey Ebû Bekir! Bize çok sert ve kaba birini bıraktın; rabbinin huzurunda ne cevap vereceksin?” diye sordular. O da, “Rabbime, ‘Senin kullarına onların en hayırlısını halife bıraktım’ derim” diye cevap verdi. Sonra birini göndererek Ömer’i çağırttı, ona, “Sana bir vasiyetim var, iyi dinle! Allah Teâlâ’nın, gündüz yapılmasını istediği birtakım hakları (ibadet ve vazifeler) vardır ki bunların geceleyin yapılmasını kabul etmez. Aynı şekilde gece yerine getirilmesini istediği birtakım hakları da vardır ki onların da gündüz yapılmasını kabul etmez. Allah (c.c) kul farz ibadetleri yerine getirmedikçe nafileleri kabul etmez.” Kaf 50/19. Farzlar terkedilerek yapılan nafile ibadetlerin bir faydası olmaz şeklinde anlaşılmalıdır. ¦* 86 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 87 ÜÇÜNCÜ KISIM Hz. ÖMER’İN (r.a) VEFATI Amr b. Meymûn (rah) anlatıyor: Hz. Ömer’e suikast yapıldığı sabah ben de oradaydım. Aramızda sadece Abdullah b. Abbas (r.a) vardı. Hz. Ömer (r.a) namaz kıldırmak üzere mihraba doğru ilerlerken her iki safın arasına geldiğinde, “Safları düzeltin” der, ondan sonra diğer safa geçerdi. En sonunda mihraba ulaşır ve tekbir getirerek namaza başlardı. Çoğu kere, özellikle sabah namazlarında cemaat namaza yetişsin diye ilk rek’atlarda Yusuf yahut Nahl sûrelerini okurdu. O sabah da yine aynen yapmış ve mihraba geldiğinde niyetini ederek tekbir almıştı ki onun, “Köpek beni yaraladı” dediğini işittim. Mugîre b. Şu’be’nin kölesi Ebü’l-Lü’lü onu yaralamıştı. Kâfir adam100 ne olacak! Kullandığı bıçağın her iki tarafı da keskindi. Ebü’l-Lü’lü mescidden elindeki bıçağı sağa sola sallayarak kaçmış, bu sebeple on üç kişi yaralanmıştı. Bunlardan, bir rivayete göre dokuzu, diğer bir rivayete göre de yedisi hayatını kaybetmişti. 100 Ebü’l-Lü’lü, ateşe tapan bir Mecûsî idi. Bu esnada, tam mescidden çıkarken Irak hacılarından biri onu gördü. Hemen üstündeki cübbeyi çıkarıp üzerine attı. Ebü’l-Lü’lü de herkesin üzerine çullandığını ve yakalandığını zannederek kendini bıçakladı. Hz. Ömer (r.a) Abdurrahman b. Avf’ı yerine, namazı kıldırması için geçirdi, çünkü ona en yakın o idi. Hz. Ömer’in arkasındaki herkes benim gördüklerimi gördüler. Arka saflarda ve mescidin ücra köşelerinde olanlar olan bitenden habersizdiler. Hz. Ömer’in sesi kesilince yanıldığını düşünerek, “Sübhânellah, Sübhânellah” demeye başladılar. Abdurrahman b. Avf kısa bir namaz kıldırdı. Namaz bitince Ömer (r.a), “Ey ibn Abbas! Bak bakalım beni bıçaklayan kimmiş?” dedi. İbn Abbas, bu işi kimin yaptığını öğrenmek üzere yanından ayrıldı. Bir müddet sonra geldi ve, “Ey Ömer! Seni bıçaklayan Mugîre b. Şu’be’nin kölesi imiş. “Hz. Ömer (r.a), “Allah kahretsin! Ben ona daima iyiliği tavsiye edip doğruyu göstermiştim. Ama Allah’ıma şükürler olsun ki, benim ölümümü bir müslümanın elinden yapmadı. Medine’de gayri müslimlerin çoğalmasını isteyen sen ve babandı. Onlara en çok acıyan ve şefkat gösteren de Abbas idi.” ibn Abbas, “İstersen onların hepsini öldürelim?” dedi. Hz. Ömer (r.a), “Dilimizi konuştuktan, kıblemize yöneldikten ve haclarını yaptıktan sonra, artık böyle bir şey olmaz” dedi. Sonra evine götürüldü, biz de beraberinde gittik. İnsanlar şaşkındı. Sanki daha önce başlarına böyle bir felâket hiç gelmemiş gibiydiler. Kimi, “Yarası ciddi, hayatî tehlikesi var” derken, kimi de, “Zannımca önemli bir şeyi yok” diye konuşuyorlardı. Sonra bir doktor getirtildi. Doktor hurma şırası içmesini söyledi. Biraz içirdiler, fakat bağırsaklarından dışarı akıyordu. Süt içirdiler, yine aynı şekilde oldu. Bunu görenler 88 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂÜ 89 Hz. Ömer’in öleceğini anladılar, çünkü bıçağın darbesi iç organlara kadar sirayet etmişti. Ben de ziyaretine gittim. İnsanlar ona övgülerde bulunuyorlardı. Sonra bir genç geldi ve, “Ey müminlerin emîri! Allah azze ve celleden sana müjdeler var! Zira sen Resûlullah’ın (s.a.v) sohbetinde bulunup onunla arkadaşlık ettin. Bildiğim kadarıyla da ilk müs-lümanlardansın. Sonra onların başına önder oldun ve adaletle yönettin. Şimdi de şehid oluyorsun.” Hz. Ömer (r.a), “Bu işler ne faydama ne de zararıma! Ben sadece bunların, âhiretim için yetecek kadar olmasını isterdim” dedi. Bu konuşmalardan sonra delikanlı ayrılmak üzere arkasını döndü. Entarisi uzunluğundan dolayı yerlerde sürünüyordu. Hz. Ömer (r.a), “O genci buraya çağırın” dedi. Onu bulup getirdiler. “Yeğenim! Elbiseni biraz yukarı kaldır! Böylelikle hem daha temiz kalmış hem de rabbine karşı daha takvâlı davranmış olursun” diye nasihatte bulundu. Râvi anlatmaya şöyle devam ediyor: Hz. Ömer (r.a) oğlu Abdullah’tan ne kadar borcu olduğunun tesbit edilmesini istedi. Hesabın sonunda yaklaşık 86.000 dirhem borcunun olduğu ortaya çıktı. Hz. Ömer, “Eğer ailemizin malı bu borçları ödemeye yeterse onlarla öde, yetmezse git Kâ’b b. Adîoğulları’ndan iste. Onlarınki de yetmezse Kureyş kabilesinden iste, başka bir yere de gitme. Bunlar yeterlidir. Borcumu ödedikten sonra müminlerin annesi Âişe’nin yanına git ve, “Ömer’in sana selâmı var” de. Sakın, “müminlerin emîri” ifadesini kullanma, çünkü artık müminlerim emîri değilim. Sonra ona, “Ömer sizden, iki arkadaşının [Resûlullah (s.a.v) ve Ebû Bekir’in] yanına defnedilmek için izin istiyor” de dedi. Abdullah Hz. Âişe’nin (r.anh) yanına gitti. İzin alarak içeri girdi. Selâm verdi. Hz. Âişe (r.anh) oturmuş ağlıyordu. Abdullah, “Ömer b. Hattâb size selâm gönderiyor ve iki arkadaşının yanına defnedilebilmek için sizden müsaade istiyor” dedi. Hz. Âişe, “Ben orayı kendim için düşünüyordum, fakat bugün Ömer’i kendime-tercih ediyorum” dedi. Abdullah babasının yanına döndü. Oradakiler Ömer’e, “Bu oğlunuz Abdullah, geri döndü” dediler. Hz. Ömer, “Beni kaldırın” dedi. Oradakilerden biri onu kendine yaslayarak kaldırdı. Hz. Ömer, “Ne haberler getirdin?” diye sordu. Abdullah, “Sevineceğiniz bir şey! Ey müminlerin emîri, Hz. Âişe (r.anh) izin verdi” dedi. Hz. Ömer, “Allah’a hamdol-sun! Benim için bundan daha önemli bir şey yoktu. Öldüğüm zaman beni Hz. Âişe’nin odasına götürün.101 Abdullah, oraya girince Âişe’ye selâm ver ve, ‘Ömer buraya defnedilmek için sizden izin istiyor’ de. Eğer izin verirse beni oraya gömün, yok vermezse müslümanların umumi kabristanlığına götürürsünüz” dedi. Biraz sonra müminlerin annesi (Hz. Ömer’in kızı) Hafsa (r.anh) geldi. Kadınlar onu örtüyorlardı. Onu görünce hepimiz ayağa kalktık. Babasının yanında kalıp bir müddet ağladı. Erkekler de içeri girmek isteyince onlara izin verildi. Ben de onlarla beraber girdim, içeriden Hafsa’nın (r.anh) ağlama seslerini işitiyorduk. Erkekler, “Ey müminlerin emîri, bizlere vasiyetini et ve yerine halife bırak” dediler. Hz. Ömer, “Ben bu göreve Resûlullah’ın (s.a.v) kendilerinden razı olarak vefat ettiği şu altı kişiden başkasını lâyık görmüyorum” dedi ve onları saydı: “Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Sa’d b. Ebû Vakkas ve Abdurrahman b. Avf. 101 Zira Hz. Peygamber’in kabri, Mescid-i Nebevi ile yan yana bulunan Hz. Âişe’nin odasında bulunmaktaydı. 90 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 91 Bu iş için oğlum Abdullah da sizlere şahitlik eder. Onun bu işte hiçbir hakkı yoktur, yani o halife olamaz. Onun orada bulunması taziyeleri kabul etmek gibi bir şeydir. Eğer Sa’d halife olursa ne güzel! Yok, başkasını seçerlerse mutlaka Sa’d’dan istifade etsin. Ben onu Küfe valiliğinden, bu göreve yetersizliği ya da hainliği nedeniyle azletmedim.102 Benden sonra halife olacak kişiye vasiyetim, ilk hicret edenlerin faziletlerini bilmesi ve onlara saygı duymasıdır. ve yine ona vasiyetim şudur ki, kendilerinden önce Medine’yi yurt edinip kendilerinden önce iman etmiş ensara karşı iyilikle muamelede bulunmasıdır. Onlardan iyi işler yapanlara ihsanda bulunsun, kusuru bulunanları da affetsin. Diğer şehirlerin insanlarına da iyi davransın. Çünkü onlar İslâm’ın dayanağı, devlet hazinesinin kaynağı ve düşmanlarımızın korkusudur. Zekât ve sadaka gibi hususlarda onları fazla zora sokmasın ve ancak rızaları ile kendilerinden arta kalan kısmı alsın. Göçebelere yani köylülere de iyi davranmasını vasiyet ediyorum, zira onlar Araplar’ın aslı, İslâm’ın aslî maddesidir. Onlardan aldığı sadaka ve zekâtları tekrar fakirlerine dağıtsın. Allah’ın ve Resûlü’nün koruma altına aldığı zimmîlere, kendilerine vaad edilen hususlara riayet etmesini, onları korumasını ve altlarından kalkamayacakları yükü onlara yüklememesini tavsiye ediyorum.” Sonra Hz. Ömer vefat etti. Hazırlanıp kefenlendikten sonra Hz. Âişe’nin (r.anh) yanına (evine) götürdük. Abdullah b. Ömer selâm verdi ve, “Ömer b. Hattâb buraya defnedilmek için sizden izin istiyor” dedi. Hz. Âişe (r.anh), “Onu içeri getirin” buyurdular. Böylelikle Hz. Ömer’in cenazesi iki arkadaşının yanına defnedilmiş oldu. Resûlullah (s.a.v) buyuruyorlar ki: “Cebrail bana, ‘İslâmiyet Ömer’in ölümüne ağlasın’ dedi.”103 Abdullah b. Abbas (r.a) anlatıyor: Hz. Ömer’in cenazesi evinde bir divanın ‘üzerine konulmuştu. İnsanlar etrafını kuşatmışlar, rahmet ve merhamet dualarında bulunuyorlardı. Ben de aralarında idim. Birden bir el omuzuma ilişti, korktum, arkamı döndüğümde gördüm ki Âli b. Ebû Tâlib (r.a)! Ömer’e rahmet dualarında bulundu ve ona şöyle dedi: “Kendin gibi amel işleyen birini arkanda bırakmadın. Gerçekten senin ameline benzer bir amelle Allah’a vâsıl olmak isterdim. Yemin ederim ki, Allah (c.c) seni iki arkadaşınla beraber edecektir. Çünkü ben çok kereler Resûlul-lah’ın (s.a.v) şöyle dediğini işittim: “Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce… gittik. Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce … çıktık. Ben, Ebû Bekir ve Ömer beraberce girdik…”104 1 Hz. Ömer (r.a) hicretin 21. (642) yılında Sa’d b. Ebû Vakkas’ı Küfe valiliğine tayin etmiş, ancak daha sonra tekrar bu görevden onu kendisi azletmiştir. 1 ibn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk, 44/138; İbnü’l-Cevzî, a.g.e., nr. 597. Hadisin ibn Asâkir rivayetleri ile ilgili kısımları için bk. ibn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, 1/346; Şevkâ-nî, Fevâidü’l-Mecmûa, Menâkıbü’l-Hulefa, 21. ‘ Buhârî, Fezâil, nr. 4, 6; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 14; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 8115; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/112. 92 ÖLÜM ve SONRASI DÖRDÜNCÜ KISIM Hz. OSMAN’IN (r.a) VEFATI Hz. Osman’ın (r.a) şehid edileceğini haber veren hadis meşhur ve herkesçe malûmdur. Abdullah b. Selâm (r.a) anlatıyor: “Kardeşim Osman evinde kuşatma altına alınmıştı. Onu ziyarete gittim. Mer-habalaştıktan sonra bana dedi ki: ‘Kardeşim, bu gece şu pencerede Resûlullah’ı gördüm, bana, ‘Ey Osman! Seni muhasara altına mı aldılar?’ dedi. Ben, ‘Evet’ dedim. ‘Seni susuz mu bıraktılar?’ diye sordu; ben, ‘Evet’ dedim. Sonra bana içi su dolu bir kap uzattı. Kana kana içtim, öyle ki onun serinliğini hâlâ göğsümde hissediyorum. Resûlullah (s.a.v), ‘Ey Osman, istersen seni düşmanlarına karşı galip kılalım, istersen iftarını bizim yanımızda yap’ dedi. Ben iftarımı onun yanında yapmayı tercih ettim.” Abdullah b. Selâm (r.a) der ki: “Hz. Osman işte o gün şehid edildi.”105 Yine Abdullah b. Selâm (r.a) anlatıyor: “Hz. Osman (r.a) şehid edilip kanlar içinde ruhunu teslim ederken yanında bulunanlara, ‘Hz. Osman ruhunu teslim ederken neler söyledi?’ diye sordum. Üç defa, ‘Allahım! Muhammed’in ümmetini topla, bir araya getir’ diye söylendiğini işittik dediler. Ben de nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ediyorum ki, eğer Hz. Osman (r.a) o haldeyken ümmetin 105 Bir rivayette Hz. Osman o sabah oruçlu olarak sabahlamış ve o gün şehid edilmiştir. İMAM GAZÂLÎ 93 bir araya gelmemesi için dua etseydi, kıyamete kadar asla bir araya gelemezlerdi.” Sümâme b. Hazn el-Kuşeyrî (rah)106 anlatıyor: “Hz. Osman (r.a) evini kuşatanların karşısına çıkıp, ‘Sizi bana karşı kışkırtan o iki kişiyi getirin’ dediği vakit ben de oradaydım. Deveye ya da eşeğe benzeyen iki adam getirdiler. Hz. Osman (r.a), ‘Allah ve Resulü adına söyleyin! Hani Resûlullah (s.a.v) Medine’ye geldiğinde, içilebilecek tek tatlı suyu olan Rûme Kuyusu’ndan başka bir kuyu yoktu. O vakit Resûlullah (s.a.v), “Rûme Kuyusu’nu kim satın alırsa, o kuyunun her kovasına karşılık kendisine cennette daha hayırlısının verilmesine talip olan kim vardır?”107 diye sorduğunda ben o kuyuyu kendi öz malımla alıp müslümanlara bağışladığımı bilmiyor musunuz? Siz ise bugün beni o kuyunun suyundan ve hatta deniz suyundan bile içmekten alıkoyuyorsunuz.’ Ayaklananlar, ‘Allah için doğru söylüyorsun’ dediler. Hz. Osman (r.a), ‘Allah (c.c) ve İslâm için doğru söyleyin; Mescid-i Nebevî artık iyice daralmış, cemaat sığmaz olmuştu. Resululllah (s.a.v): Cennette karşılığı kendisine kat kat daha fazlası ve hayırlısı verilmek üzere, falan ailenin arsasını kim alır ve mescidimize katar?108 buyurdular. Ben o zaman kendi öz malımdan çıkarıp o arsayı satın almamış mıydım? Şimdi ise orada iki rek’at namaz kılıma- 106 Muhadramunlardandır. Yani, Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında yaşamış, fakat kendisini görme imkânı bulamamıştır. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Âişe’yi (r.a) görmüştür (bk. Ebû Nuaym-ı isfahânî, Ma’rifetü’s-Sahâbe, 3/295). 107 Buhârî, Fezâilü’l-Ashâb, 47;Tirmizî, Menâkıb, 18;Nesâî, ihbâs, 4; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 1305. Tebrîzî, Mişkât, nr. 6066. Hz. Osman (r.a) bir yahudinin mülkiyetinde olan Rûme Kuyusu’nu 20.000 dirheme satın alarak bütün müslümanların istifadesine sunmuştu. 108 Tirmizî, Menâkıb, 18; Nesâî, ihbâs, 4; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 1305, Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 36280. ÖLÜM ve SONRASI ma engel oluyorsunuz, öyle değil mi?’ dedi. Ayaklananlar, ‘Allah var, doğru söylüyorsun’ dediler. Hz. Osman (r.a), ‘Allah ve İslâm adına doğruları söyleyin, ben Tebük Gazvesi askerlerini kendi malımdan giydirip kuşatmadım mı? Onlara silâh ve teçhizat almadım mı?’ Ayaklananlar, ‘Allah için bunlar doğru’ dediler. ‘Allah (c.c) ve İslâm hakkı için doğru söyleyin; Resûlullah (s.a.v) Mekke’deki Sebîr dağında idi. Yanında Ebû Bekir, Ömer ve ben vardım. Bir ara dağ sallanmaya başladı, öyle ki kayaları dağın dibine kadar yuvarlanmıştı. Resûlullah (s.a.v) ayağıyla yere vurarak, Ey Sebîr, sakin ol I Zira üzerinde bir peygamber bir Sıd-dîk ve iki tane de şehid bulunmaktadır109 dediğini işitmediniz mi?’ Ayaklananlar, ‘Allah için bunu da işittik’ dediler. Bunun üzerine Hz. Osman (r.a), ‘Allahüekber! Benim lehime tanıklıkta bulundunuz. Kabe’nin rabbine yemin olsun ki ben şehid olacağım’ dedi.” Dabbe110 ihtiyarlarından biri anlatıyor: “Hz. Osman (r.a) hançerlenip de kanlar sakallarına doğru akmaya başladığı zaman, ‘Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim. Gerçekten ben (nefsime) zulmedenlerden oldum’111 âyetini okudu; ardından, ‘Alla-hım! Şu düşmanlarımı sana havale ediyorum. Bütün işlerimde senden yardım diliyor ve beni imtihan ettiğin şeye karşı senden sabır diliyorum’ diye dua etti.” ‘ Bir önceki hadisin tahricine bakınız. Ayrıca bk. ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 1305; ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 7/178. J Bir dağın ismidir. Mescid-i Hayf’ın bulunduğu yerdedir (bk. Abdullah-ı Bekrî, Mu’ce- mü mâ ista’cem, “Dabbe” md. 1 Enbiyâ 21/87. İMAM GAZÂLÎ 95 BEŞİNCİ KISIM Hz. ALİ’NİN (r.a) VEFATI Asbağ-ı Hanzalî anlatıyor: “Hz. Ali’nin suikasta uğrayacağı sabah güneşin doğmasının yaklaştığı vakitlerdi. Müezzini İbn Tayyâh onu kaldırmaya gelmişti. Hz. Ali’nin üzerinde büyük bir yorgunluk ve ağırlık hissi vardı. İlk seferde kalkamamıştı. Müezzini ikinci sefer geldiğinde yine aynı haldeydi, kalkamamıştı. Üçüncü sefer geldiğinde kalktı ve yürümeye başladı. Hem yürüyor hem de şu beyitleri mırıldanıyordu: Hazırla kendini ölüme, zira sana yaklaşmakta, Senin vadine (yanına) geldiğinde sakın ondan sızlanma. Hz. Ali (r.a) mescidin küçük kapısına yaklaştığında bir Haricî olan Benî Murâd kabilesinden Abdurrahman b. Mül-cem tarafından saldırıya uğradı ve hançerlendi (Küfe 40/661). Bu sırada sesleri duyan kızı Ümmü Gülsüm112 hemen dışarı çıktı. Babasının yaralandığını görünce, ‘Nedir bu sabah namazının vaktinden çektiklerim! Eşim, müminlerin izahat için 92 numaralı dipnota bakınız. 96 ÖLÜM ve SONRASI emîri (Ömer r.a ) sabah namazında şehid edildi. Babam Hz. Ali de sabah namazı şehid edildi’ dedi.” Kureyş’in ihtiyarlarından biri der ki: “Hz. Ali, Abdurrah-man b. Mülcem tarafından hançerlendiği sıra, ‘Kabe’nin rabbine yemin olsun ki ben kurtuluşa erenlerden oldum’ dedi.” Muhammed Bakır b. Ali Zeynelâbidîn der ki: “Dedem hançerlendiği zaman oğullarına birtakım vasiyet ve nasihatlerde bulundu. Sonra, ruhu kabzedilene kadar 1â ilahe illallah’ zikrinden başka hiçbir şey konuşmadı.” Hz. HASAN ve HÜSEYİN’İN (r.a) VEFATLARI Hz. Hasan (r.a) zehirlenmenin tesiriyle113 artık iyice ağırlaşmaya başladığı zaman kardeşi Hüseyin (r.a) yanına geldi. Onu endişe ve umutsuzluk içinde görünce, “Neden sızlanıyorsun? Deden Resûlullah’ın, baban Hz. Ali’nin, büyük annen Huveylîd kızı Hz. Hatice’nin ve annen Fâtıma’nın, amcaların Hamza ve Ca’fer’in yanına gidiyorsun, bunda endişe edilecek bir durum yok” dedi. Hz. Hasan (r.a), “Ey kardeşim! Bugüne kadar kendisine hiç gitmediğim ve yapmadığım bir işe, ölüme gidiyorum” dedi. Muhammed b. Hasan (r.a) anlatıyor: “Hz. Hüseyin (r.a) Ehl-i beyt ile birlikte Kerbelâ denilen yere vardıklarında Ubeydullah b. Ziyâd’ın adamları etraflarını kuşatmıştı. Hz. Hüseyin (r.a) öldürüleceklerini anlayınca ayağa kalktı, Allah’a hamd ve senalarda bulunduktan sonra şu konuşmayı yaptı: Hz. Hasan (r.a), zevcesi Cade bint Eş’as tarafından, 49 (669) senesinde zehirlenerek şehid edildi. Cenaze namazını Saîd b. Âs kıldırdı. Kardeşi Hz. Hüseyin (r.a) tarafından Medine-i Münevvere’deki Bakî Kabristanlığfna defnedildi. İMAM GAZÂLÎ 97 Gördüğünüz her şey Allah’ın takdiriyle olmuştur. Dünya değişti, her şey bir bilinmezliğe büründü. İyilik diye bir şey kalmadı. Bir kaptan damlayan ne ise o da o kadar işte. Bundan dolayı böyle hayırsız ve verimsiz bir yerde yaşamak bana yeter de artar bile. Hak ve hakikat ile amel edilmediğini, bâtıldan da sakı-nılmadığını görmez misiniz? Bu bakımdan mümine düşen vazife, kendisini Allah’a kavuşturacak yollara rağbet etmesidir. Ben şu halimle ölümü bir saadet, zalimlerle yaşamayı ise kendim için bir cürüm olarak görüyorum.” 98 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 99 BEŞİNCİ BÖLÜM BAZI SAHABE, TABİÎN ve ONLARDAN SONRA GELEN TASAVVUF BÜYÜKLERİNİN SON NEFESLERİNDEKİ SÖZLERİ Muâz b. Cebel (r.a) vefat anında şöyle demiştir: “Allahım! Şu zamana kadar senden korkuyor, çekini-yordum; şimdi ise senin rahmetini ümit ediyorum. Allahım! Sen de biliyorsun ki, ben dünyayı, orada uzun bir müddet kalmak, nehirler akıtmak, ağaçlar dikmek için sevmedim; bilakis sıcakta susuzluktan kavrulanların susuzluğunu gidermek ve zikir halkalarında âlimlerle birlikte olmak için sevdim.” Muâz b. Cebel’in (r.a) ölüm sancıları çok şiddetli geçmişti. Kimse onun gibi kıvrananı görmemişti. O baygınlığından her ayılısında, “Allahım! Boğazımı ne kadar dü-ğümlersen düğümle, izzetine yemin olsun ki, kalbimin seni sevdiğini biliyorsun.” Selmân-ı Fârisî (r.a) vefatı yaklaşınca ağlamaya başladı. Kendisine, “Sizi ağlatan nedir?” diye sorulduğunda, “Dünyadan kopacağıma ağlamıyorum. Resûlullah (s.a.v) vefat etmeden önce hepimizden dünyalık olarak bir yolcunun yanına aldığından daha fazlasını almamamız için söz almıştı. İşte üzüntüm bu husustaki endişem sebebiyledir” dedi. Selmân (r.a) vefat ettikten sonra terekesinin 10 küsur dirhem kadar olduğu görüldü. Bilâl-i Habeşî (r.a) vefat edeceği sıra hanımı, “Vay başımıza gelenler!”diye feryat etmeye başladı. Hz. Bilâl (r.a), “Aksine! Bu benim için büyük bir mutluluk, zira yarın ahbaplarıma, Muhammed’e ve onun dostlarına kavuşacağım” dedi. Anlatıldığına göre Abdullah b. Mübarek (rah) vefatı esnasında gözlerini açtı, gülümsedi ve, “Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş (ve saadet) için çalışsınlar”m âyetini okudu. İbrahim-i Nehâî (rah) vefatı esnasında ağladı. Kendisine neden ağladığı sorulduğunda, “Allah’tan, cennet ya da cehennemle beni müjdeleyecek bir elçi bekliyorum, ondan” diye cevap verdi. Muhammed b. Münkedir vefat etmeden kısa bir müddet önce ağlamaya başladı. Kendisine, “Sizi böyle ağlatan nedir?” diye sorulduğunda şöyle dedi: “Vallahi, bu ağlamam bilerek yaptığım bir günahın hatırıma gelmesinden dolayı değildir. Belki, önemsiz zannettiğim bir günahın Allah (c.c) katında büyük olması ve bu sebeple cezalandırılacağım korkusundandır.” Zühd ehli bir zat olan Âmir b. Abdikays vefatı esnasında ağlamaya başladı. Kendisine,”Sizi ağlatan şey nedir?” diye sorulduğunda şöyle demiştir: “Ölümden korktuğum ya da hâlâ dünyaya hırslı olduğum için ağlamıyorum; ben yazın sıcaktan kavrulanlara su dağıtmak için kaçırdığım fırsatlara ve kışın kalkmadığım gece namazlarına ağlıyorum.” Sâffât 37/61. 100 ÖLÜM ve SONRASI Fudayl b. İyâz (rah) son anlarında bir ara bayıldı, sonra gözlerini açtı ve, “Eyvah! Bu ne uzun yolculuk, yanımda ise ne az azık var!” dedi. Abdullah b. Mübarek (rah) son anlarında azatlı kölesi Nasr’a, “Başımı toprağa koy” dedi. Nasr ağlamaya başladı. İbnü’l-Mübârek, “Niye ağlıyorsun” diye sordu. Nasr, “Sizin o bolluk ve zenginlik zamanlarınızı hatırladım, şimdi ise fakir ve garip biri olarak hayata veda ediyorsunuz” dedi. İbnü’l-Mübârek (rah), “Sus, sesini çıkarma! Çünkü ben Allah’tan, beni zenginlerin yaşantısı gibi yaşatmasını ve fakirlerin ölümü gibi öldürmesini istemiştim. Şimdi bana keli-me-i tevhidi telkin et ve ben tekrarlamadığım müddetçe ikinci kez söyleme” dedi. Atâ b. Yesâr-ı Medenî anlatıyor: İblîs, son nefeslerini vermekte olan bir adama gözükerek, “Kurtuldun” dedi. Adam, “Henüz senin şerrinden emin olmuş değilim!” dedi. Yine sûfîlerden ölmek üzere olan biri ağladı, neden ağladığı sorulunca, “Allah Teâlâ’nın, ‘Allah ancak takva sahiplerini kabul eder’115 âyetini düşündüm, o sebeple ağlıyorum” demiştir. Hasan-ı Basrî (rah), ölümü yaklaşan bir hastanın ziyaretine gitti. Oradakilere şöyle dedi: “Bu ölüm işinin evveli budur, onun sonundan elbette sakınmak gerekir. Şu dünyanın da sonu budur, bunu gören kimsenin elbette işin başında ondan gönlünü çekmesi gerekir.” Cerîrî (rah) anlatıyor: Son nefeslerini verirken ben de Cüneyd-i Bağdâdî’nin (rah) yanındaydım. Günlerden cuma ve ayrıca nevruzdu.116 Kur’an okuyor, hatim etmeye çalışıyordu. Ben, “Ey Ebü’l-Kâsım! Bu halinde de mi Kur’an okumakla meşgulsün?” dedim, bana, “Defterim dürülmek 115 Mâide 5/37. 116 Nevruz: Baharın ilk günlerinde yapılan, özellikle Ortadoğu folklorunda yaygın olan şenlik, baharı karşılama bayramı. İMAM GAZÂLÎ 101 üzere iken bunu yapmaya benden daha lâyık kim olabilir ki?” dedi. Ruveym (rah) anlatıyor: Ebû Saîd el-Harrâz’ın vefatında yanındaydım. Son nefeslerinde şöyle diyordu: Ariflerin kalplerinin inilti ve meyli yalnızca O’nun zikri içindir. Münâcâtlarındaki sırlı zikirler yine O’nadır. Ölümünün kâseleri gezdirilince onların üstünde, her şükür sahibi biri gibi dünyadan ayrılıp ilâhî rahmete kavuşurlar. Onların gayretleri, gökteki parlak yıldızlar gibi parlayan, Allahın sevdiği kulların ordusuna katılmaktır. Öldürülürken onun sevgisiyle bedenleri, ruhları perdeler altında en yüksek zirvelere doğru çıkmaktadır. Onlar bu yolculuklarını ancak sevgililerinin yanında son buldururlar. Ruhları kendilerinden ayrılırken bir acı veya zarar da görmezler. Cüneyd-i Bağdâdî’ye, “Ebû Saîd Harrâz (rah) ruhunu teslim ederken çokça vecde ve cezbeye kapıldı, bu hususta ne dersiniz?” diye sorulunca Cüneyd, “Onun ruhunun rabbine kavuşmak için iştiyak ile uçması şaşılacak bir olay değildir” demiştir. Vefatı sırasında Zünnûn-i Mısrî’ye (rah), “Canın ne istiyor?” diye sorulduğunda Zünnûn, “Evet, ölümümden önce bir anlık da olsa onu gerçek mânada tanımak istiyorum” demiştir. Yine ruhunu teslim etmek üzere olan bir velîye yanındakiler, “Allah de” diye telkinde bulunduklarında, velî, “Ne zamana kadar böyle deyip duracaksınız? Ben zaten Allah aşkı ile yanmaktayım” dedi. Sâlihlerden biri anlatıyor: “Mümşâd-ı Dîneverî’nin (rah) yanında idim. Simasından hal ehli biri olduğu anlaşılan bir fakir çıkageldi. Selâm verdi, biz de selâmını aldık. Bize, ‘Burada bir insanın ölebileceği temiz bir mekân var mı?’ di- 102 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 103 ye sordu. Ona temiz bir yer, bir de çeşme gösterildi. Bu fakir adam çeşmeye gidip abdestini tazeledi, sonra biraz namaz kıldı, ardından kendisine gösterilen yere gelerek uzandı. Biraz sonra gözlerini kapadı ve oracıkta öldü.” Ebü’l-Abbas-ı Dîneverî bir mecliste konuşma yapıyordu. Onun sohbetini dinleyen kadınlardan biri aşka gelerek bir sayha attı. Ebü’l-Abbas erkeklerin yanında böyle bir şeyin yapılmasından hoşlanmadı ve kadına, “Gerçekten kendini Allah’ta fâni olmuş, onun aşkında garkolmuş hissediyorsan öl” dedi. Kadın kalkarak mescidin kapısına doğru ilerledi. Tam çıkmak üzereyken Ebü’l-Abbas’a döndü: (İçinden Allah’ın kendisini mahcup etmemesini istedi ve kendinde zuhur eden o halin doğru olduğu ispat için ölmeyi temenni etti. Allah duasını kabul etti) ve kadın, “işte öldüm” diyerek orada ruhunu teslim etti. Ebû Ali-i Rûzbârî’nin kız kardeşi anlatıyor: “Kardeşim Ebû Ali son nefeslerini verirken başı kucağımda idi. Baygındı, bir ara gözlerini açtı ve, ‘İşte bunlar gökyüzünün kapıları, açılmışlar. Bunlar ise cennetler, süslenmişler. Biri bana, Ey Ebû Ali! Her ne kadar sen istememiş olsan da biz seni en yüksek derecelere çıkardık’ diyor. Ebû Ali sonra şu beyitleri okudu: Senin hakkına yemin olsun ki, seni görene dek hiçbir kimseye muhabbet gözüyle bakmadım. (Ey sevgili) Bir an senden gafil kalsam, senin bana azap edeceğini biliyorum, bir de senin hayandan dolayı kızaran yanaklar bana azap eder.117 117 Zebîdî, Kuşeyri Risâlesi’nöe de geçen bu şiirin, başka bir yazma nüshada şu şekilde geçtiğini kaydeder: (Ey sevgili!) Sona erdirsen de sana olan sevgimi, Bu kalbim yine senden gayrisine meyletmez ki. (bk. Zebîdî, İthaf, 14/228). Son nefeslerini vermek üzere olan Cüneyd-i Bağdâ-dî’ye, “Lâ ilahe illallah de” diye telkinde bulunduklarında Cüneyd, “Ben O’nu unutmadım ki hatırlamaya çalışayım!” demiştir. Şiblî’nin hizmetçisi, Ca’fer b. Nusayr (el-Huldî) Bekrân-ı Dîneverî’ye, “Vefatı esnasında onda ne gibi haller gördün” diye sorulduğunda Ca’fer, “Şiblî bana, ‘Üzerimde bir mazlumun bir dirhem hakkı vardı. Sonra o parayı sahibi namına binlerce misliyle sadaka olarak verdim ama şu anda kalbimi rahatsız eden, ondan daha büyük bir şey yok’ dedi.” Sonra, “Haydi, bana abdest almamda yardımcı ol” dedi. Ben de ona abdest aldırdım. Sakallarının arasını hilâl-lemeyi unuttum, o anda dili tutuktu. Elimden tuttu, parmaklarımı sakallarının arasına soktu ve onu hilâllettirdi, sonra ruhunu teslim etti. Ca’fer bunları anlattıktan sonra ağlayarak der ki: “Ömrünün son nefeslerinde dahi dinin edeplerinden bir edebi bile terketmeyen biri hakkında ne dersiniz?” Bişr-i Hâfî’nin vefatının son anlarında sıkıntılı sıkıntılı davrandığını gören biri, “Sanki hayatı arzuluyor gibisin?” dediğinde Bişr, “Evet, Allah’ın huzuruna varmak gerçekten de zor bir iş!” dedi. Salih b. Mismâr’a, “Oğlunu ve aileni, kendilerini gözetmeleri için birilerine vasiyet etmeyecek misin?” diye sorduklarında: “Onları Allah’tan gayrisine havale etmekten haya ederim” demiştir. Ebû Süleyman Dârânî ağırlaştığı zaman dostları ziyaretine gelerek, “Müjdeler olsun! Çok bağışlayan ve esirgeyen rabbinin huzuruna gidiyorsun” dediler. Ebû Süleyman, “Bunun yerine, ‘Küçük günahların hesabını soran, büyüklerin de cezasını veren Allah’ın yanına varıyorsun’ desenize!” dedi. 104 ÖLÜM ve SONRASI Ebû Bekir-i Vâsıtî (rah) ölüm döşeğine düştüğü zaman kendisine, “Bize vasiyette bulun” denildiğinde hazret, “Allah’ın sizdeki haklarını muhafaza edin” dedi. Sâlihlerden biri son anlarına yaklaşınca hanımı ağlamaya başladı. “Neden ağlıyorsun?” diye sorduğunda, “Senin için ağlıyorum” der. Salih, “Şayet ağlayacaksan kendine ağla, yoksa ben kırk yıldır bugünüm için ağlamaktayım” dedi. Cüneyd-i Bağdadî (rah) anlatıyor: “Ölüm hastalığında üstadım Serî-i Sakatî’nin ziyaretine gittim. “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” diye sordum, bana şu bey iti okudu: Başıma gelenler doktorumdan olunca, ona bunları nasıl şikâyet edeyim! Sonra onu serinletmek için bir yelpaze aldım. Bunu görünce, “Ciğeri yanan biri yelpazenin serinliği ile ne bulacak?” dedi ve şu beyitleri okudu: Kalp kavrulmuş, göz yaşları dinmek bilmiyor, keder keder üstüne, sabırsa bölük pörçük… Nasıl istikrar bulsun o kimsenin nefsi, kararsız hevâ ve hevesi ona günah işletmeye devam ettikçe… Ey rabbim! Benim için kurtuluş sağlayacak bir şey kalmışsa, ihsan et onu bana son nefeslerimde olsa da… Anlatıldığına göre Ebû Bekir Şiblî’nin arkadaşlarından bir grup, ölüm hastalığında iken ona ziyarete geldiler ve kendisine, “Lâ ilahe illallah de” diye telkinde bulundular. Bunun üzerine Şiblî şu beyitleri okudu: Bir ev ki sen varsan orada, artık ihtiyaç yoktur ışığa, Geldikleri zaman delilleriyle bütün insanlık bizim delilimiz ümidimizi bağladığımız cemâlindir artık. İMAM GAZÂLÎ 105 1 Bir gün olsun kurtulmayı beklersem senden eğer, vermesin Allah onu bana. Anlatıldığına göre Ebü’l-Abbas b. Atâ, hayatının son anlarında Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanına geldi. Selâm verdi, fakat Cüneyd hemen selâmını almadı. Aradan bir müddet geçtikten sonra selâmını aldı ve, “Selâmını geç aldığım için özür dilerim, çünkü ben günlük virdimi (zikrimi) çekiyordum” dedi. Sonra yüzünü kıbleye doğru çevirdi, Allahü-ekber dedi ve ruhunu teslim etti. Ölüm döşeğinde yatan Kettânî’ye (rah), “Amellerin ne türdendi? diye sorulur. Kettânî, “Ecelim yaklaşmış olmasaydı onu size anlatmazdım” dedi ve ardından şu halini anlattı: “Kırk yıldan beri kalbimin kapısında bekledim. Oradan Allah’ın rızâsının dışında bir şeyin geçtiğini gördüğümde onu hemen kalbimden uzaklaştırdım.” Mu’temir’in anlattığı bir kıssa şöyledir: Hakem b. Abdül-melik ölüm döşeğine düşüp de insanlar onu ziyaret ettiklerinde aralarında ben de vardım. “Allahım! Ona ölüm sancılarını kolaylaştır” diye ona duada bulundum. Ardından birçok iyiliğini zikrettim. Hakem bir zaman sonra kendine geldi ve, “O konuşan kimdi?” diye sordu. “Benim” dedim. Hakem, “Ölüm meleği bana, ‘Korkma! Ben her cömerde karşı çok yumuşak davranırım’ dedi.” Sonra ruhunu teslim etti. Yusuf b. Esbât-ı Şeybânî (rah) ölüm döşeğine düştüğü zaman dostu Huzeyfetü’l-Mar’aşî (rah) onun ziyaretine geldi. Onu sıkıntılı ve huzursuz bir vaziyette bir o yana bir bu yana sallandığını görünce, “Ebû Muhammedi Şimdi sıkıntı ve sızlanmanın zamanı mıdır?” dedi. Yusuf b. Esbât, “Ebû Abdullah! Nasıl sızlanmayayım, nasıl tedirgin olma- 106 ÖLÜM ve SONRASI yayım, Allah için ihlâsla, sadıkane olarak yaptığım bir amelimi hatırlamıyorum ki!” dedi. Huzeyfe demiştir ki: “Hayret doğrusu; böyle sâlih bir insan öleceği vakit bile Allah için ihlâslı bir ameli olmadığına yemin edebiliyor!” Megâzilî anlatıyor: Şu sûfî arkadaşlarımızdan, yaşlı ve hasta bir adamın yanına gittim. Son nefeslerini vermekteydi. Diyordu ki: “Ey rabbim! Bana dilediğini yapma imkânın var; bana yumuşak davran!” Vefatı esnasında şeyhlerden biri Mümşâd-ı Dîneverî’yi ziyarete geldi. “Allah (c.c) sana şöyle şöyle ikramlarda bulunsun, böyle ikram etsin…” diye dualarda bulundu. Müm-şâd güldü ve, “Otuz senedir cennet ve nimetleri bana arzedilmektedir, ancak ben onlara gözümün ucuyla dahi bakmış değilim” dedi.118 Son nefeslerini vermekte olan Ruveym’e (rah), “Lâ ilahe illallah de” diye telkinde bulunduklarında Ruveym onlara, ” Zaten ben ondan başka bir kelimeyi doğru dürüst söyleyemem ki?” karşılığını verir. Ölüm döşeğindeki Ebü’l-Hüseyin Nûrî’ye, “Lâ ilahe illallah de!” diye telkinde bulunduklarında hazret, “Bu anda ondan başka önemli bir iş mi var!” demiştir. Ebû Yahyâ-i Müzenî ölüm hastalığında İmam Şafiî’yi ziyaret etti. Ona lakabıyla hitap ederek, “Ebû Abdullah, halin nasıl?” diye sordu, İmam Şafiî, “Dünyadan göç etmek, kardeşlerimden ayrılmak, kötü amellerimle yüz yüze gelmek, ölüm kadehini içmek ve rab-bime varmak üzereyim. Bilemiyorum, ruhum cennete mi uçacak ki onu müjdeleyeyim; yoksa cehenneme mi gide- 1 Bu durum özellikle sâlihlerin son nefeslerinde görülen bir istiğrak halidir. Allah’ın rızâsından ve O’nun cemâlinden başka hiçbir şey istememek anlamına gelmektedir. İMAM GAZÂLÎ 107 cek, ona tahammül edeyim?” dedi ve ardından şu beyitleri okudu: Kalbim taşlaşıp yollarım tıkandığında, Teslim ettim ümitlerimi senin affına. Çok büyük geldi günahlarım bana, Ancak ne zaman ki geldi senin affınla yan yana, Senin affını daha büyük gördüm onun yanında. Affettin sen daima kullarının günahlarını, Eksik etmedin cömertliğini, affını ve ihsanını. Kurtulamazdı hiçbir kul şeytanın aldatmasından Sen olmasaydın eğer, Nasıl kurtulsun ki, aldatmıştı o temiz kulun Âdem’i meğer! Son demlerini yaşayan Ahmed b. Hadraveyh’e bir mesele soruldu, hazret ağlamaya başladı ve, “Yavrucuğum! Tam doksan beş senedir çalmakta olduğum kapı bugün açıldı. Cennete mi yoksa cehenneme mi açılacağını bilemiyorum. Bu durumda ne cevap vereyim ki?” dedi. işte, ariflerin son sözleri bu şekilde. Bu sözlerin her birinin farklı farklı olması onlara galebe çalan korku, ümit, şevk ve sevgi sebebiyledir. Herkes o anki durumuna göre farklı beyanlarda bulunmuştur. Her birinin dediği kendi makamına göre doğrudur. i.” 108 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 109 ALTINCI BOLUM CENAZEYE KATILAN KİŞİNİN DİKKAT ETMESİ GEREKEN EDEPLER Cenazeye katılan kişi, cenazenin önünde yürümeli, kendinin de o tabutun içinde olduğunu varsayarak tefekkür halinde bulunmalı ve bütün bunları tevazu halinde yapmalıdır (bunların edep ve sünnetlerini kitabımızın fıkhî meseleler kısmında incelemiştik). Bu husustaki edeplerden biri de, ölen kişi fâsık yani günahkâr biri olsa dahi onun hakkında iyi niyet dileklerinde bulunmaktır. Şu da var ki, ölen kişi her ne kadar zahiren temiz bir insan gibi olsa da, son nefesinin iman ile çıkıp çıkmadığı hususunda kaygılar olabilir. Çünkü o anda neler olacağı bilinemez. Bu konuda anlatılan bir olay şöyledir: Ömer b. Zerr’in (rah) bir komşusu vefat etmişti. Bu adam yaptığı kötü işlerle nefsine çok zulmetmişti. Bu sebeple insanlar onun cenazesine katılmadılar. Ömer, onun cenazesini hazırladı, namazını kıldı ve kabrine koydu. Sonra baş ucunda durdu ve, “Allah sana merhametiyle muamele buyursun! Ömrünü tevhid ile geçirdin, insanlar senin için, ‘O günahkâr ve isyankâr biridir’ desinler! Sen yüzünü topraklara bulayarak rabbine secdeler ettin. Hangimiz hatasız, hangimiz günahsızız ki!” Bu hususta anlatılan bir kıssa da şöyledir: Basra’nın kenar mahallelerinde zulmü ve günahkârlığı ile bilinen bir adam öldü. Hanımı kocasının cenazesini kaldıracak, onu gömecek hiç kimseyi bulamadı. Zira adam cürmüyle tanındığından kimse onun cenazesine katılmak istemedi. Kadın bunun üzerine iki hamal kiraladı, onu cenaze namazlarının kılındığı musalla taşının üzerine koy-durttu, ancak yine kimse namazını kılmadı. Kadın defnetmek üzere eşini kimsenin uğramadığı boş bir araziye götürdü. O beldeye yakın bir tepede herkesçe tanınan zâhidlerden büyük bir zat vardı. Kadın o zatı cenazeyi bekliyormuş gibi bir halde gördü. O büyük zat adamın cenaze namazını kılmak için ona yöneldi. Bu haber kısa zamanda Basra’ya yayıldı. Herkes bu zat ile birlikte adamın cenazesini kılmak üzereye oraya akın etti. Zâhid, kendisine, “Neden özellikle bu adamın cenazesini kıldınız?” diye soranlara, “Rüyamda bana, ‘Filan yere git, orada yanında hanımından başka kimsesi bulunmayan bir adamın cenazesi vardır; onun namazını kıl, çünkü o bağışlanmıştır’ denildi. İnsanlar iyice meraklanmaya başladı; bunun üzerine zâhid, ölen adamın karısını çağırarak kocasının hayattayken durumlarından sordular. Kadın, “Herkesin bildiği gibi işte… Meyhaneye gider, akşama kadar içki içerdi.” Zâhid, “İyi düşün! Yaptığı hayırlı bir ameli hatırlıyor musun?” diye sordu. Kadın, “Evet, onun devamlı yaptığı üç hayırlı amelini biliyorum: 1. Genelde sabah namazı vakti ayılırdı. Hemen elbiselerini değiştirir, camiye gider ve cemaatle namazını kılardı. Ancak sonra tekrar meyhaneye giderek günaha devam ederdi. 110 ÖLÜM ve SONRASI 2. Evde daima bir veya iki yetim bulundurmaya çalışırdı. Öyle ki onlara kendi evlâtlarından daha iyi bakardı. 3. Gecenin karanlığında sarhoşluğundan ayılır ve ağlayarak şöyle dua ederdi: Allahım! Cehennemin hangi köşesini bu menfur adamla dolduracaksın?” Zâhid bunları dinledikten sonra arkasını dönüp oradan ayrıldı. İnsanlar da merak ettikleri soruların cevabını almış oldular. Sıla b. Eşyem-i Adevî (rah) defnedilen kardeşinin kabrinin yanına gelerek şu beyiti okumuştur: Eğer sorgu suali geçersen gerçekten büyük bir tehlikeyi atlaşnnışsın demektir; yoksa kurtulacağını tahmin etmiyorum. KABİR EHLİNİN DURUMU Dehhâk b. Mezâhim anlatıyor: Adamın biri, “Ey Allah’ın Resulü! insanların en zahidi kimdir?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v), “Kabri ve oradaki çürümeyi unutmayan, dünyalık fuzulî şeyleri terkeden, âhireti dünyaya tercih eden, yarınki gününün derdine düşmeyen ve kendini kabirdeki insanlardan biri olarak gören kimse zâhiddir””9 diye cevap vermiştir. Hz. Ali’ye (r.a), “Neden kabristanlığa yakın bir yerde evini kurdun?” diye sorulduğunda, “Onları en iyi ve samimi komşular olarak buldum; dillerini tutmasını biliyorlar ve ayrıca âhireti hatırlatıyorlar” demiştir. Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 10565; ibn Ebû Şeybe, el-Musannef, 8/37/6/17; Hadisin mânasını ihtiva eden rivayetler için de bk. Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme,17; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/234; Hâkim, el-Müstedrek, 4/316; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Um-mâl, nr. 44054. İMAM GAZÂÜ 111 Resûlullah (s.a.v), “Kabir kadar ürkütücü bir manzara görmedim”120 buyurmuştur. Ömer b. Hattâb (r.a) anlatıyor: Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) ile kabristanlığa gittik. Bir kabrin başına oturdu. İçimizde ona en yakın bendim. Resûlullah (s.a.v) ağladı, ben de ağladım ve herkes ağladı. Bize, “Niye ağlıyorsunuz?” diye sordu, biz de, “Siz ağladığınız için ağladık, dedik. Resûlullah (s.a.v), “Bu annemin, Vehb kızı Amine’nin kabridir. Rabbimden onu ziyaret etmem için izin istedim, izin verdi. Ona istiğfarda bulunmam için izin istedim, fakat buna izin vermedi. İşte benim kalbime bir anne ile oğlu arasındaki şefkat duygusu geldi, ona ağladım”121 buyurdular. Osman b. Affân (r.a) bir kabrin başına oturduğu zaman sakalları ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine, “Ey Osman, neden cennet ya da cehennemden bahsedildiğinde ağlamıyorsunuz da bir kabrin başına oturduğunuz da ağlıyorsunuz?” diye soruldu. Hz. Osman (r.a) şöyle cevap verdi: Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: “Kabir, âhiret yolculuğunun ilk konağıdır. Eğer kişi buradan kurtulursa artık gerisi kolaydır. Yok, kurtulamazsa gerisi çok çetindir.”122 KABİR ZİYARETİ ve ÖLÜLERE DUA Erkek kadın herkese, ibret almak, ölümü hatırlamak maksadıyla kabirleri ziyaret etmek müstehaptır. Allah’ın velî kullarının kabirlerini, hem teberrük hem de ibret almak maksadıyla ziyaret etmek de böyledir. 120 Tirmizî, Zühd, 5; ibn Mâce, Zühd, 32; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/64; Hâkim, el-Müstedrek, 1/371; 4/331. 121 Müslim, Cenâiz, 105-106; Ebû Davud, Cenâiz, 81; Nesâî, Cenâiz, 101; ibn Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/441; Hâkim, el-Müstedrek, 2/336. 122 Tirmizî, Zühd, 5; ibn Mâce, Zühd, 32; Hâkim, el-Müstedrek, 1/371. 112 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ m Resûlullah (s.a.v) önceleri kabir ziyaretine izin vermiyordu, fakat sonraları izin vermiştir. Hz. Ali’den (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sizlere kabir ziyaretini yasaklamıştım, ama artık onları ziyaret edebilirsiniz. Ancak kimse oralarda çirkin ve kötü sözler konuşmasın.”123 Resûlullah (s.a.v) beraberindeki zırhlı bin kadar askerle annesinin kabrini ziyarete gitmişti. Bugüne kadar onun böyle ağladığını hiç kimse görmemişti. İşte bu ziyaretinde Resûlullah (s.a.v), “Ziyaretine izin verildi, ama onun için istiğfar etmeme izin verilmedi”124 buyurdu. Bu hadisi daha önce zikretmiştik. İbn Ebû Müleyke (rah) anlatıyor: Bir kabristanlıkta Hz. Âişe (r.anh) ile karşılaştım: “Ey Müminlerin annesi, nereden dönüyorsunuz” diye sordum. “Kardeşim Abdurrah-man’ı ziyaretten” dedi. Ben, “Resûlullah (s.a.v) kabir ziyaretini yasaklamamış mıydı?” diye sordum, “Evet, yasaklamıştı, ama daha sonra ziyaret etmemizi emretti” dedi. Yukarıda zikredilen hadise ile kadınların mezarları rahatça ziyaret edebileceği düşüncesine varılmasın. Zira onlar (ölmüş olan yakınlarını kaybetmenin acısına tahammül edemeyerek ya kendilerine ya da yakının ölümüne sebep olan kimselerin aleyhlerinde) kötü ve boş sözler konuşmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Kazanacakları sevap kazandıkları kötülüğü karşılamaz. Oraları ziyaret etmenin verdiği hüzün ve hasretle kendilerini dağıtırlar ve böylelikle mahrem yerlerini başkalarına göstermiş olurlar. Bunlar 113 1 Hâkim, el-Müstedrek, 1/376; Müttakî-i Hindi, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42555; Müslim, Cenâiz, 105-106; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 81; Nesâî, Cenâiz, 101; ibn Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/441. 1 Müslim, Cenâiz, 105-106; Ebû Davud, Cenâiz, 81; Nesâî, Cenâiz, 101; ibn Mâce, Cenâiz, 48; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/441; Hâkim, el-Müstedrek, 2/336. ise büyük âfetlerdir. Halbuki kabir ziyareti sünnettir. Bir sünneti ihya etmek için bu kadar günah işlenilmez! Evet, erkeklerin gözlerine takılmayacak, onları meşgul etmeyecek tarzda elbiseler giyerek kabirleri ziyaret etmelerinde bir sakınca yoktur. Tabii bu ziyaret de, duanın aşırı gidecek kadar fazla uzatılmaması ve kabrin başında konuşulup fuzuli vakit geçirilmemesi kaydına bağlıdır. Ebû Zerr’in (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) ona şöyle buyurmuştur; “Kabirleri ziyaret et, bu sana âhireti hatırlatır. Ölüleri yıka, zira ruhu alınmış boş bir cesetle uğraşmak insana kuvvetli bir öğüttür. Cenaze namazlarına katıl, belki üzülmene vesile olur. Şunu bil ki hüzünlü kimseler Allah’ın gölgesinde (muhafazası) altındadır.”^25 İbn Ebû Müleyke (rah) der ki: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ölülerinizi ziyaret edin, yanlarına vardığınızda selâm verin; çünkü onlardan alacağınız ibretler vardır.”‘126 Nâfi’in nakline göre, İbn Ömer (r.a) eğer bir kabrin yanından geçecekse, yanında biraz bekler, selâm verir ve öyle geçerdi. Ca’fer b. Muhammed127 babasından rivayetle şunu anlatır: “Resûlullah’ın kızı Fâtıma (r.anh) bazı günler amcası128 Hamza’nın (r.a) kabrini ziyaret eder, orada namaz kılar ve ağlardı.” 125 Hâkim, el-Müstedrek, 1/376; Beyhakî, Şuabü’l-lnıân, nr. 9291; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 6/439; Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, nr. 5135; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 49-50. 126 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 3169; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 24830; Zebîdî, İthaf, U/271. 127 Ca’fer (Sâdık) b. Muhammed b. Ali (Zeynelâbidîn) b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib (r.a). 128 Babasının amcası kastedilmektedir. 114 ÖLÜM ve SONRASİ İMAM GAZÂLÎ 115 Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki: “Kim, her cuma anne ve babasının veya ikisinden birinin kabrini ziyaret ederse bağışlanır ve anne babasına karşı iyi davrananlardan yazılır.”129 İbn Sîrîn’den (rah) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Anne ve babasına asi olduğu halde onları kaybeden bir kimse, vefatlarından sonra arkalarından (bağışlanmaları için) dua ederse Allah o kimseyi iyilerden yazar.”130 Yine Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuştur ki: “Beniziyaret edene şefaatim vacip olur.”131 Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur: “Kim (hayatımda ya da vefatımda) Medine’ye gelir ve sırf Allah rızâsını gözeterek ve sevabını O’ndan umarak beni ziyaret ederse kıyamet günü onun şefaatçisi ve (hayırlı amellerinin) şahidi olurum.” T2 Kâ’b Ahbâr (rah) şöyle demiştir; “Her fecir doğduğunda gökten yetmiş bin melek inerek Resûlullah’ın kabrini kuşatırlar. Üzerinde kanatlarını çırparak ona salâtü selâm ederler. Akşam olduğunda bu melekler göğe yükselir, yerlerine onların sayısınca başka melek- 129 Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, nr. 6110; es-Sagîr, nr. 956; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 5/267; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 4312. Zebîdî bu rivayetten sonra anne ve babanın kabirlerini ziyaret etmenin faziletine dair şu hadisleri zikreder; Hâkim ve ibn Adî’nin rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) buyururlar ki; “Kim ecrini ve sevabını Allah’tan bekleyerek anne ve babasını ya da onlardan birinin kabrini ziyaret ederse, Allah ona kabul olunmuş bir hac sevabını yazar. Kim onların kabirlerini ziyaret ederse, melekler de onların kabirlerini ziyaret eder.” Ebü’ş-Şeyh, Dey-lemî, ibn Neccâr ve Râfiî’nin rivayet ettikleri bir hadiste de, “Cuma günleri anne babasının ya da onlardan birinin kabirierini ziyaret ederek başlarında Yasin okuyan kimseye Allah, okuduğu her harfe mukabil mağfiret ihsan eder” buyrulmuştur. 130 Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 7901; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 5/267. 131 Hâkim-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, nr. 112; Bezzâr, el-Bahrü’z-Zehhâr, nr. 1198; Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 4159; 132 Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 1583; Süyûtî, el-Câmiu’s-Sagîr, nr. 8716; ed-Dürrü’l-Mensûr, 1/569. ler inerler. Bunlar da aynen birinci grup gibi salâtü selâm getirirler, tâ ki (dünyanın ömrü tükenip de) yer yarılana kadar buna devam edeler. Resûlullah (s.a.v) o gün yetmiş bin meleğin arasında saygı ve hürmetle diriltilir.” KABİR ZİYARETİNİN EDEPLERİ Kabir ziyaretinin müstehap olan şekli, ziyaretçinin ardını kıbleye verip yüzünü kabirdeki kimseye doğru çevirmesi ve ona selâm vermesidir.133 Kişi kabri öpmez, (batıl inançlar doğrultusunda) elini veya elbisesini sürmez, çünkü bunlar hıristiyan âdetlerinden-dir. Nâfi’ anlatıyor: “Abdullah b. Ömer’i yüz defa belki daha fazla gördüm; Resûlullah’ın (s.a.v) kabrine gelir ve, “Selâm olsun Nebî’ye, selâm olsun Ebû Bekir’e, selâm olsun babama’ der, ondan sonra ayrılırdı.” Ebû Ümâme (r.a) anlatıyor: “Enes b. Mâlik’i gördüm, Resûlullah’ın (s.a.v) kabrine geldi, biraz durdu ve (dua etmek için) ellerini kaldırdı. Ben namaz kılacağını zannettim. Sonra selâm verdi ve ayrıldı.” Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: “Kim bir mümin kardeşinin kabrini ziyaret eder ve onun yanında oturursa, kabirdeki kardeşi onunla ünsiyet eder, selâmını alır. Bu durum yanından ayrılana kadar devam eder.”T4 Süleyman b. Süheym (rah) anlatıyor: “Resûlullah’ı (s.a.v) rüyamda gördüm. ‘Ey Allah’ın Resulü! Şu adamlar senin kabrine gelip selâm veriyorlar; o selâmı anlıyor mu- 133 Bu selâm, “Esselâmü aleyküm ey (Ahmet oğlu Mehmet)… ve rahmetullâhi ve bere-kâtühü” şeklinde olabilir (Zebîdî, İthaf, 14/273). 134 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 6460; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42601. 116 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 117 m sun?’ diye sordum. ‘Evet, anlıyor ve selâmlarına karşılık veriyorum’ buyurdu.” Ebû Hüreyre (r.a) demiştir ki: “Bir kimse tanıdığı bir adamın kabrinin yanından geçerken ona selâm verse, kabirdeki onu tanır ve selâmını alır. Tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken selâm verdiğinde ise kabirdeki onu tanımaz, ancak mutlaka selâmına mukabelede bulunur.” Âsım-ı Cuhderî’nin ailesinden biri anlatıyor: “Ölümünün ardından iki yıl geçtikten sonra Âsım’ı rüyamda gördüm. Hemen, ‘Sen ölmemiş miydin?’ diye sordum. ‘Evet, ölüyüm’ dedi. ‘Şimdi neredesin?’ dedim, ‘Vallahi cennet bahçelerinden bir bahçedeyiz. Her cuma gecesi ve sabahı buradaki bir grup arkadaşla beraberce toplanır ve Bekir b. Abdullah-ı Müzenî’nin yanına gideriz. Orada sizlerden gelecek haberleri bekleriz’ dedi. Ben, ‘Bunu ruhlarınızla mı yoksa bedenlerinizle mi yapıyorsunuz?’ diye sordum. ‘Nerede! Bedenlerimiz çoktan çürüdü, sadece ruhlarımızla bir araya geliyoruz.’ ‘Peki, bizim sizlere olan ziyaretlerimizden haberdar oluyor musunuz?’ dedim. ‘Evet, cuma gecesi, cuma gününün tamamı ve cumartesi sabahına kadar olan ziyaretlerden haberimiz oluyor’ dedi. ‘Neden özellikle cuma günü?’ diye sordum, ‘Cuma gününün diğer günlere olan üstünlüğünden’ dedi. Muhammed b. Vâsî (rah) kabirleri cuma günü ziyaret ederdi. Bunun sebebi kendisine sorulunca, “Bana ulaşan haberlere göre ölüler, kendilerini cuma günü, cuma gününden bir gün öncesi (yani perşembeyi cumaya bağlayan gece) ve bir gün sonrasında (cumartesi sabahına kadar) ziyaret edenleri bilirler.” Dehhâk demiştir ki: “Her kim (yakınlarından) bir kişinin kabrini cumartesi gününün güneş doğmazdan öncesine kadar ziyaret ederse, kabirdeki kişi onu tanır.” Dehhâk, bu nasıl olur diye kendisine soranlara, “Cuma gününün faziletinden” diye cevap verir. ÖLÜLERE DUA ve İSTİÐFARDA BULUNMAK Bişr b. Mensur (rah) anlatıyor: “Veba hastalığı her tarafa yayılıp da insanlar bir bir öldüğü zamandı. Adamın biri kabristanlığa gider ve orada kılınan her cenaze namazına iştirak ederdi. Akşam olup evine gitmezden önce de kabristanın kapısında durur ve mezardakilere, ‘Allah Teâlâ yalnızlığınızı gidersin, garipliğinize merhamet etsin, günahlarınızı bağışlasın ve iyiliklerinizi kabul etsin’ diye dua eder, bundan fazla bir şey söylemez, sonra evine giderdi.” Hadisenin bundan sonrasını olayı yaşayan adam anlatıyor: “Yine akşam olmuştu. Bu sefer her zamanki gibi kabristanlığa gidip dua etmedim. Hava kararınca ailemin yanına döndüm. Yatıp uyumuştum; ne olduğunu anlayamadım, bir grup insan yanıma geldi. ‘Sizler kimsiniz, ne istiyorsunuz?’ dedim. Onlar, ‘Bizler o kabristanlıkta bulunan kimseleriz’ dediler. ‘Neden geldiniz?’ diye sordum; şöyle dediler: ‘Senin evine dönmeden önce yaptığın o dua bizler için bir hediye oluyordu, ancak bu gece dua etmedin!’ Ben şaşkınlık içinde, ‘Hangi dua?’ diye sordum. ‘Bize her zaman yaptığın o dua var ya, işte o’ dediler. Bundan sonra devamlı olarak onların başında bu duaları okudum.” Beşşâr b. Gâlib-i Necrânî anlatıyor: “Rüyamda âbide kadın Râbia-i Adeviyye’yigördüm. Ona çokça dua ediyordum. Bana, ‘Ey Beşşâr! Bize gönderdiğin hediyelerin ipek 118 ÖLÜM ve SONRASI mendillerle örtülü nurdan tabaklar içinde geliyor’ dedi. Ben, ‘Bu nasıl oluyor?’ diye sordum. O, ‘İşte, hayattaki müminlerin ölülerine yaptıkları dua böyledir; önce bu dualar kabul edilir ve nurdan tabaklara konulur, sonra ipek mendillerle kapatılır, ardından dua edilen kişiye getirilerek, ‘Bu falanca kimsenin sana gönderdiği hediyedir’ denilir ve ona ikram edilir.” Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki: “Kabirdeki ölü, boğulmak üzereyken yardım isteyen kimse gibidir. Babasından, kardeşinden veya bir dostundan gelecek olan yardımları bekler durur. Ona bir yardım ulaştı mı bu ona dünya ve içindekilerden daha sevimli gelir. Hayattakilerin ölülere göndereceği hediyeler dua ve istiğfarlarıdır.”T5 Sâlihlerden biri anlatıyor: Kardeşim vefat etmişti. Bir zaman sonra onu rüyamda gördüm. ‘Seni kabrine koyduğumdan beri durumun nasıl?’ diye sordum. Şöyle anlattı: “Siz yanımdan ayrıldıktan sonra elinde bir ateş topu olan biri geldi; eğer biri benim için dua ve istiğfarda bulun-masaydı, herhalde elindeki şeyle beni dövecekti.” İşte saydığımız bu sebeplerden ötürü, ölü defnedildikten sonra, ona telkinde bulunmak ve dua etmek müstehap görülmüştür. ÖLÜYE TELKİNDE BULUNMAK Saîd b. Abdullah-ı Ezdî136 anlatıyor: “Ebû Ümâme-i Bâhilî’nin (r.a) ziyaretine gittim. Son nefeslerini vermek üzereydi. Bana, 135 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 6664; Beyhakî, Şuabü’l-imân, nr. 7905, 9295; Müt-takî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42783, 42971; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 395. 136 Zebîdî şerhinin bulunduğu ihya nüshasında bu isim “el-Evdî” olarak geçmektedir. 119 ‘Ey Saîd! Öldüğüm zaman bana yapılacak işlemleri Re-sûlullah’ın (s.a.v) emrettiği gibi yapınız’ dedi. Sonra şu ha-dis-i şerifi nakletti: Sizlerden biri ölüp de üzerini toprakla örttüğünüz zaman içinizden biri yanında kalsın ve, ‘Ey falanca kadının oğlu (ya da kızı) falanca!’ diye seslensin. Ölü bu esnada işitir, fakat cevap verecek gücü bulamaz. Sonra ikinci kez: ‘Ey falanca kadının oğlu falanca!’ diye seslensin. Bu sefer ölünün ruhu oturur bir vaziyette doğrulur. Ardından üçüncü kez: ‘Ey falanca kadının oğlu falanca!’ diye seslensin, çünkü ölü bu sefer, ‘Allah sana rahmet etsin, haydi beni irşad et, doğru yolu göster’ der. Ancak sizler onun bu dediklerini duyamazsınız. Telkin veren kişi bundan sonra, ‘Dünyadan ayrılırken, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in onun peygamberi olduğuna, Allah’a iman ettiğine, din olarak İslâm’ı kabul edip peygamber olarak Hz. Muhammed’e inandığına, Kur’an’ı kendine rehber olarak kabul ettiğine dair şahitlikte bulunduğunu hatırla!’ der. Bunları işiten Münker ve Nekir birbirlerini geri çekerek, ‘Haydi artık gidelim, burada kalmamız için bir sebep kalmadı, çünkü bu adama (kendisini kurtaracak deliller) telkin edildi’ derler. Allah (c.c) bu iki meleğin yanında o adamın şahidi olur. Oradan bir adam, ‘Ey Allah’ın Resulü! Şayet ölen kişinin annesinin adı bilinmiyorsa ne yapsın? diye sordu. Resûlullah (s.a.v), ‘O takdirde ‘Ey Havva’nın oğlu falanca… diye Havva’ya nisbet etsin’ buyurdular.”137 137 Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, nr. 7979; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 4248; Müt-takî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42406, 42934; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 5/39; Câ-miû’l-Ehâdtsü’l-Kûbrâ. nr. 2570, 2571. 120 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 121 MEZARLIKTA KUR1 AN ve ÇEŞİTLİ DUALAR OKUMAK Mezarlıkta ölülere Kur’ân-ı Kerîm okumakta bir mahzur yoktur (Hanefî ve Şafiî âlimlerinin çoğunluğuna göre durum böyledir). Ali b. Musa-i Haddâd anlatıyor: İmam Ahmed b. Hanbel (rah) ile beraber bir cenazedeydik. Muhammed b. Kudâ-me-i Cevherî de yanımızdaydı. Ölü defnedildikten sonra âmâ bir adam geldi ve kabrin başında Kur’an okumaya başladı. İmam Ahmed, “Ey adam! Kabir başında Kur’an okumak bid’attı” dedi. Mezarlıktan çıktıktan sonra Muhammed b. Kudâme, imam Ahmed’e (künyesiyle seslenerek), “Ebû Abdullah, Mübeşşir b. İsmail-i Halebî hakkında ne dersin?” diye sordu. İmam Ahmed, “Güvenilir biridir derim. Yoksa ondan (hadis, haber vs. gibi) bir şeyler mi yazdın?” dedi. Muhammed b. Kudâme, “Evet, Mübeşşir b. İsmail bana, Abdurrahman b. Alâ b. Leclâc’dan onun da babasından rivayetle geldiğini söylediği şu hadiseyi aktardı: O, defnedildiği zaman baş ucunda Bakara sûresinin başlangıcıyla (Elif-lâm-mîm) son kısmının (Amenerresûlü) okunmasını vasiyet etti ve İbn Ömer’in de bu şekilde vasiyette bulunduğunu söyledi.” İmam Ahmed, “O halde git adama söyle, Kur’an okumaya devam etsin” dedi.138 Muhammed b. Ahmed-i Mervezî anlatıyor: İmam Ahmed b. Hanbel’den işittim, diyordu ki: “Mezarlığa girdiğiniz zaman Fâtiha’yı, Felâk ve Nas sûrelerini ve ihlâs sûresini okuyunuz, sevabını da mezarlıkta yatanlara bağışlayınız; çünkü okuduklarınızın sevabı onlara ulaşmaktadır.”139 Ebû Kılâbe anlatıyor: “Şam’dan Basra’ya dönmüştüm. İcap ettiği için bir kuytu yere girdim ve gusül abdesti aldım, iki rek’at namaz kıldım, ardından oradaki bir mezarın tümseğine başımı koyup uyudum. Bir.ara uyandım, bir de baktım ki kabrin sahibi başımda dikilmiş duruyor. Şikâyet etmeye başladı ve, ‘Bütün gece bana eziyet ettin durdun’ dedi. Devamla, “Sizler amel ediyorsunuz, fakat onların ne denli kıymetli olduğunu bilmiyorsunuz. İşte biz bunu anladık, ancak ne çare! Amel edecek imkânımız yok. O kıldığın iki rek’at namaz var ya, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Allah (c.c) dünya ehline bizlerden taraf hayır ve mükâfatlar ihsan etsin. Onlara selâmlarımızı söyle. Zira onların duaları sebebiyle kabirlerimize dağlar misali nur yağmaktadır’ dedi.” KABİR ZİYARETİNİN ASIL MAKSADI Kabir ziyaretinden asıl maksat, ziyaret edenin ibret alması, ölünün de onun yapacağı duadan faydalanmasıdır. Bu açıdan kişi, kabir ziyaretlerinde bulunurken hem ölü hem de kendisi için dua etmekten ve gördüğü manzaradan ibret almaktan gafil kalmamalıdır. Kabir ziyaretlerinden ibret elde edebilmek için ölüyü düşünmeli; şu anda nasıl parça parça olduğunu, toprak içinde çürüyen bu bedenin tekrardan nasıl diriltileceğim ve pek yakında kendisinin de onlara katılacağını gözünde canlandırmalıdır. Bu konuda Beyhakî’nin Şuabü’l-imârida rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: “Sizlerden biri vefat ettiğinde onu (tabutun içinde) hapsetmeyin; acelece kabre götürün. Biri baş ucunda Bakara sûresinin başlangıcını (Elif lâm mim) ve sonunu (Amenerresûlü) okusun.” 139 Râfiî’nin Hz. Ali’den rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşladır: “Kim bir kabristana uğradığında on bir defa ihlâs sûresini okur ve ecrini de kabirde-kilere hediye ederse, Allah ona, kabristanda yatanların kazandıkları sevap kadar mükâfat yazar”(bk. Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42596; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, nr. 2629). 122 ÖLÜM ve SONRASI Nitekim Mutarrif b. Ebû Bekir-i Hüzelî bu hususta şöyle bir olay aktarır: “Abdülkaysoğulları’nda çokça ibadet eden yaşlı bir kadın vardı. Akşam olduğu vakit beline kuşağını bağlar, namaz kıldığı yere geçerek ibadete başlardı ve böylece bütün geceyi ihya ederdi. Gündüz olunca da kabristanlığa gider, akşama kadar orada kalırdı. Bana ulaşan haberlere göre halk, bu kadını sık sık kabirlere gitmesinden ötürü ayıplamış. O ise kendisini bu yüzden kınayanlara şöyle demiş: ‘Şu sertleşmiş katı kalp var ya, onu ancak çürümüş bedenlere bakmak yumuşatır. Kabristanlığa gittiğimde sanki bütün ölülerin mezarlarından çıktıklarını; çirkinleşmiş yüzlerini, çürümeye yüz tutmuş bedenlerini, kömürleşmiş kefenlerini görür gibi olurum. Eyvahlar ki eyvahlar! Bunlar görülebilecek en kötü şeyler değil mi? O çokça ibadet edenler, bu ibret manzaralarını kalplerine sindirebilselerdi, nefisleri için bundan daha acı bir musibet, bedenlerini telef edecek daha büyük bir felâket göremezlerdi.” Kabirleri ziyaret ederken ölünün hangi durumda olduğunu, Ömer b. Abdülaziz’in (rah) anlattığı gibi düşünmek lâzımdır. Ömer b. Abdülaziz’in ciddi bir ibadet hali vardı. Yine böyle bir ibadet halinde iken âlimlerden biri yanına geldi. Onun ibadet esnasındayken aldığı şekli görünce ürperdi ve çok şaşırdı. İbadetini bitiren Ömer, “Bir de beni ölümümden üç gün sonra görsen, elbette daha çok şaşırır, daha çok korkarsın; gözlerim yuvalarımdan çıkıp yanaklarıma akmış, dudaklarım dişlerime yapışmış, ağzımdan irinler akmaya başlamış, çenem düşmüş, İMAM GAZALİ 123 karnım göğsümün üstüne taşmış ve burnumdan kurtlar ve irinler çıkmış olarak bulursun” dedi. Ölüye övgüde bulunmak ve yanında iken hayırlı amellerinden bahsetmek müstehaptır. Hz. Âişe’nin (r.anh) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ‘Yakınlarınızdan biri vefat ettiği zaman onu haline bırakın (hakkında, hayatta iken kendisine eziyet verecek sözler konuşmayın) ve gıybetini de yapmayın.”140 Bir başka hadislerinde, “Ölülere sövmeyiniz, zira onlar zaten âhiretleri için gönderdiklerine (hayra ya da şerre) kavuşmuşlardır”141 buyurmuştur. Resûlullah (s.a.v) diğer bir hadislerinde buyurmuştur ki: “Ölülerinizi hayırla yâd ediniz. (Aksi halde) Eğer cennetlik iseler günaha girmiş olursunuz. Cehennemlik iseler, onlarınki onlara yeter.”142 Enes b. Mâlik (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v) ile beraberce oturuyorduk. O esnada önümüzden bir cenaze geçirildi. Oradakiler onu övgüyle yâd ettiler. Resûlullah (s.a.v), ‘Vacip oldu’ buyurdu. Ardından başka bir cenaze geçirildi. Bu sefer insanlar onu kötü sıfatlarıyla andılar. Resûlullah (s.a.v) yine, ‘Vacip ol-du’ buyurdu. Hz. Ömer, Resûlullah’a, ‘Vacip oldu demekle neyi kastettiniz?” diye sordu. Nebî (s.a.v), 140 Ebû Davud, Edeb, 50; ibn Adî, el-Kâmil, 8/512-513; ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb, 64; İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-Usûl, 1/417; Heysemî, Mevâridü’z-Zam’ân, nr. 1312. 141 Buhârî, Cenâiz, 97; Nesâî, Cenâiz, 52; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/180; Beyha-kî, Şuabü’l-imân, nr. 6678 142 Nesâî, Cenâiz, 51;Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42712; ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz, 24; Ebû Davud, Edeb, 50; Heysemî, Mevâridü’z-Zam’ân, nr. 1986. 124 ÖLÜM ve SONRASI ‘O ardından hayırla andığınız kişiye cennet vacip olmuştur. Kendisini yaptığı kötûlûkleriyle andığınız kişiye de cehennem vacip olmuştur. Sizler Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz’buyurdu.”U3 Ebû Hüreyre (r.a) rivayet ediyor: ‘Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular: “Bir kul ölür. Allah’ın o kulu kötü bir halde bilmesine rağmen insanlar onu hayırla anarlar. Bu yüzden Allah (c.c) meleklerine, ‘Sizleri şahit tutuyorum ki, ben kullarımın kulum üzerinde yaptıkları şehadeti kabul ettim ve kulumun hakkında bildiklerimden de vazgeçtim’ der.”U4 143 Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60; Nesâî, Cenâiz, 50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/302; 3/179; imam Mâlik, el-Muvatta, 1/208; Hâkim, el-Müstedrek, 1/566; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 1066. 144 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/261; Süyûtî, Câmiu’l-Ehâdîsü’l-Kübrâ, nr, 2572; Ze-bîdî, İthaf, 14/292; Bezzâr, el-Bahrü’z-Zehhâr, nr. 3800. 125 YEDİNCİ BÖLÜM (ÖLÜMÜN HAKİKATİ KABİR ve BERZAH ÂLEMİ) BİRİNCİ KISIM ÖLÜMÜN HAKİKATİ İnsanların ölümün hakikati hakkında bazı yalan yanlış fikirleri vardır. Bunları kısaca şöyle sayabiliriz: 1. Bazıları, ölüm denen şeyin sadece bir yokluk olduğuna, haşir ve neşir diye bir şey olmadığına inanırlar. Onlara göre iyilik ve kötülüğe karşı mükâfat veya ceza almak diye bir şey yoktur. Onlar insanın ölümünün bir hayvanın ölüp gitmesinden veya bir otun kuruyup yok olmasından farkı olmadığını sanırlar. Bu görüşler, haktan sapanların, tabiatçı-ların, Allah’a ve âhiret gününe inanmayanların görüşleridir. 2. Bir grup da, “insan ölümle beraber tekrar diriltilene kadar toprakta yok olup gider. Bu süre içinde, kabirdeyken ne azap çeker ne de sevaplarından dolayı zevk ve sefa…” derler.145 1 Zebîdî, bu görüşün, Cehmiyye ve Haricî fırkalarına ait olduğunu belirtir. Onlara göre, ölüler ancak kıyametten sonra diriltilir. Ölümden kıyamete kadar olan zaman zarfında hiçbir şey olmaz. Kabir azabını Münker-Nekir meleklerini ve onların suallerini inkâr ederler. 1 IAM GAZÂLÎ 127 3. Bazıları da, “Ruh ölümle beraber yok olmaz, o bakidir, azabı çekecek ya da sevaba nail olacak yalnız ruhtur; ceset değildir. İnsanların bedenleri hiçbir zaman diriltilmeyecek” derler. İşte bütün bunlar bozuk fikirler ve haktan sapmış görüşlerdir. Âyet ve hadisler ölümün hakikatine şöyle şahitlik ederler: Ölüm sadece ve sadece halin değişimidir. Bir yurttan diğer yurda geçiştir. Ruh, cesetten ayrıldıktan sonra ölmez, yok olmaz, ya azap ya da nimet içinde sürekli kalır. Ruhun Bedenden Çıkması Ne Demektir? Ruhun cesetten ayrılması demek, cesedin ruhun kontrolünden çıkmasıyla birlikte ruhun onda tasarrufunun kalmaması demektir. Çünkü azalar, ruhun kullandığı aletlerdir. Öyle ki ruh, el vasıtasıyla bir şeyi tutar, kulakla işitir, göz ile görür, eşyanın hakikatini kalp ile bilir. Burada kalp ruhtan ibarettir. Ruh herhangi bir alete ihtiyaç duymadan, tek başına eşyayı tanır. Yine aynı şekilde hüznü, kederi, kin ve öfkeyi tek başına hisseden de ruhtur. Sevinç, neşe gibi diğer zevklerden de haz alan ruhtur. İşte ruh, bütün bunları herhangi bir azadan veya organdan yardım almaksızın hisseder, duyar, yapar. Bunlar ruha has vasıflardır. Bu hazlar ve hisler, ruh bedenden ayrılınca yine onunla beraber giderler. Azalar vasıtasıyla görülen işlevler ise cesetle beraber kalır, tâ ki ruh tekrar ona iade edilene kadar… Şu da var ki, kul kabre konulduğu zaman ruhunun ona iade edilmesi uzak bir ihtimal olmadığı gibi, kıyamete kadar ertelenmesi de mümkündür, zira Allah (c.c) kullarından her birine nasıl hüküm vereceğini en iyi kendisi bilir. Ruhun çıkışıyla birlikte bedenin cansız kalması, damarlarındaki bir daralma ya da organlarından herhangi birine gelen bir darbe sebebiyle o kısımları felç olan hastaya benzer. Zira ruh, o bölgelere ulaşmaz. Bununla beraber hâlâ bazı bölgelerde (meselâ iç organlarda) varlığını sürdürmektedir. O felç olan organlar, ruhun kendilerine nüfuzunu engellemişlerdir. İşte ölüm denilen hadise, organların ruha baş kaldırması, bir başka deyişle onu kendilerinde barındırmamalarıdır. Bütün azalar birer alet, ruh da bunların kullanıcısıdır. Ben, ruh deyince insanın, ilim, elem, keder, lezzet ve ferahlık gibi şeyleri anlayan, hisseden tarafını kastediyorum. Ruhun azalar ve organlar üzerindeki (özellikle bitkisel hayata geçiş gibi ciddi felç durumlarının olduğu vakalarda) tasarrufunun kalkması, ondaki ilim, idrak, sevinç, keder, elem ve sevinç olgularının yok olması demek değildir. Hakikatte, ilimleri, elemleri ve lezzetleri algılayan varlık insandır. O tam anlamıyla ölmeden kendindeki bu vasıflar kaybolmaz. Ölüm, ruhun bedendeki yetki tasarruflarını yitirmesi ve bedenin de ona alet olmaktan çıkması demektir, felç olan bir elin vücut için yardımcı olmaktan çıkması gibi… İşte ölüm, bütün âza ve organların mutlak surette felç olması demektir. Ölümle Beraber İnsanın Değişikliğe Uğraması Kaç Şekilde Olur? Birincisi: Ondan gözünün, kulağının, dilinin, ayaklarının hulâsa bütün âzalarının alınması; kendisinden, ailesinin, çoluk çocuğunun ve tüm yakın akrabalarının koparılması; atlarının, hayvanlarının, hizmetçilerinin, konaklarının, arsalarının ve diğer mülklerinin alınarak başkalarına devre- dilmesidir. Bunların insandan alınmasıyla, insanın bunlardan koparılması arasında bir fark yoktur, çünkü elem ve ıstırap veren şey ortaktır ki, o da ayrılıktır. Bu ayrılık bazan malının zorla alınmasıyla, bazan da malıyla mülküyle birlikte esir düşmesiyle olabilir, (akat her iki durumda da elem ve ıstırap aynıdır. Ölümün mânası da insanın, mal ve mülkünden koparılıp başka bir âleme, bu âlemle hiç uyuşmayan kabir âlemine götürülmesidir. Eğer dünyada muhabbet beslediği, kendisiyle refah bulduğu, varlığına önem verdiği bir şey varsa, ölümünde bunların getireceği hasret ve ayrılmanın vereceği acı o derece büyük ve çetin olur. Öyle ki, kalbi malını, makamını, bağ -bahçesini ta en sevdiği gömleğine kadar her birini tek tek düşünür durur. Eğer dünyada neşesi ve sevinci Allah’ın (c.c) zikri olmuş ve ondan başka bir şeye ünsiyet etmemişse, ölüm onun için büyük bir nimet olur, çünkü onunla rabbi arasına giren bütün perdeler-dünya meşgaleleri- ortadan kalkmıştır. Böylelikle o, saadetin en zirvesine ulaşır. İkincisi: Nasıl ki kişi uykuda iken göremediklerini uyanınca görürse, ölümüyle beraber hayatta iken göremedikleri gözlerinin önüne serilir. Nitekim Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: “İnsanlar (manen) uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar.” Ölümle beraber karşılaşılacak ilk şey, ya kendisine faydası olacak sevapları ya da zararını çekeceği günahlarıdır. Bunlar ise kalbin sırlarında dürülü bulunan bir kitapta yazılıdır. Dünya meşgalelerinin çokluğu ve onlarla aşırı uğraşma hali, insanı bu sırları anlamaktan uzaklaştırmıştır. Ölüm gerçeği ile beraber bu meşgaleler de ortadan kalkınca, yaptığı bütün amelleri ona gösterilir. O amelleri arasında bir günahını görse, onun verdiği hüsran ve elemden 1AM GAZAl 129 kurtulmak içia cehennemin alevleri arasına atılmayı tercih eder, fakat kendisine izin verilmez ve, “Bugün sana hesap görücü olarak kendi nefsin yeter”U6 denilir. Bütün bunlar kişi son nefeslerini verirken ve defnedilmeden önceki zamana kadar kendisine gösterilir. O vakit ayrılık ateşi kendisini sarar. Bununla, kalbi dünya ile huzur bulan kimsenin halini kastediyorum. Fakat âhiret amellerini yerine getirebilmek için yetecek miktar dünyalık edinen kimse öyle değildir. Zira o kimse, sadece maksadına ulaşacak kadar dünyalık edinir, maksadına ulaştığında da o dünyalıklardan ayrıldığı için sevinir. Bu, dünyalık olarak sadece zaruret miktarı kadar edinen kimsenin halidir. Zaten o bunlardan da ayrılmayı yeğlemişti. İşte istediği gibi oldu ve ölümüyle birlikte onlardan ayrıldı. Yukarıda bahsettiklerimiz sadece son nefeslerin verildiği anda kişinin üzerine hücum eden büyük belâ ve musibetlerdir. Kabre konulduktan sonra, diğer azap çeşitlerini de tatması için ruhu iade edilir, ya da azap gerektiren kusurları affedilir. Dünya zevklerine sımsıkı bağlanan ve onlarla mutmain olan bir kimsenin durumu şuna benzer: Hükümdarının hizmetinde bulunanlardan biri, o yokken onun mülkünde ve hareminde izinsizce zevku safa sürer, yaptıklarından ötürü hükümdarının kendisine bir şey söylemeyeceğini ya da bunlardan haberdar olmayacağını düşünerek çirkin işler de yapar, ancak ansızın hükümdarı çıkagelir. Bu adamın yaptığı tüm şeylerin, adım adım, nokta nokta yazılı olduğu bir defter hükümdara arzedilir. 146 isrâ 17/14. 130 ÖLÜM ve SONRASI Hükümdarın, haremine karşı çok düşkün, kıskanç ve mülkünde yapılan suçlara karşı pek acımasız biri olduğunu ve yapılan bu isyanlardan sonra araya girmek isteyen hiç kimsenin aralığını kabul etmeyen biri olduğunu düşün! Sonra da o kötülükleri işleyen adamın haline bir bak! Hükümdar onu cezaya çarptırmadan evvel nasıl bir korku, utanç, hasret, pişmanlık ve hüsran içinde olur, öyle değil mi? \ş& bunlar, dünya ile aldanmış, onunla kendini tatmin etmeye çalışmış günahkâr bir kimsenin kabre indirilmeden hatta ölümü esnasında duyacağı hasret ve yaşayacağı hissiyatlardır. Bütün bunlardan Allah’a sığınırız. Çünkü Allah’ın huzurunda rezil rüsva olmak, gizli açık bütün yapılanların gözler önüne serilmesi, bedene gelecek en büyük azaptan, dayak yemekten veya herhangi bir azanın kesilmesinden daha elem vericidir. Bu anlattıklarımız, kişinin ölüm anında yaşadığı hallerdir. Bunlar basiret sahibi kişilerin şahitlik ettikleri olaylardır ki, Kur’an ve Sünnet de bunların böyle olduğunu ifade etmektedir. RUHUN HAKİKATİ ve ÖLÜMDEN SONRAKİ HALİ Evet, ölüm gerçeğinin üzerindeki perdeyi kaldırıp onun hakikatini tam anlamıyla kavramak mümkün değildir. Çünkü hayatı/yaşamayı bilmeyen ölümü de bilemez. Hayatın bilinmesi de ruhun hakikatinin ve onun neden ibaret olduğunun bilinmesine bağlıdır. Allah Teâlâ Resûlü’ne dahi ruh hakkında, “Ruh rabbimin emrindedir”U7 diye izahta bulunmasının dışında izin vermemiştir. Hiçbir din âlimi de ruh 147 Buhârî, Tefsîr, 13; Müslim, Sıfatü’l-Kıyâme, 32; Tirmizî, Tefsîr, 18; Nesâî, es-Süne-nü’l-Kübrâ, nr. 9419. K İMAM GAZÂÜ 131 gerçeği hakkında beyanatta bulunmaya müsaadeli değildir. Bu hususta izin verilen tek şey, ölümden sonra ruhun halinin ne olacağı bahsidir. Birçok âyet ve hadis ölümle beraber ruhun yok olmayıp hem zatı hem de idrak özellikleriyle beraber varlığını sürdürdüğünü açıklamıştır. Bu hususta rivayet edilen âyetlerden biri şehidler hakkında nazil olmuştur. Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.”148 ÖLÜLER İŞİTİR ve GÖRÜR MÜ? Büyük Bedir Gazvesi’nde Kureyş’in reisleri öldürülüp de (akrabaları sahiplenmediği için) cesetleri bir kuyuya atıldıklarında, Resûlullah (s.a.v) kuyunun yanına kadpr geldi ve her birinin adını belirterek, “Ey falan oğlu falan! Ben rabbimin bana vaad ettiğini (yardımı) gerçekten gördüm; sizler de rabbinizîn vaad ettiklerini gerçek olarak buldunuz mu?” diye seslendi. Ömer b. Haitâb (r.a), “Ey Allah’ın Resulü! Onlar ölüler, onlara mı sesleniyorsunuz?” diye sorunca, Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Nefsimi kudret elinde bulunduran yüce Allah’a yemin olsun ki, onlar bu sözleri sizlerden daha iyi işitmektedirler, fakat konuşmaya takatleri yoktur.”149 “8 Âl-i imrân 3/169-170. 149 Müslim, Cennet, 76; Nesâî, Cenâiz, 117; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/26; Bez-zâr, el-Bahrü’z-Zehhâr, nr. 222; Begavî, Şerhu’s-Sünne, nr. 3779. 132 ÖLÜM ve SONRASI İşte bu hadis ölen kimsenin şakî dahi olsa ruhunun varlığını devam ettirdiğine ve idrakinin olduğuna bir delildir. Yukarıdaki âyet de şehidlerin ruhlarının varlıklarının sürdüğünü ve Allah’ın kendilerine bahşettiği nimetlerden haz aldıklarını ispat etmektedir. Ölen kişi ya saîd (cennetlik) ya da şakîdir (cehennemlik). Bu hususta Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur “Kabir ya cehennem çukurlarından bir çukur ya da cennet bahçelerinden bir bahçedir.”150 Bu hadis de, ölümün sadece bir hal değişimi olduğuna, kişinin şakî veya saîd olduğunun ölümünün hemen ardından belli olduğuna, ertelenenin ise sevap ya da azap çeşitlerinin olduğuna bir delildir. ÖLÜMLE BİRLİKTE KİŞİNİN VARACAÐI YERİ GÖRMESİ Enes b. Mâlik’in rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ölüm insan için bir kıyamettir. Kim ölmüşse onun kıyameti kopmuş demektir.”151 Bir diğer hadislerinde, “Sizlerden biri öldüğü zaman ona sabah akşam (her daim) kalacağı yer gösterilir; cennetlik ise cennetteki yeri, cehennemlik ise cehennemdeki yeri gösterilir ve ona, ‘İşte burası kıyamet koptuğu zaman senin götürüleceğin ve kalacağın mekânındır’ denilir.”152 Ölünün kabirdeyken ileride varacağı yerini görmesi, basiret sahipleri için hiç de kapalı olmayan bir durumdur. 150 Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 26; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42109; Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, nr. 4884; ayrıca bk. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 4252. 151 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 1121; Süyûtî, Câmiu’l-Ehâdîsü’l-Kübrâ, nr. 2528. 152 Buhârî, Rikâk, 42; Müslim! Sıfatü’l-Cennet, 65-66; Tirmizî, Cenâiz, 71, Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/16; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 1122. İMAM GAZÂLÎ 133 Amr b. Âs’ın azatlı kölesi Ebû Kays anlatıyor: “Alkame (r.a) ile beraber bir cenazedeydik, bana döndü ve, ‘Şu ölen adam var ya, işte onun kıyameti kopmuştur’ dedi.” Hz. Ali (r.a) der ki: “Kişinin, cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olduğunu öğrenmeden dünyadan ayrılması haramdır.” Ebû Hüreyre (r.a), Resûlullah’tan (s.a.v) şu hadisi rivayet eder. “Hasta olarak ölen şehid olur ve kabrin tehlikelerinden korunur. Sabah akşam ona cennet rızkı gönderilir.”^3 ARİFLER ve SÂLİHLER ÖLÜM HAKKINDA NE DEDİLER? Mesrûk b. Ecda’ der ki: “Mezarında, kendini dünyanın kederlerinden kurtarmış ve Allah’ın azabından emin olmuş bir kimse gibi hiç kimseye imrenmem.” Ya’lâ b. Velîd (rah) anlatıyor: “Ebü’d-Derdâ (r.a) ile beraber yürüyorduk. Ona, ‘Sevdiğin biri için ne istersin?’ diye sordum. ‘Ölümü’ dedi. ‘Ya ölmezse!’ dedim. ‘O zaman çoluk çocuğunun ve malının az olmasını’ dedi.” Ebü’d-Derdâ (r.a) ölümü tercih etti, çünkü ölümü yalnız müminler sever. Ölüm müminin bu dünya zindanından kurtuluşudur. Malın ve çoluk çocuğun azlığını tercih etmesinin nedeni ise onların birer imtihan ve dünyaya muhabbet sebebi olmasındandır. Kendinden ayrılığın kaçınılmaz olduğu şeylere aşırı muhabbet ise şakîlerin hedefleri arasındadır. Allah ve O’nun zikrinin dışındaki ünsiyet edilen şeylerin tümü ölüm anında insandan ayrılacaktır. 1 Elimizdeki ihya nüshasında, “Garip olarak ölen” ifadesi geçmektedir. Ancak Irâkî’nin de hadise kaynak olarak verdiği Ibn Mâce, Sünen nüshalarında, “Hasta olarak ölen” ifadesi yer almaktadır. Zebîdî de böyle kaydeder. Biz de bunu esas alarak tercüme ettik (bk. ibn Mâce, Cenâiz, 62; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 2595, Ebû Nuaym, Hilye-tü’l-Evliyâ, 8/201). İMAM GAZÂLÎ 135 Bunun için Abdullah b. Amr şöyle demiştir: “Ruhunu teslim eden müminin misali, senelerce hapiste kaldıktan sonra çıkartılan ve yeryüzünde gezip dolaşarak rahatlayan adam gibidir.” Abdullah b. Amr’ın zikrettiği bu durum, kendisini dünyadan uzaklaştırıp Allah’ın zikrinden başka şeylerle ünsiyet etmeyen kimselerin halidir. Dünya meşgaleleri mümini sevgilisinden alıkoyuyor, şehvetleri ona eziyet veriyorsa; ölüm onun için bütün bu eziyetlerden kurtuluş ve sevgilisiyle baş başa kalmak demektir. Bundan daha büyük bir zevk ve le,zzet düşünülebilir mi? i. Şüphesiz lezzetlerin en mükemmelini, Allah yolunda şehid edilenler tatmıştır. Çünkü onlar, Allah rızâsını kazanma arzusu ve O’na kavuşma iştiyakı içinde dünya ile olan bütün alâkalarını keserek savaşa katılmışlardır. ÖLÜMLE BİRLİKTE KULA BAHŞEDİLEN NİMETLER insan şu dünyaya bir baksa âhireti için onu satar. Satıcının kalbi sattığına bağlı kalmamalıdır. Âhirete bir baksa, onu hemen satın alır ve ona olan iştiyakı gitgide artar. Satın aldığını bir görse ondan daha büyük bir sevinç duymaz, sattığına da dönüp iltifat etmez. Kalpte Allah sevgisini bulundurmak her zaman mümkün olmayabilir. Bu bakımdan kişi hiç ummadığı bir anda (o muhabbeti elinde tutamadığı bir zamanda) ölümle yüz yüze gelebilir. Allah yolunda savaş ise ölmeye davetiye çıkarmak demektir. İşte bu kimse öldürüleceği an bile Allah’ı aklından çıkarmaz ve o sevgi üzerinde ölür. Bu sebeple şehidlik nimetlerin en büyüğünden sayılmıştır. Zira nimet, insanın ulaşabildiği şeye denir. Nitekim Allah (c.c) bu hususta şöyle buyurur: “Allah’ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var.”154 Bu âyet, cennetteki nimet ve lezzetleri topluca ifade eden en kapsamlı bir ifadedir. Azapların en büyüğü insanın maksadına kayuşamamasıdır. Allah (c.c) bu konuda şöyle buyurur: “Artık onların kendileriyle hoşlandıkları şeylerin arasına bir perde çekilmiştir.”155 Bu âyet-i celile ise cehennem ehlinin çekecekleri cezalarını ifade eden en kapsamlı bir ifadedir. işte yukarıda bahsini geçirdiğimiz bu nimetler, şehid kul ruhunu teslim eder etmez kendisine bahşedilir. Bu, kalp ehli sâlih kulların, yakın nurlarıyla müşahede ettikleri bir durumdur (Hal ehli kimseler şehidlerdeki bu durumu müşahede edebilmektedirler). Eğer bu anlattıklarımıza delil istersen, şehidler hakkında rivayet edilen hadisler kâfidir. Bu husustaki her hadis onların kavuşacakları lezzetleri ayrı ayrı zikretmektedir. Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v), babası Uhud Gazvesi’nde şehid düşen Câbir’e156 (r.a), ‘Sana bir müjde vereyim mi?’ dedi. Câbir, ‘Evet, yâ Resûlallah, Allah seni de hayırlarla müjdelesin’ dedi. Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattı: Allah Teâlâ babanı diriltip huzuruna getirtti. Sonra ona, ‘Benden ne dilersen dile, onu sana vereceğim’buyurdu. O, ‘Ey rabbim! Sana hakkıyla ibadet edemedim; senden dile- 154 Fussılet 41/31. 155 Sebe’ 34/54. 156 Câbir b. Abdullah-ı Ensârî (r.a). 136 ÖLÜM ve SONRASI ğim odur ki, beni tekrar dünyaya gönderip peygamberinle ‘ beraber bir kez daha savaşmam ve şehid olmamdır’ dedi. Allah (c.c), ‘Ben hakkında olacakları ezelde takdir ettim, bir daha oraya döndürülmeyeceksin’ buyurdu.”157 Kâ’b Ahbâr (rah) anlatıyor: “Cennette bir adam devam- , d lı olarak ağlamaktadır. Kendisine, ‘Neden ağlıyorsun? Sen ‘ cennette değil misin’ diye sorulur. O şöyle der: “Ağlıyorum, çünkü Allah yolunda bir defa öldürüldüm. İsterdim ki onun ! için daha nice kereler şehid edilseydim.” Mümin kişi ölür ölmez Allah’ın (c.c) azametinden ve celâlinin genişliğinden kendisine bir kapı açılır. Dünya buraya kıyasla daracık bir zindan gibidir, işte müminin ölümü, > daracık ve karanlık bir eve hapsedildikten sonra kapıları ! açılıp serbest bırakılan, sonra bu kapıdan, içinde çiçeklerin, meyvelerin, ağaçların bulunduğu uçsuz bucaksız bağlara bahçelere kavuşan kimsenin durumu gibidir. O kimse bir daha o karanlık ve dar zindana girmek ister mi? Resûlullah (s.a.v) ölen bir kimsenin yanında şöyle bir örnekleme yapmıştır: “İşte bu adam dünyadan göç etti ve onu ehline terketti. Eğer halinden memnun ise, sizlerin annenizin karnına dönmek istemediği gibi o da dünyaya dönmek istemez.”m Bu hadis-i şerifte geçtiği gibi, dünya anne rahmine nis-betle ne kadar geniş ve ferahsa, âhiret de dünyaya nisbet-le o kadar ferah ve geniştir. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Müminin dünyadaki misali, ceninin anne karnındaki durumu gibidir. Çocuk annesinin karnından çıkınca ağlamaya başlar. Işığı görüp anne sütü emmeye başladığında 157 Tirmizî, Tefsîr, 4; ibn Mâce, Mukaddime, 13; Hâkim, el-Müstedrek, 3/203; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 11164; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 3/298-299. 158 Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 333; Zebîdî, İthaf, 14/310. İMAM GAZÂLÎ 137 ise bir daha o mekâna dönmek istemez. Mümin de böyledir; ölümden korkar. Fakat rabbine kavuştuğu zaman bir daha dünyaya dönmeyi istemez, ceninin annesinin karnına dönmeyi istemediği gibi…”159 Resûlullah’a (s.a.v), falanca kimse öldü diye haber verdiklerinde şöyle buyurmuştur: “Ya rahata kavuştu ya da (ölümüyle) ondan rahata kavuşuldu.”T0 Allah Resulü (s.a.v), “rahata kavuştu” sözüyle mümini, “ondan rahata kavuşuldu” ifadesiyle de fâcir ve günahkâr kişiyi kastetmiştir. Zira onun gidişi ile dünya ehli rahata ve huzura kavuşur. Ebû Ömer (Sâhibü’s-Sakyâ) anlatıyor: “Biz daha çocuktuk. Abdullah b. Ömer (r.a) yanımıza geldi. Orada bir kabir vardı. Sahibinin kafatası meydanda gözüküyordu. Hemen birine emredip üzerini toprakla örttürdü ve, ‘Şu bedenlere toprak bir zarar veremez, sevabı ya da azabı kıyamete kadar çekecek olan ruhlardır’ dedi.” ÖLEN KİŞİ HAYATTAKİLERDEN HABERDAR MIDIR? Amr b. Dînâr-ı Mekkî der ki: “Ölen her kişi kendisinden sonra ailesinin neler yaptıklarını, kendisini nasıl yıkadıklarını ve kefenlediklerini bilir. Kabrinden onları seyreder durur.” Mâlik b. Enes (rah) demiştir ki: “Bana ulaşan haberlere göre müminlerin ruhları serbest bırakılır; onlar diledikleri yere giderler.” 1 Müttakî-i Hindi, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42212; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 333; Zebîdî, ithaf, 14/310. 138 139 Numân b. Beşîr (r.a) anlatıyor: Resûlullah’ın (s.a.v), şu minberde şöyle buyurduğunu işittim: “Dikkat edin! Dünyadan geriye kalan (zaman) bir karasineğin havada dolaşması (ve ölmesi) kadardır. Kabirdeki arkadaşlarınız hakkında Allah’tan korkun, kötü işlerden sakının; zira amelleriniz onlara gösterilmektedir.”161 Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edilen bir hadiste Resû-lullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kötü amellerinizle ölülerinizi utandırmayın, çünkü yaptıklarınız kabirdeki dostlarınıza iletilir.”162 Bu sebeple Ebü’d-Derdâ (r.a) şöyle demiştir: “Allahım! Utanacağım bir amelle Abdullah b. Revâha’nın (r.a) yanına (kabre) varmaktan sana sığınırım.” İbn Revâha (r.a), Ebü’d-Derdâ’nın dayısıydı. Mûte’de şehid düşmüştü. Abdullah b. Amr b. Âs’a (r.a), “Müminler öldükleri zaman ruhları nereye gider, ne yapar?” diye bir soru sorulduğunda Abdullah, “Beyaz bir kuş şeklinde rahmanın arşında uçarlar. Kâfirlerin ruhları ise yedi kat yerin dibindedir:” cevabını vermiştir. Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) Resûlullah’tan (s.a.v) işittiği şu hadisi nakleder: “Ölü, kendisini yıkayanı, kefenleyen!, taşıyanı ve kabre koyanı bilir.”M63 160 Buhârî, Rikâk, 42; Müslim, Cenâiz, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/296; Beyha-kî, Şuabü’l-imân, nr. 9264; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3007. 161 ibn Ebü’d-Dünyâ, Menâmât, s. 1; Hâkim, el-Müstedrek, 4/307; Müttakî-i Hindî, Ken-zü’l-Ummâl, nr. 42741; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 343. 162 ibn Ebü’d-Dünyâ, Menâmât, s. 2; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 7357; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 343; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42739. 163 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/3; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 4071; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 138; Câmiu’s-Sagtr, nr. 2134; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, nr. 7434; Hatîb, Târîhu Bağdat, 12/212. Sâlih-i Mirî (rah) anlatıyor: “Bana ulaşan haberlere göre, ölümle beraber ruhlar birbirleriyle karşılaşırlar. Bu ruhlar kendilerine yeni katılan ruha, ‘Mekânın nasıldı? Temiz mi yoksa çirkin işler yapan bir cesette miydin?’ diye sorarlar.” Ubeyde b. Umeyr (rah) anlatıyor: “Kabir ehli (hayattaki-lerden) haber bekler dururlar. Kendilerine bir ölü daha katıldığında, ‘Falan kişi ne yapıyor, nasıldır?’ diye sorarlar. Yeni katılan ölü, ‘O buraya gelmedi mi, yoksa buraya getirilmedi mi?’ der. Onlar, ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn; demek ki o, başka bir yere (cehenneme) götürülmüş’ derler.” Ca’fer’in Saîd’den164 naklettiğine göre o şöyle demiştir: “Kişi öldüğü vakit başkalarının kendisini karşıladıkları gibi ölmüş olan çocuğu da karşılar.” Mücâhid (rah) der ki: “Kişi kabirde iken evlâdının yaptığı iyiliklerle müjdelenir.” Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Re-sûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Müminin ruhu kabzolunduğu zaman (berzah âleminde) Allah’ın rahmet ehli kullarından bir grup, sanki dünyadaki bir müjdeci gibi onu karşılayarak, ‘Kardeşimizi rahat bırakalım, istirahat etsin; zira pek çetin bir sıkıntı içindeydi’ derler. Sonra ona, ‘Falanca adam ne yaptı? Falanca kadın ne yaptı? Falanca kadın evlendi mi?’ diye sorular sorarlar. (Kendisinin ölümünden evvel ölmüş) bir adamın durumundan sorduklarında, ‘O benden önce öldü’ der. Bunun üzerine ruhlar, ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn/biz Allah içiniz (O’nun mülküyüz) ve elbette O’na döneceğiz, demek ki o cehenneme gitti’ derler.”165 164 Ca’fer b. Süleyman-ı Dab’î el-Basrî. Saîd b. Müseyyeb. 165 İbnü’l-Mübârek, Zühd, nr. 319; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 3931; Taberânî, e/-Mu’cemü’l-Kebîr, nr. 3887; el-Evsat, nr. 148; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 133; ibn Re-ceb, Ehvâlü’l-Kubûr, s. 48. 140 İKİNCİ KISIM KABRİN ÖLÜ ile KONUŞMASI Kabrin ölüyle konuşması ya söz diliyle ya da hal diliyle olur. Ölü bu ikincisini, dirilerin konuşulan bir şeyi anlamasından daha net anlar. Bu hususa işaretle Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ölü mezara konulduğunda kabri ona, ‘Yazıklar olsun sana ey âdemoğlu! Hakkımda seni kim aldattı? Benim fitne, karanlık, yalnızlık ve böceklerin yurdu olduğumu bilmiyor muydun? Yanımda yürürken kibirli kibirli çalımlar atman hususunda seni aldatan şey neydi?’ der. Eğer adam hayatta sâlih ameller işlemiş biriyse, gaipten bir ses onun adına konuşur ve, ‘Sen bu kimsenin iyilikleri emredip kötülüklerden de sakındıran biri olduğunu bilmiyor musun?’ der. Kabir, ‘O zaman ben onun için yemyeşil bir bahçe olurum’ diye karşılık verir. Bunun ardından adamın bedeni nurla doldurulur ve ruhu arşa, rahmanın katına yükseltilir.”T6 Ubeyd b. Umeyr-i Leysî der ki: Ölen her kişiye kabri muhakkak şunları söyler: “Ben karanlık ve yalnızlık yurduyum. Eğer hayatında Allah’a karşı itaatkâr olduysan, ben 166 Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 22/942; ibn Hibbân, es-Sahîh, tır. 6870; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 6/93; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 4251; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 165. İMAM GAZÂÜ 141 de sana bugün rahmet olurum. Yok, isyan ettiysen ceza ve , intikam olurum. Ben öyle bir evim ki, bana itaatkâr olarak ¦ giren mutlu çıkar, isyan içinde giren hüzün ve hüsran içinde çıkar.” Muhammed b. Sabîh der ki: Bana ulaşan haberlere göre, bir adam kabre konulup azaba duçar olduğunda ölmüş olan komşuları ve yakınları ona şöyle derler: “Ey kardeşleri ve komşularının ölümünden sonra dünyada kalan kişi! Bizler senin için birer ibret vesikası olmadık mı? Bizim senden önce mezara girişimiz seni hiç düşündürmedi mi? O boş zamanlarında, bizlerin artık amel işlemekten kesildiğimizi hiç düşünmedin mi?” Kaldığı toprak parçası da ona şöyle seslenir: “Ey dünyanın dışıyla aldanmış kişi! Ailen içinde dünyaya aldanan kimselerin toprak altına girdiklerini görüp onlardan ibret almadın mı? Hani ecelleri gelip ölüm onları kabirlerine götürmüştü! Sen de, götürülmesi gereken yere, omuzlar üzerinde taşınırken ona bakıyordun ya! Yezîd-i Rekkâşî (rah) der ki: “Bana ulaşan haberlere göre, ölü kabre konulduğu zaman amelleri onu kuşatır. Sonra Allah (c.c) onları lisan-ı hal ile şöyle konuşturur: ‘Ey çukurunda yalnız kalmış kul! Dostların ve ehlin senden ayrıldı, bugün bizden başka sana eşlik edecek hiçbir şey kalmadı’ derler.” Kâ’b Ahbâr (rah) der ki: “Sâlih bir kul kabre konulduğu zaman namaz, oruç, hac, cihad ve sadaka gibi amelleri onu çepeçevre kuşatırlar. Azap melekleri ona ayakuçların-dan yaklaştıkları sırada namaz, ‘Ondan uzak durun! Bu kula ayaklarından azap edemezsiniz. Zira o, Allah için, bu iki uzvuyla namazlarını kılmıştı’ der. Bu sefer baş tarafından yanaşmak isterler, oruç, 142 ÖLÜM ve SONRASI ‘Bu kuldan uzak durun! Çünkü o, şu dünya diyarında Allah için uzun zamanlar aç ve susuz durmuştu; ona azap edemezsiniz’ der. Gövde tarafından yaklaşmak istediklerinde, yapmış olduğu hac ve cihad, ‘Buradan uzaklasın! Zira bu kul, Allah için nefsi ve bedeniyle nice zorluk ve meşakkatlere katlanarak haccını yaptı, cihada katıldı. Ona azap edemezsiniz’ derler. Sonra elleri tarafından yaklaşmak isterler. Bu defa sadaka dile gelerek, ‘Sahibimden uzak durun, ona ilişmeyin! Zira bu ellerden, sırf Allah’ın rızâsı için nice sadakalar çıktı; çıkan sadakalar önce Allah’ın (c.c) huzuruna varıp daha sonra bir başkasına ulaştı! Sizler bu kula azap edemezsiniz’ der. Sonra gaipten bir ses, ‘Müjdeler olsun; ne güzel bir yaşam, ne güzel bir ölüm’ diye seslenir. Ardından rahmet melekleri gelir. Yanlarında cennet döşeklerinden bir döşek ve bir de örtü getirerek onun altına sererler. Kabri gözünün görebildiği kadar genişletilir. Yanına cennet kandillerinden bir de kandil bırakılır. Onun ışığıyla kıyamet gününe kadar aydınlanır.”167 Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr, katıldığı bir cenazede, kendisine kadar ulaşan, şu hadisi nakletmiştir: “Ölü kabre konulduktan sonra oturur. Defnine iştirak edenlerin ayak seslerini dahi işitir, ancak kendisiyle sadece kabri konuşur. Kabir ona, ‘Ey âdemoğlu, sana yazıklar olsun! Muhakkak benim hakkımda uyarılar aldın; darlığım, pis kokum, ürkütücülüğüm ve böceklerim hakkımda sakındırıldın! Peki, şimdi benim için neler hazırladın?’ der.”168 167 Benzer mânada bir hadis için bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/352; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 3/51. 168 Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 166-167; ibn Receb, Ehvâlü’l-Kubûr, s. 45-46; Kurtubî, Tezkire, s. 85; Zebîdî, ithaf, 14/332. İMAM GAZÂLÎ 143 ÜÇÜNCÜ KISIM KABİR AZABI ve MÜNKER-NEKİR MELEKLERİNİN SORGULAMALARI Berâ b. Âzib (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile ensar-dan bir adamın cenazesine katıldık. Resûlullah (s.a.v) adamın kabrinin başına oturdu, başını öne doğru eğdi ve, “Allahım! Kabir azabından sana sığırım” diye dua etti ve bunu üç defa tekrarladı. Sonra şöyle anlattı: “Mümin kul âhirete irtihal etmezden biraz önce Allah Teâlâ, beraberlerinde onun için hazırlanmış kokular ve kefen bulunan, yüzleri güneşin ışığı gibi parlak meleklerini bu kulunun yanına gönderir. Bunlar o kişinin görebileceği bir yere geçerek bekleşirler. Ruhu çıktığı zaman yerde ve gökte ve bu gönderilen meleklerin haricinde gökyüzünde ne kadar melek varsa ona rahmet isteyip affı için Allah’a istiğfarda bulunurlar. Ardından gökyüzünün bütün kapıları açılır. Her kapı bu kişinin ruhunun kendisinden girmesini ister. Ruhu gökyüzüne yükseldiğinde melekler, ‘Rabbimiz! Falanca kulun geldi’ derler. Allah Teâlâ, ‘Onu geri götürün ve kendisi için hazırladığım ihsanlarımı ona gösterin, zira kullarıma: ‘Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız’169 diye vaadde bulundum (Böylelikle ruh mezara, cesedine götürülür). 169 Tâhâ 20/55. 144 ÖLÜM ve SONRASI Bu sırada ölü, kendisini defnedip ayrılmak üzere olanların ayak seslerini işitir. Derken kendisine hitap edilerek, ‘Ey falanca! Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?’ diye sorular sorulur. Ölü, ‘Rabbim Allah, dinim İslâm ve peygamberim de Hz. Muhammed’dir’ diye cevap verir. Bundan sonra Münker ve Nekir melekleri amansız bir şekilde bir daha sorguya çekerler. İşte bu ölünün başına gelen sıkıntı ve musibetlerin sonuncusudur. Mümin kulun suallere doğru cevaplar vermesinin ardından bir münadi, ‘Doğru söyledin’ der. İşte bu, ‘Allah Teâlâ iman edenleri sağlam ve sabit sözde (kelime-i tevhid üzere) hem dünya hayatında hem de âhirette sapasağlam tutar…”170 âyetinin mânâsıdır. Sonra güzel yüzlü, temiz elbiseli, etrafa mis gibi kokular saçan biri gelir ve, ‘Müjdeler olsun! Sana rabbinin sonsuz rahmeti ve içinde paha biçilmez nimetleriyle cennetler vardır’ der. Ölü, ‘Allah seni hayırlarıyla mükâfatlandırsın, sen kimsin?’ diye sorar; o, ‘Ben senin hayırlı ve sâlih amellerinim. Yeminle söylüyorum ki, ben seni Allah’a itaate koşan, isyana ise yanaşmayan biri olarak bildim. Bundan ötürü Allah senin mükâfatını versin’ der. Sonra bir münadi, ‘Bu kişi için cennet yataklarından bir yatak hazırlayın ve oradan cenneti gören bir de kapı açın’ diye meleklere seslenir. Hemen bir cennet yatağı getirilir ve kendisi için cennete bakan bir kapı açılır. Ölü, ‘Allahım! Bir an önce kıyameti kopar da aileme, malıma döneyim’ diye dua eder. Kâfire gelince: O artık dünyadan ilişkisini kesip âhirete intikal etme noktasına gelince, yanında ateşten elbiseler, j katrandan gömlekler bulunan, azabıyla acımasız bir grup T ibrahim 14/27. \: İMAM GAZÂLÎ 145 melek gelerek onu çepeçevre kuşatır. Ruhu çıktığı zaman yerde ve gökte bulunan bütün melekler ona lanet eder. Gökyüzünün bütün kapıları kapanır. Hiçbir kapı o kişinin kendisinden geçmesini istemez. Ruhu semaya vardığı zaman melekler, ‘Rabbimiz! Yeryüzünün de gökyüzünün de kabul etmediği kulunuz geldi’ derler. Allah (c.c), ‘Onu geri (mezarına-cesedine) götürün ve hazırlamış olduğum azap çeşitlerini gösterin’ buyurur; zira kullarım, ‘Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız’171 diye vaadde bulundum (Böylelikle ruh mezara, cesedine götürülür).’ Bu sırada ölü, kendisini defnedip ayrılmak üzere olanların ayak seslerini işitir. Derken kendisine hitap edilerek, ‘Ey falanca! Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?’ diye sorular sorulur. O, ‘Bilmiyorum’ der. Melekler, ‘Bilmezsin tabii!’ diye karşılık verirler. Sonra çirkin yüzlü, kötü kokulu ve kirli elbiseleriyle biri gelir ve, ‘Sana Allah’ın gazabını ve sonsuz olan elim azabı müjdeliyorum’ der. Ölü, ‘Allah da seni aynı azapla müjdelesin, sen de kimsin?’ diye sorar, o, ‘Ben senin kötü amelinim. Yeminle söylüyorum ki, Allah’a isyana koştun, O’na (c.c) hiç itaate yanaşmadın. Allah senin cezanı azabıyla versin’ der. Ölü, ‘Allah senin de cezanı versin’ diye karşılık verir. Daha sonra bu kişiye cezası verilmek üzere kör, sağır ve dilsiz biri (azap meleği) verilir. Bunun yanında demirden yapılmış öyle bir tokmak vardır ki, şayet insanlar ve cinler onu kaldırmak için bir araya gelseler buna asla güç yetiremez-lerdi. Bu zebani elindeki tokmakla bir dağa vursa onu un ufak ederdi. Tâhâ 20/55. 146 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 147 Bu zebani o kişiye öyle bir darbe vurur ki toprak haline gelir, fakat ruhu tekrar iade edilir. Bu sefer iki kaşının arasına öyle bir vurur ki bu sesi yeryüzündeki insanlardan ve cinlerden başka bütün mahlûkat işitir. Bunun peşinden bir münadi, ‘Bu kişi için ateşten iki yatak getirin ve kabrinin kapılarını cehenneme açın’ der ve altına, üstüne ateşten iki levha getirilir, kabrinin kapıları cehenneme açılır.””2 Muhammed Bakır b. Ali173 (rah) der ki: “Ölmek üzere olan herkese amelleri gösterilir. Kul gözlerini yukarı doğru kaldırarak iyi amellerine, gözlerini aşağı indirerek de kötü amellerine bakar.” Ebû Hüreyre’nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlul-lah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Mümin kulun eceli geldiği vakit melekler onun yanına ipek bir bez içerisine konulmuş misk ve reyhan kokularıyla gelirler. Ardından ruhu tereyağından kıl çeker gibi alınır ve, ‘Ey mutmain olmuş nefis (ruh)! Sen rabbinden, rabbin de senden razı ve hoşnut olarak sana bahşedeceği ihsan ve rahatlığa doğru çık’ denilir. Ruhu çıktığı vakit üzerine misk ve reyhanlar serpiştirilir ve ipek örtüye sarılarak illiy-yîn denilen yüce makama gönderilir. Kâfir bir kişinin ölümü yaklaştığında ise melekler bu adamın yanına, içinde cehennemden getirtilen bir kor parçasının bulunduğu siyah bir bezle gelirler. Ardından elem ve ıstıraplar içerisinde ruhu çıkarılır (Çoğunlukla bu elem ve ıstırapların acısı kişiyi ya kendinden geçirir ya da bayıltır. Bu sefer ruhu acı içinde kıvranmaya devam eder). Sonra ona, ‘Ey pis ve çirkef nefis (ruh)! Haydi, sen rabbine öf- 172 Ebû Davud, Sünnet, 27; Nesâî, Cenâiz, 114; ibn Mâce, Zühd, 32; Tirmizî, Tefsîr, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Mösned, 4/296. 173 Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali. keli rabbin de sana kızgın olarak O’nun azabına doğru çık’ denilir. Ruhu çıkarıldığı zaman bu kor parçasının üzerine yatırılır; öyle ki ondan kaynayan bir suyun fokurdama sesleri gibi sesler çıkmaya başlar. Sonra bu siyah beze sarılarak cehenneme (kabirde cehennem azabı çekmeye) götürülür.”m Muhammmed b. Kâ’b-i Kurazî, “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, ‘Rabbim! Beni geri gönder de boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve ameller) yapayım’ der”175 âyetini okuduktan sonra şöyle anlatmıştır: “işte o zaman Allah kuluna, ‘Ne istiyorsun, amacın nedir, yoksa çokça mal toplamak, ağaçlar dikmek, nehirler akıtmak için mi dünyaya geri dönmeyi arzuluyorsun?’ der. Kul, ‘Hayır, boşa geçirdiğim günler için tekrar iyi işler yapıp sâlih ameller işlemek için geri dönmek istiyorum’ der. Allah (c.c) şöyle buyurur: ‘Onun söylediği bu söz, boş bir lâftan ibarettir.'”6 Yani ölüm anında herkes bunları söyler.” MÜMİNİN ve KÂFİRİN KABİRLERİ Yine Ebû Hüreyre’nin (r.a) rivayet ettiği diğer bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Mümin kabrinde yemyeşil geniş bir bahçe içindedir. Kabri ona 70 zira (35 metre) genişletilir ve ayın on dördü gibi apaydınlık olur. Peki, ‘Onun için dar bir hayat vardır’ âyetinin kime indiğini biliyor musunuz?” Sahabeler, “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler. Resûlullah (s.a.v), 174 Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 11442; ibn Mâce, Zühd, 31; Hâkim, el-Müstedrek, 3/352-353; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/364-365; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, nr. 746; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 102; ibn Receb, Ehvâlü’l-Kubûr, s. 192. 175 Mü’minûn 23/99-100. 176 Mü’minûn 23/100. 148 “Bu, kâfirlerin kabirdeki azaplarını ifade etmek için inmiştir. Kabirlerinde onlara doksan dokuz tane yılan musallat edilir. Her bir yılanın yedi başı vardır. Bunlar kıyamete kadar onu ısırır, koparır ve zehirlerler (kıyamete kadar ruhu acı ve ıstırap içinde olur).”‘177 Yılanların sayısının bu kadar fazla olması insanı şaşırtmasın. Zira bu akrep ve yılanların sayısı, kişide zuhur eden kibir, riya, haset, aldatma, kin ve dinin hoş görmediği daha birçok kötü sıfatlar sayısıncadır Kötü sıfatların artmasıyla azabın çeşitleri de artar. Bu sıfatların belirli bir sayıları olmasına rağmen (devamlı suretle yapılmasından dolayı başka kerih sıfatları da doğurur ve) başka başka dallara, kollara ve bölümlere ayrılır. Bu kolların ve bölümlerin her biri kendi başlarına helak edici olmaya kâfidir. Her bir kötü sıfat başlı başına ya bir akrep ya da bir yılan oluverir. Bunların içinde en fazla acı veren, yedi başlı yılanın sokmasıdır. En hafifi ise akrep sokmasıdır. Bu ikisi arasında ise normal yılanların verdiği ıstıraplar vardır. Kalp gözleri açık, basiret ehli kimseler bu helak eden vasıfları ve onların kollarını, Allah’ın kendilerine bahşettiği basiret nurlarıyla görebilirler. Şu kadar var ki onların gerçek hali ve derecesi ancak nübüvvet nuruyla bilinebilir. Bu ve benzeri haberlerin doğru olduğunu bildiren apaçık deliller olduğu gibi, onların bir de gizli yönleri vardır. Bu gizli kısımları basiret sahibi arifler müşahede edebilirler. Bu haberlerin hakikatlerini anlayamayan kimseler hemen inkâra kalkışmamalıdır. Zaten imanın en düşük derecesi, Allah ve Resûlü’nün bildirdiklerini tasdik edip hükümlerine teslim olmaktır. İMAM GAZÂLÎ 149 177 ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3122; Bezzâr, el-Bahrü’z-Zehhâr, nr. 2233; Heysemî, Me-vâridü’z-Zam’ân, nr. 782; Ebû Ya’lâ, el-Müsned, nr. 6644; ibn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, nr. 4610. KABİR AZABI NASIL OLUR? RUH ÖLÜR MÜ? Eğer biri, “Bizler bir kâfiri mezarına koyduktan sonra uzun bir müddet bekleştik, ancak anlatılan haberlerde zikredilenlerin hiçbirini göremedik; şu halde tasdik ve teslimiyetimiz gördüklerimizle çakışmıyor mu?” diye bir soru sorsa, deriz ki: Bu gibi bir durumda senin tasdik ve teslimiyetin için üç durum söz konusudur: Birincisi: İman ve teslimiyettir. Senin için en açık, en sağlam ve en güvenilir olanı budur. Bu da senin o yılan ve akreplerin varlığına ve ölüyü sokup ısırdıklarına inanman-dır. Çünkü sahih hadis ve haberler bunu gerektirmektedir. Fakat onlar bu baş gözü ile görülemezler, çünkü baş gözü melekût (berzah) âlemine ait olayları görmeye müsait değildirler. Âhiret âlemine ait olan her şey de melekût âlemin-dendir. Baksana sahabeler görmedikleri halde, Cebrail’in vahiy getirmek için Resûlullah’m (s.a.v) yanına geldiğine ve yine göremedikleri halde Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) onunla konuştuğuna nasıl inanıyorlardı! Eğer bu kadarına da inanmıyorsan, öncelikle imanını tazelemen, ardından da meleklere ve vahyin nüzulüne olan inancını düzeltmen senin için diğer bütün şeylerden daha önemlidir. Şayet bunlara iman ettiysen ve bu ümmetin göremediği şeyleri Hz. Peygamberin (s.a.v) görebileceğine inandıysan, o zaman ölülerin başına gelecek bu hadiselere neden inanmıyorsun? Nasıl ki melekler insana ya da hayvana benzemiyorsa, kabir azabında bahsedilen yılanlar ve akrepler de bizim âlemimizin yılan ve akreplerine benzemezler. Aksine onlar 150 ÖLÜM ve SONRASI bizdeki duyu organları ile algılanmayan ve bizim bildiğimiz yılan ve akreplerden daha başka varlıklardır. İkincisi: Tasdik ve teslimiyeti elde etmenin bu kısmı uykuda olan birinin durumunu düşünmendir. Örneğin uykuda olan birinin rüyasında yılanların kendisini sokmasını ele alalım. Elbette bu kişi, gördükleri ve yaşadıkları rüya âleminden olsa bile, bunlardan elem duyar, çığlıklar atar, alnından terler boşalır ve hatta yerinden fırlar. Bütün bunların hepsini nefsinde yani ruhunda hisseder. Evet, uyanık bir adam böyle bir durumla karşılaştığında ne yaşıyorsa o da aynını yaşamaktadır. Sense ona baktığında sanki hiçbir şey yokmuş gibi sakin sakin uyuduğunu görürsün. O uyurken etrafında yılan diye bir şey de yoktur. Ancak sen görsen de görmesen de onun için hem yılan hem de onun verdiği acı ve ıstıraplar mevcuttur. Mademki elem ve ıstırap yılan sokmasından ise, bunun hayalî ya da vücudî olması arasında hiçbir fark yoktur. Neticede ikisi de acı vermektedir. Üçüncüsü: Sen de biliyorsun ki acı ve ıstırap veren yılanın kendisi değil onun vücuda attığı zehirdir. Sonra zehir de elemin kendisi değildir. Belki o, zehrin senin bedeninde yerleşmesinden sonra hâsıl olan tesirin verdiği acıdır. Zehrin meydana getirdiği gibi bir tesir zehir olmaksızın yapılmaya kalkışılsa elbette bunun vereceği azap çok çetin ve yaman olur. Öyle ki, böyle bir acının, hangi tür bir azap olduğu tarif edilemez. Bu ancak insanların bildikleri bir ıstıraba benzetilerek anlatılabilir (Kabir azabının diş ağrısından daha şiddetli olduğunu anlatmak gibi…). Örneğin, bir insanda, cinsî münasebette bulunmamasına rağmen cima yapmanın lezzeti yaratılmış olsa, bunu tarif edebilmek için cimadan söz etmesi gerekecekti. Zira tarif edilmek istenen bir şeyin bir başkasına izafesi, sebebin İMAM GAZÂLÎ 151 varlığını anlatmak içindir. Burada her ne kadar sebebin kendisi yok ise de neticesi mevcuttur. Zaten sebep zatı için değil neticesi için aranır. İşte insanda mevcut olan o kötü ve helak edici sıfatlar, ölümüyle beraber ona eziyet ve elem veren yaratıklara dönüşür. Tıpkı, yılan olmadan (rüyada kabus görürken) yılanın zehrinden elem duymak gibi… Ölümün ardından kişideki kötü sıfatların eziyet veren birer varlığa dönüşmesi, sevgilisinin ölümüyle ona olan aşkının eziyete dönüşmesine benzer. Çünkü evvelden kendisine zevk veren aşkı ve sevdası birdenbire sevgilisinin ölmesiyle elem ve ıstırap verici bir hastalığa dönüşmüştür. Hatta kalbine öyle elem ve ıstıraplar saplanır ki, keşke hiç âşık olmasaydım, keşke onunla vuslata ermeseydim diye temennilerde bulunur. İşte aşkın eleme dönüşmesi, ölünün kabirde çektiği azaplardan biridir. Zira dünya aşkı büsbütün onu kuşatmış, malının, gayri menkullerinin, makamının, çocuklarının sevdalısı olmuştur. Bir düşünsene, eğer bu adamın bütün mallarını, kendi-J si hayatta iken bir daha asla geri alamayacağı biri gasbet-se, onun hali nice olur? Pişmanlığı daha büyük ve azabı daha çetin olmaz mı? O, “Keşke malım, mülküm, makamım olmasaydı da ayrılık acısı çekmeseydim!” demez mi? İşte ölüm, bütün dünyevî sevgi ve sevgililerin bir anda ayrılması demektir. Nitekim bir şair bu hususta şu beyiti söylemiştir: “Bir tek şeyi olan bunu da kaybettiğinde hali nice olur!” Yalnız dünya ile ferah bulup onunla sevinen bir kimsenin, elinden bunlar alınıp düşmanlarına teslim edildiğinde ve bu azabın üstüne âhiret nimetlerini elden kaçırmanın ve Allah’a kavuşamamanın hasreti de eklendiğinde onun hali 152 ÖLÜM ve SONRASI nasıl olur? Allah’tan başkasını (O’nu unutarak) sevmek O’na ulaşmaya en büyük engeldir. Bütün bunların üstüne, dünyada sevdiklerinden ayrılmanın verdiği elem, âhiret nimetlerinden ebediyen mahrum kalmanın verdiği hasret ve Allah’ın huzuruna kabul edilmeme zilleti eklenir. Aslında bu karşılaşacağı en büyük azaptır ve ayrılık ateşinin ardından cehennem ateşi gelir. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurur: “Hayır! Onlar şüphesiz o gün rablerinden (O’nu görmekten) mahrum kalmışlardır. Sonra onlar cehenneme girerler.”178 Ama huzurunu dünya ile bulamamış, sadece Allah’ı sevip O’na kavuşma aşkıyla yanıp tutuşmuş kimselere gelince; ölüm, onlar için dünya zindanından ve boş lezzetlerinden kurtuluş, sevgiliye vuslat ve tüm engellerin ortadan kalkarak emniyet ve güven içerisinde hiç tükenmeyen âhiret nimetlerine nail olmak demektir. İşte amel edenler bunları düşünerek amel etsinler. Maksadımızı bir örnekle izah edersek: Adamın birinin çok sevdiği bir atı vardır. Öyle ki kendisine, “Ya atından ayrılacaksın ya da akrebin zehrine tahammül edeceksin; bunlar arasında bir tercih yap” denilse muhakkak akrebin sokmasını tercih edip atından ayrılmayı istemeyecektir. Çünkü onun için atından ayrılmanın vereceği acı ve ıstırap akrebinkinden daha şiddetlidir. Aslında onu zehirleyen atına olan sevgisidir. O halde kul bu zehirlenmelere hazır olsun! Muhakkak ki ölüm onun atını, evini, ehlini, dostlarını, makamını elinden alacak, dahası kulağını, gözünü, bütün azalarını yok edecektir. Bütün bunların geri dönüşünden elbette ümidini kesecektir. İMAM GAZÂLÎ 153 Sevdası sadece bunlara olduğundan ve onlar da elinden alındığından hissedeceği acı akrep ve yılanların sokmasından daha şiddetli olur. Hayatta iken bütün varı yoğu elinden alındığında nasıl ki elem ve ıstırabı şiddetli oluyorsa, ölünce de aynı durum söz konusudur. Daha önce de açıkladığımız gibi, ruh bedenin ölmesiyle ölmez, o kalıcıdır. Bütün elem ve azabı tadacak olan odur ve ölümle beraber bu azap daha da artar. Şu sebeple ki: Ruh, içinde bulunduğu beden hayatta iken, bazı dünya meşgaleleri ile oyalanarak teselli bulabilir. Dostlarla beraber oturur, konuşur vs. Bazı şeylerini kaybeder bazan da kazanır… Fakat ölümden sonra teselli olma diye bir şey yoktur; bütün teselli kapıları kapanmış, ümitler sönmüştür. Hayatta iken çok sevdiği bir gömleğinin veya mendilinin alınması kendisine çok ağır gelen kimsenin bu durumu kabrinde de devam eder. Dünyadaki varlığı az olan (veya çok olup da hayır yolunda harcayan kimse) elbette kurtuluşa erer. Dünyalığı çok ise azabı çetin ve elim olur. Nasıl ki, bir dinarı çalınan birinin üzüntüsü oh dinarı çalınandan az olursa, bir dirhem sahibinin hesabı da iki dirhem sahibininden az olur. Bu anlattıklarımız Resûlullah’ın (s.a.v) şu hadisinde ifade edilmiştir: “Bir dirhemi olanın hesabı, iki dirhemi olandan daha hafiftir.”T Ölüm anında geriye bıraktığın dünyalık her şey ölümünden sonra senin için ancak hasret ve hüsran sebebidir. Artık sen onları istersen çoğalt, istersen azalt! Çoğaltırsan ancak hasretini artırmış olursun; azaltırsan da sırtındaki yükü hafifletmiş olursun. 178 Mutaffifîn 83/15-16. 179 Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, nr. 792; Beyhakî, Şuabül-imân, nr. 10647; Ebû Nuaym Hilyetü’l-Evliyâ, 1/218. 11 154 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ Kabrinde yılanları ve akrepleri çok olanlar, dünyaya bağlanıp onu âhirete tercih eden, onunla sevinip onunla sükûn bulan zenginlerdir. Bu anlattıklarımız, kabirdeki azabın çeşitleriyle, orada azap sebebi yapılacak yılan ve akreplere iman hakkındaki açıklamalardır. Anlatıldığına göre Ebû Saîd Harrâz (rah), ölmüş olan oğlunu rüyasında gördü. Ona, “Oğulcuğum, bana biraz nasihatte bulun” dedi. Oğlu, “Allah Teâlâ’nın yerine getirilmesini emir buyurduğu hususlarda ona muhalefet etme” dedi. Ebû Saîd, “Biraz daha nasihat et” dedi. Oğlu, “Babacığım, bunun ağırlığına tahammül edemezsin” dedi. Babası, “Söyle, söyle” deyince, “Baba, bir gömlek ile olsa dahi (kalbini ona bağlayarak) Allah ile arana perde sokma” dedi. Bundan sonra Ebû Saîd (rah) tam otuz sene gömlek giymedi. Soru ve Cevap: Bu zikrettiğin üç makamdan hangisi doğrudur diye sorarsan; şunu bil ki, insanlardan bazıları sadece birincisine inanıp diğerlerini inkâr etmişlerdir. Kimileri de yalnızca ikincisine inanıp birincisini reddetmişlerdir. Kimileri ise üçüncüsüne inanmıştır. Basiret yoluyla bizlere gösterilen ise bu üç yolun da imkân dahilinde olmasıdır. Bunlardan birine inanıp diğerine inanmayan kişi, gerçekten idraki dar, Allah’ın kudret ve tecellilerinin sonsuz derecede büyük ve hayret verici olduğunu anlamayacak kadar cahildir. Bu tür azapların olmasını aklen anlayamadığı için inkâra kalkışmak ise tam bir cehalet ve idrak noksanlığıdır. Bu düşüncelerin aksine bahsettiğimiz bütün azap çeşitleri mümkündür, onlara inanmaksa vaciptir. Nice insanlar 155 vardır ki bu azaplardan sadece birini çeker, niceleri de vardır ki, hepsiyle cezalandırılır. Azından da çoğundan da Allah’a sığınırız. işte gerçekler bunlardır. Hiç olmazsa taklit yoluyla olsun bunlara iman et. Zira yeryüzünde bunları hakikatleriy-le (keşif ve basiret yoluyla) bilenler pek azdır. Sana tavsiyem, vaktini boşa harcayarak bu konunun ayrıntısına fazla girmemen ve hemen kabir azabını senden kaldıracak çareleri araştırmaya bakmandır. Ameli ve ibadeti terkedip kabir azabının hasıl olacağını araştırman, sultanın birini yakalayıp onu ellerini ve burnunu kesmek üzere hapse atması ve bu kimsenin, “Acaba ellerim ve burnum, kılıçla mı yoksa bıçakla mı yoksa usturayla mı ya da başka bir aletle mi kesilecek?” diye sabaha kadar düşünen ve ondan kurtulma çarelerini hiç aramayan kimsenin durumuna benzer. Bu ise cehaletin ta kendisidir. İnsanın öldükten sonra ya büyük bir azapla cezalandırılacağı ya da ebedî nimetlere mazhar olacağı kesin olarak bilinmektedir. O halde bir an evvel ölüme hazırlanmak gerekir. Orada azabın veya sevabın nasıl ve ne kadar olacağını bilmek için uğraşmak boş yere zaman harcamaktan başka bir şey değildir. MÜNKER ve NEKİR MELEKLERİNİN SORGULAMALARI Ebû Hüreyre’nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kul öldüğü zaman kabrine, siyah renkli, yeşil gözlü, birinin adı Münker, diğerininki Nekir olan iki melek gelir. Bu iki melek ölen kişiye, 156 ÖLÜM ve SONRASI ‘Şu Peygamber (s.a.v) hakkında ne dersin?’ diye sorarlar. Ölen adam mümin biriyse, ‘O, Allah’ın kulu ve Resulü’dür. Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O’nun Resûlü’dür’ diye cevap verir. Mün-ker Nekir, ‘Biz senin böyle söyleyeceğini biliyorduk’ derler. Akabinde kabri yetmişe yetmiş zira 180 genişletilir ve nurla doldurulur. Sonra ona, ‘Uyu’ denilir. O, ‘Beni bırakın da aileme gidip durumumu haber vereyim’ der. Melekler ona, ‘Uyu’ derler, o da ailesinden en sevdiği kimsenin (eşinin) onu yatağından kaldırana kadar uyuması gibi uyur. Eğer ölen kişi münafık ise sorulan sorulara, ‘İnsanların bir şeyler dediklerini duyuyor ve ben de onlar gibi söylüyordum. Fakat bu soruların cevabını bilmiyorum’ diye cevap verir. Münker Nekir, ‘Zaten senin böyle söyleyeceğini biliyorduk’ derler. Sonra toprağa, ‘Bu adamı iyice sıkıştır’ emri verilir. Toprak da onu iyice sıkıştırır, öy-leki adamın kaburgaları birbirine girer. Bu azap onun için kıyamet günü dirilene kadar devam eder.”181 Atâ b. Yesâr anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v) Ömer b. Hat-tâb’a (r.a) şöyle buyurdu: “Yâ Ömer! Öldüğün ve akrabaların kabristanlığa gelip senin için boyuna göre bir kabir kazdıkları, ardından yıkayıp, kefenleyip ve kokular sürdüklerinde; sonra omuzlarında taşıyıp o çukura bıraktıklarında ve üzerine toprakları atmaya başladıklarında halin nice olur! Dostların ve akrabaların kabrinin başından ayrıldıkları zaman yanına, kabrin korkutucu iki meleği olan Münker ve Nekir gelir. Sesleri, yeri göğü oynatan gök gürültüsü, bakışları ise gözleri kamaştıran şimşek gibidir. Uzunluğun- İMAM GAZÂLÎ 157 L 180 Yani 30 m. x 30 m., yaklaşık 900 m2civarında. 181 Tirmizî, Cenâiz, 71; ibn Ebû Âsim, es-Sünne, nr. 864; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 173; Hatîb-i Tebrîzî, Mişkât, nr. 130; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 42500; Heyse-mî, Mevâridü’z-Zam’ân, nr. 780. dan ötürü saçları yerlere değer. Dişleriyle toprağı kazarlar. Seni korkutur ve ürkütürler. İşte o zaman halin nice olur!” ÖLÜMDEN SONRA AKIL ve ŞUUR KAYBOLUR MU? Hz. Ömer (r.a), “Ey Allah’ın Resulü! Şimdiki aklım ve şuurum o zaman da olacak mı?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v), “Evet, olacak”buyurdu. Hz. Ömer (r.a), “O zaman onların hakkından gelir ve sorularına bir bir cevap veririm” dedi. 182 İşte bu rivayetler, ölümle beraber aklın gitmeyip varlığını devam ettireceğine; değişen ve bozulanın ise beden ve azaların olduğuna bir delildir. Ölen kişi, bu âlemde de aklı başındadır. Nasıl hayatta iken aklı başında olarak elem ve lezzetleri hissediyorsa berzah âleminde de durum aynıdır. Kabirdeki elem ya da lezzet türünden hazları hisseden akıl, şu bedenin azaları değildir. Akıl eni boyu genişliği olmayan bâtınî (gözle görülmeyen sırlı) bir şeydir. Cüzlere ve parçalara ayrılması mümkün değildir. Eşyanın hakikatini idrak eden varlık da akıldır. Öyle ki, insanın bütün vücudu ve azaları parça parça edilse, o yine de kendinde mevcut olan aklı vasıtasıyla kâmil bir insandır. Ölümden sonra da durum aynıdır, yani akıl (ve ruh) için ölüm ve yokluk söz konusu değildir. Muhammed b. Münkedir-i Teymî (rah) der ki: “Bana ulaşan haberlere göre; kâfire kabrinde, elinde deve hörgü-cü büyüklüğünde demirden bir topuz bulunan, hayvan cinsinden sağır ve kör bir mahlûk musallat edilir ve kıyamete 182 Beyhakî, İtikâd, s. 180; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 182; ibn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, nr. 4603; Zebîdî, ithaf, 14/363. 158 OL .UM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 159 kadar onu döver. Bu görevli onu göremez ki insafından ötürü topuzunu başka taraflara vursun.” Ebû Hüreyre (r.a) şöyle demiştir: “Mümin kabre konulduğu zaman sâlih amelleri gelir, onu çepeçevre kuşatır. Azap meleği başucundan geldiği zaman okumuş olduğu Kur’an buna mani olur. Ayakuçlarından yaklaşmak istediğinde kıldığı namazlar bunu engeller. Ellerinin tarafından yaklaştığında elleri dile gelerek, ‘Vallahi bu adam benimle sadaka verdi ve benimle dua etti; bu taraftan azap edemezsin’ diyerek onu geri çevirir. Ağzının tarafından yanaşmak istediğinde de tuttuğu oruç ve çektiği zikirler buna engel olur. Böylece kılmış olduğu namazları ve Allah için çektiği sabırlar azap meleğine karşı direnişte bulunur. Bunun üzerine azap meleği şöyle der: Allah’a yemin olsun ki, eğer bir boşluk görürsem orayı hemen dolduracağım.” Süfyân-ı Sevrî (rah) der ki: “Nasıl ki kişi hayatta iken ailesini, çoluk çocuğunu korur ve muhafaza ederse, ölümünden sonra sâlih amelleri de onu muhafaza eder. Bu esnada ona, ‘Allah yatağını mübarek kılsın. Dostların ne iyi dost, arkadaşların ne iyi arkadaştır’ derler.” Huzeyfe-i Yemânî (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile birlikte bir cenazede idik. Kabrin başına oturdu, ona doğru uzun uzun bakmaya başladı ve, “Mümin (insan) kabrinde öyle sıkıştırılır ki, âdeta boynu, göğsü ve kaburga kemikleri birbirine geçer”T3 buyurdu. Hz. Âişe (r.anh) Resûlullah’ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: 183 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/407; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, nr. 124; ibn Receb, Ehvâlü’l-Kubûr, s. 101; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 3/46; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 156. “Muhakkak kabrin bir sıkıştırması vardır. Eğer bundan biri kurtulacak olsaydı, o Sa’d b. Muâz olurdu.”184 Enes (r.a) anlatıyor: “Resûlullah’ın kızı Zeyneb (r.anh) vefat etmişti.185 Hep beraber cenazeye katıldık. Resûl-i Ekrem (s.a.v) çok üzgündü. Hz. Peygamber (s.a.v) sonra sekînet ve vakar içinde kabrin başına oturdu ve ellerini semaya doğru kaldırıp dua etmeye başladı. Ardından kabre inip kızını yerleştirdi, onu çok üzgün görüyordum. Kabirden çıkarken gördüğümde ise sevinçli idi, tebessüm ediyordu. Biz Resûlullah’a bu değişikliğin nedenini sorduk, şöyle cevap verdi: “Kabrin darlığı, onun insanı nasıl sıkıştırdığı ve buna karşın kızım Zeyneb’in zayıf ve güçsüz biri olduğu hatırıma geldi. Bu bana çok sıkıntı verdi. Ben de Allah’a dua edip kızımdan kabir azabını hafifletmesini istedim, duamı kabul etti. Fakat kabir onu öyle bir sıktı ve üzerine daraldı ki, doğu ile batı arsında, insanların ve cinlerin haricindeki bütün mahlûkat onun sesini işitti.”186 184 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/55; Tahâvî, Müşkilü’l-Âsâr, 1/248; ibn Receb, Ehvâlü’l-Kubûr, s. 99-100; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 3/46; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 156. 185 Hz. Zeyneb (r.anh) hicretin 8. yılının başlarında vefat etmiştir. 186 Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 1/745; 22/1054; İbnü’l-Cevzî, el-ilelü’l-Mütenâhiye, 2/908-909; Süyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 108-109; ibn Receb, Ehvâlü’l-Kubûr, s. 102. İKİNCİ KISIM (SÛRA ÜFÜRÜLMESINDEN CENNET ya da CEHENNEME VARINCAYA KADARKI DURUMLAR) . Sûrun üfürülmesi ¦ Mahşer meydanı ve mahşer halkının durumları; terlemeleri, kıyamet gününün uzunluğu . Kıyametin şekli, dehşet veren tehlikeleri ve kıyametin diğer isimleri . Günahlardan ötürü nasıl sorgulama yapıldığı . Mizanın (amel terazisi) niteliği . Hasımların (birbiriyle hesaplaşan kimselerin) durumu ve mazlumun hakkının ödenmesi . Sırat köprüsünün niteliği . Şefaatin nasıl olacağı . Havz-ı kevserin vasıfları . Cehennem halkı, cehennemin niteliği, . Cennet halkı, cennetin niteliği, nimetlerinin sınıfları . Yüce Allah’ın (c.c) cemâlini seyretmenin keyfiyeti ve niteliği . Yüce Allah’ın (c.c) rahmetinin genişliği BİRİNCİ BÖLÜM KIYAMETİN KOPMA ESNASINDAKİ SÛRA ÜFÜRÜLME OLAYI Kitabın geçtiğimiz bölümlerinde, ölecek olan kişinin yaşadığı, sekerât-ı mevt dediğimiz can çekişme olayının şiddetini, ölümle başlayan tehlikeleri, son nefeste iman ile gi-dememe korkusunu, kabir karanlığının ürkütücülüğünü, kabrin sıkmasını ve oradaki yalnızlığı, haşeratın insanın vücudunu nasıl yiyip bitirdiğini, Münker-Nekir meleklerini ve onların sorgulamalarını, eğer günahkâr biri ise k?vr azabının ne denli şiddetli olacağını anlatmıştık. Elbette hepimizin önünde bundan daha büyük ve korkutucu tehlikeler vardır. Bunlar şunlardır: Sûra üfürülmesiyle birlikte kıyametin kopuşu, tekrar dirilmek ve mahşer meydanına toplanmak, cebbar olan Allah’ın (c.c) huzuruna getirilmek, az çok yapılan her işten sorgulanmak, herkesin sevabının ve günahının eksiksiz olarak ölçülmesi için terazilerin kurulması, inceliği ve kes-kinliğiyle bilinen sırat köprüsünden geçmek, ameller tartılıp neticeye varıldığında, gideceği yerin (cennet ya da cehennem) çağrısını beklemek. İşte bunlar ilk olarak bilmen gereken hallerdir. Sonra bunlara kalbinde hiçbir şek ve şüphe bırakmayacak şekil- 164 ÖLÜM ve SONRASI de inanman ve ardından da onlara hazırlanman için kalbini diriltmen gerekir. Şu var ki, çoğu insan, âhirete imanı tam anlamıyla kalbine yerleştirememiş, kalbin derinliklerinde yer eden temel bir esas haline getirmemiştir. Bunun en iyi göstergesi, insanların yazın sıcaktan, kışın soğuktan korunmak için en iyi tedbirleri almalarına rağmen cehennemin harareti ve soğuğuna karşı görmezden gelişleridir. Evet, onlara âhireti sorsan, “Âhiret haktır” derler. Ancak sonra kalpleri bu söylediklerinden gafil bir halde onu unutur giderler. Bu aynen, bir dostunun, senin önüne getirilen bir yemek hakkında, “Bu yemek zehirlidir” dedikten sonra yemeğe bir kaşık da kendisinin daldırmasına benzer. Bu kimse sözüyle doğru söylemiş, fakat ameliyle kendisini yalanlamıştır. İşte en kötüsü budur. Hz. Peygamber (s.a.v) bir kudsî hadiste şöyle buyurur: “Yüce Allah buyurur ki: Âdemoğlu kendisi için caiz değilken beni birtakım noksanlıklarla vasıflandırdı ve hakkımda yalan konuştu. Beni noksan sıfatlarla vasıfiaması, bana bir evlât isnadında bulunmasıyladır (üçlü ilâh inancında olduğu gibi). Beni yalanlaması ise, onun, ‘Bizi yarattığı gibi (ölümümüzden sonra) tekrar eski halimize döndüremez’ sözleridir.”’87 İnsanın bâtınının (kalbinin), yeniden dirilme ve haşir meydanında toplanma gibi hadiseleri tasdik etmede ve inanmada gevşeklik göstermesinin nedeni, bu gibi hadise-lerdeki anlayışının kıt oluşundandır. Bu zamana kadar hiçbir canlının doğum yaptığını görmeyen ve üremenin ne şekilde olduğunu bilmeyen birine, 187 Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 1, Tefsir, 2; Nesâî, Cenâiz, 117; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/318; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 848; Begavî, Şerhu’s-Sünne, nr. 41. İMAM GAZÂLÎ 165 “Bir sanatkâr, şu pis nutfeden konuşan, düşünen akıl ve irade sahibi bir insan yapıyor” denilse, elbette bunu kabul etmeyecektir. Bu sebeple Allah (c.c) şöyle buyurur: “İnsan görmez mi, biz onu meniden nasıl yarattık. O bunu görmeyip bize apaçık bir düşman oluverir. O Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışır ve, ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ der.”188 “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu nutfe, alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmiştir. Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmiş-tfr.”189 Esasen insanoğlunun yaratılışındaki acayiplikler, organlarının birbirine eklenişindeki farklılıklar öyle çoktur ki, bunlar onun tekrardan diriltilmesinden daha fazla şaşırtıcıdır. Allah Teâlâ’nın sanatını ve kudretini müşahede eden bir kimse, yine onun kudretinde ve hikmetinde olan bu dirilme hadisesini nasıl inkâr edebilir ki? Şayet bu husustaki inancında bir zayıflık varsa, onu ilk yaratılış anını düşünerek kuvvetlendir. Zira öldükten sonra diriliş aynen onun gibi ve hatta daha da kolaydır. Buna imanın kuvvetliyse, dirilme ve mahşer anının korku ve tehlikelerini kalbine getir. Kalbinin bu husustaki rahatlığını ve gevşekliğini kaldırmak için çok düşün ve öncekilerin ölümlerinden ibret al. Bir an evvel rabbinin huzuruna arzedile-ceğin gün için kollarını sıva, amel et. 1 Yâsîn 36/77-78. 1 Kıyâme 75/36-39. ¦T ¦i 166 ÖLÜM ve SONRASI SÛR DENİLEN ALETİN ÇIKARDIÐI SES ilk olarak kabir sakinlerinin kulaklarını çınlatacak olan sûrun şiddetle üfürülüşünü düşün. O sûr öyle bir ses ve öyle bir bağırtıdır ki, onunla birlikte kabirler ölülerin baş tarafından açılır ve ölüler bir defada kabirlerinden sıçrarlar. Kendini o durumu yaşıyormuş far-zet; bedenin baştan aşağı toz toprağa bulanmış, yüzün değişmiş ve sesin şiddetinden hayretler içinde çağrının geldiği tarafa doğru gözlerini dikmişsin! İnsanlar uzun süre belâ ve musibet çektikleri kabirlerinden bir anda fırlayıver-mişler. Herkes gam ve keder içindeyken bir de akıbetlerinin ne olacağı endişesinin onları nasıl bir korkuya bürüdü-ğünü hayal et. Allah (c.c) bu hususlarda şöyle buyurmuştur: “Sûra (ilk) üflenişte, Allah’ın diledikleri (dört büyük melek, cennet bekçisi rıdvân, huriler ve cehennem bekçileri zebaniler) müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir defa üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış (etrafa, sağa sola) bakıyorlar.”190 “O sûra üfürüldüğü zaman var ya, işte o gün zorlu bir gündür, hele kâfirler için (hiç de) kolay değildir.”191 “Onlar, ‘Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecektir?’ derler. Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar. İşte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler. Nihayet sûra üfÖrülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak rablerine giderler. ‘(İşte o zaman) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, rahmâ- 190 Zümer 39/68. 191 Müddessir 74/8-10. İMAM GAZÂÜ nm vaad ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler’ derler.”192 İnsanların önünde sûra üfürülmenin haricinde başka hiçbir şey olmasa bile korkutucu olarak bu yeter de artardı. Zira o öyle bir ses ve gürültüdür ki, onun şiddetinden, Allah’ın diledikleri müstesna (ki onlar da meleklerdir) yerde ve gökte ne varsa hepsi ölecektir. Bunun için Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sûr sahibi (İsrafil), boynuzu (üfürme aletini) eline almış, boynunu uzatmış ve ne zaman kendisine emredilecek de üfleyeceğim diye beklemekte iken ben nasıl sevinebilirim ki?”‘193 SÛRUN ŞEKLİ ve MAHİYETİ Mukâtil b. Süleyman (rah) şöyle demiştir: “Sûr denilen şey boynuz şeklindeki bir üfürme aletidir. Boru çalmak üzere hazırlanmış biri gibi, görevli melek ağzını o boruya koymuş beklemektedir. Sûrun (borunun) ağız tarafının genişliği, çapı yeryüzü ile gökyüzü arasındaki mesafe kadardır. İsrafil (a.s) gözünü arş tarafına dikmiş, kendisine ne zaman emredilecek de sûra üfleyeceğim diye beklemektedir. O sûra ilk üfleyişinde yerde ve gökte ne varsa hepsi ölecektir. Allah’ın kalmalarını istediği Cebrail, Mîkâil, israfil ve ölüm meleği Azrail bunun dışındadır. Ardından Allah (c.c) ölüm meleğine sırasıyla, Cebrail, Mîkâil ve İsrail’in ruhlarını almasını emredecek, sonra da ölüm meleğinin kendi canını almasını emredecek ve hayatta zât-ı bârîden başka hiçbir varlık kalmayacaktır. 192 Yâsîn 36/48-52. Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 8; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/326; Taberânî, el-Mu’ce-mü’l-Kebtr, nr. 12670; Hâkim, el-Müstedrek, 4/559; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 723. Hekimhan 169 SURUN ÜFÜRÜLMESİNDEN SONRAKİ BEKLEYİŞ Bütün mahlûkat, sûrun ilk üflenişinden sonra berzah âleminde kırk yıl bekleyecektir. Sonra Allah (c.c) İsrafil’i yeniden diriltip ikinci bir kez daha sûra üflemesini emredecektir. Bu anlattıklarımızın delili şu âyet-i kerimedir: “…Sonra ona (sûra) bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar (bütün ölüler) ayağa kalkmış (etraflarına) bakıyorlar!”(tm)* İşte o an herkes ayağa kalkmış mahşer meydanına gönderilmeyi beklemektedirler. Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Ben peygamber olarak gönderildiğimde (o emir bana verildiğinde) İsrafil’e de üflemesi için sûr (denilen o boru) verildi. O, her an kendisine emredilecek olan üfleme emrini beklemektedir. Dikkat edin! Sûra üfürülmenin dehşetinden korkun.” 194 Zümer 39/68. O gün bütün mahlûkatın yeniden dirilmenin korkusu ve şiddetiyle, kalpleri buruk ve zelil bir halde, haklarında cennetlik ya da cehennemlik olduklarının hükmünün verileceği mahşer meydanına doğru götürüldüklerini düşün. Aralarında sen de varsın ve sen de onlar gibi kalbi buruk, hakir ve zelil bir haldesin. Eğer dünyada refah ve hayırsız bir zenginlik içinde hayat sürmüşsen, şunu bil ki, o gün yeryüzünün sultanları ve zenginleri, ayaklar altında ezilen karıncalar misali, mahşer halkının en hakir ve en aşağılarından olacaktır. O esnada, bütün hayvanat, dağlardan taşlardan, başları öne eğik bir vaziyette oluk oluk mahşer meydanına gelirler ve kendilerini kirleten, günahlarının olmamasına rağmen insanların arasına karışırlar. Bu, sûra üfürülmenin kendilerine verdiği korku sebebiyledir ve o sebeple artık insanlardan ürkmez-ler. Nitekim bu husus, “Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde”(tm)6 âyetiyle bildirilmiştir. Sonra rabbinin huzurundan kovulmuş olan o kibirli şeytan (ve nesilleri) tutup getirilir. Şeytan ve avanesi rabbinin huzuruna çıkarılacağının korkusundan boynunu eğmiştir. Allah (c.c) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Öyle ise, rabbine yemin olsun ki, muhakkak surette onları (insanları) şeytanlarla birlikte mahşerde toplayacağız; sonra onları diz üstü çökmüş vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız.”197 Bu zikrettiğimiz tehlikelerden ötürü, şimdiden o gün senin ve kalbinin hali ne olacak diye otur bir düşün! <9" Tekvîr 81/5. 197 Meryem 19/68. 170 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZALİ 171 İKİNCİ BÖLÜM HALKIN MAHŞER MEYDANINDA TOPLANMASI Sonra insanların kabirlerinden kalkıp çıplak, yalın ayak ve sünnetsiz198 olarak mahşer meydanına götürüldüklerini bir düşün! Mahşer meydanı âdeta ak pak un gibi bembeyaz bir sahadır. Orada ne bir iniş ne de bir yokuş görürsün. Orada insanın ardına saklanabileceği bir tepe ya da içine girip gözlerden kaybolacağı bir çukur yoktur. Orası hiçbir inişi çıkışı bulunmayan dümdüz bir arazidir. İnsanlar grup grup buraya sevkedilirler. Yeryüzünün (ve kâinatın) her köşesinden, ayrı ayrı türlerine ve sınıflarına rağmen gelmiş geçmiş bütün mahlûka-tı bir araya toplayan Allah (c.c) bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Allah Teâlâ önce bir râcife, ardından da bir râdife ile mahlûkatı bu meydana sevketmiştir. Râcife, titreten ve ürperten anlamında olup sûrun birinci üfürülmesi için kullanılmıştır. Râdife ise, birincisini takip eden anlamındadır ve ilk üfürülüşün ardından geldiği için ona bu isim verilmiştir. 198 Bu hususta rivayet olunan hadislerden biri şöyledir: Hz. Aişe (r.anh) Allah Resû-lü’nden (s.a.v) şunları işittiğini söylemiştir: “İnsanlar kıyamet gününde yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunurlar.” Ben de, “Ey Allah’ın Resulü! Kadın ve erkekler beraber olduklarında birbirlerine bakmazlar mı?” dedim. Allah Resulü, “Ey Âişe! Mesele, birbirlerine bakmalarından çok daha zor ve dehşetlidir (yani o gün hesap endişesinden ötürü kimse birbirine bakmaz)”buyurdu (bk. Müslim, Cennet, 56). Öyleyse şu kalplerimizin o günün dehşetinden ürküp ıstıraba düşmesi, gözlerimizin de şimdiden korku içinde zelil ve hakir olması gerekmez mi? Resûlullah (s.a.v) buyururlar ki: “Kıyamet günü insanlar beyaz unun çöreği gibi bembeyaz, kızıl beyaz bir yerde toplanacak. Orada hiç kimse için bir alâmet (kendisini gizleyecek bir bina ya da gözlerden saklayacak bir tepe) olmayacak.”199 Mahşer meydanının bu dünyaya benzediğini zannetme. Aralarında benzerlik (her ikisine de meydan anlamına gelen arz denilmesinden dolayı) sadece isim benzerliğidir. Nitekim Allah (c.c) bu konuda, o gün yeryüzünün başka bir yeryüzü, göklerin de başka gök olacağını beyan etmiştir.200 İbn Abbas (r.a) bu âyetin yorumunda şöyle demiştir: “(Mahşer yeri yine dünyadır, değişiklik olarak) yeryüzünde kimi yerler yükselecek kimi de alçalacak; ağaçlar, dağlar, vadiler ve içlerinde ne varsa hepsi yer değiştirecektir. Her yer Ukâzî201 derisi gibi uzayıp gidecek, hulâsa dümdüz olacaktır. Orası gümüş renginde beyaz bir meydandır. Üzerinde hiç kan akıtılmamış ve günah işlenilmemiştir. Onun gökyüzünde güneş, ay ve yıldızlar yoktur (kıyametle birlikte hepsi yok olmuştur).” Ey miskin adam! O günün dehşetine ve şiddetine bir bak da düşün! Aklını başına devşir! Bütün mahlûkat bu meydanda toplandığı zaman yıldızlar dökülecek, ayın ve güneşin ışığı sönecek, kandilleri sönen yeryüzünü karanlık bürüyecek. İşte o sırada gökyüzü tepelerinde dönmeye başlayacak ve o denli kalın ve büyük olmasına rağmen iki- 199 Buhârî, Rikâk, 44; Müslim, Sıfatü’l-Kıyâme, 2. 200 bk. ibrahim 14/48. 201 Ukâz. Hicaz’da bir yerin ismidir. Burada imal edildikleri için bu isim verilmiştir. Elâstikî özelliğiyle meşhurdur. 7 ” ‘t ‘1 ‘l 172 ÖLÜM ve SONRASI ye ayrılacaktır. Bu olayı gören melekler dahi ayağa kalkacaktır. O gün göklerin yarılmasıyla kulaklara gelen ses ne korkutucudur! O denli sertliğine ve kalınlığına rağmen o kırılmanın heybeti ne kadar dehşet vericidir! Sonra o gök tabakaları eritilmiş gümüş gibi akmaya başlar, içine bir sarılık karışır ve kızarmış yağ renginde gül gibi olur.202 Gökyüzü eritilmiş kurşun, dağlar etrafa saçılmış renkli yün, insanlar ise ateşin etrafında çırpınıp dururken yere dökülen kelebekler gibidir. Hepsi birbirine karışmış, çırılçıplak, yalın ayak yollara düşmüşlerdir. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar çırılçıplak, yalın ayak, sünnetsiz bir halde haş-rolunurlar. (Mahşer meydanında) terlemeleri ağızlarına ve hatta kulak memelerine kadar ulaşır.” Hadisi rivayet eden Resûlullah’ın (s.a.v) hanımı Şevde (r.anh) şöyle der: Ben bu hadisi işittiğim zaman Resûlul-lah’a, “Ne kötü şey! O zaman insanlar birbirine bakmaz mı?” diye sordum. Resûlullah (s.a.v), “İnsanların bununla uğraşacak durumları yoktur”203 dedi ve şu âyeti okudu: “O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.”204 O gün öyle büyük bir gündür ki, insanların avret yerleri açıldığı halde kimse kimseye bakamaz, bakmaya imkân bulamaz. Bu nasıl olsun ki, o gün mahşer meydanına kimileri karınları, kimileri de yüzleri üzerine sürüne sürüne ge- 202 bk. Rahman 55/37. 203 Hz. Şevde rivayeti için bk. Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebir, 24/91; Hâkim, el-Müsted-rek, 2/515; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/333; Münzirî, et-Tergîb ve’t-Terhîb, nr. 5244. Hz. Âişe (r.anh) rivayeti için bk. Nesâî, Cenâiz, 118. 204 Abese 80/37. İMAM GAZÂLÎ 173 lecektir, bu durumda bir başkasına dönüp bakmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü insanlar üç grup olarak haşrolunurlar: Biniciler, yayalar ve yüz üstü yürüyenler.” Ashaptan biri, “Ey Allah’ın Resulü! Nasıl olur da yüz üstü yürüyebilirler?” diye sorduğunda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Onları ayakları üzerine yürütmeye kadir olan Allah (c.c) elbette yüzleri üzerine yürütmeye de kadirdir.”205 Sevmediği ve hoşlanmadığı şeyi inkâr etmek insanoğlunun tabiatında vardır. Eğer insanoğlu yılanın karnı üzerinde şimşek gibi yürüdüğünü görmüş olmasaydı elbette ayaksız yürümenin imkânsız olduğunu iddia edecekti. Ayaklarıyla yürüyemeyen bir canlı da eğer iki ayakla yüründüğü görmeseydi aynı inkâr durumu onun için de söz konusuydu. Dünyevî olaylara ters düşüyor diye sakın âhi-retle ilgili bu garip halleri inkâr etmeye kalkma! Şu dünya hayatında bile, görmemiş veya duymamış olduğun bazı garip haller sana anlatıisaydı elbette sen buna daha fazla tepki gösterir, inanmak istemezdin (Senin var olan bir şeyi anlamaman, görmemen ve bilmemen o şeyin mümkün olamaması anlamına gelmez). Şimdi kendinin, o mahşer meydanında çırılçıplak, zelil ve hakir bir halde bulunduğunu, karşılaştıklarından ötürü hayret ve dehşet içinde olduğunu ve hakkında verilecek olan cennet ya da cehennem hükmünü beklemekte olduğunu düşün! Gerçekten bu, insanın düşeceği en büyük ve en zor durumdur. 205 Buhârî, Tefsîr, 25; Tirmizî, Tefsir, 3142; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/354; Hattb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 5546. 174 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 175 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MAHŞER ALANINDAKİ TERLEME Şimdi de bütün mahlûkatın bir araya toplanıp oluşturdukları izdihamı düşün. Yedi kat yeryüzündeki ve gökyüzündeki gelmiş geçmiş bütün varlıkların; melek, cin, insan, şeytan, vahşi hayvan hulâsa ne varsa hepsinin bir araya geldiklerini, güneşin onların tam tepesine inmesiyle sıcaklığın normalin iki katına çıktığını ve hatta iki yay mesafesi kadar başlarına yaklaştırdığını, yeryüzünde Allah’ın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin kalmadığını ve o gölgede de ancak Allah’a yakın olmuş sâlih kimselerin gölgelendiği günü tefekkür et. Kimileri orada arşın gölgesinde gölgelenirken kimi de güneşin kavurucu sıcaklığı altında kavrulmaktadır. Sonra insanlar izdihamdan ötürü birbirini itip kakmaya başlarlar. Öyle ki herkesin ayağı birbirine dolanır. Bir de buna kulun rabbinin huzuruna çıkacağının utancı eklenince, duyduğu haya ve ıstırap daha da artar. İşte bir yandan güneşin harareti, bir yandan insanların birbirlerinin enselerine verdiği nefeslerin bunaltıcı hali ve bir yandan da kalplerin Allah’a karşı duyduğu haya ve korku bir araya gelince her bir saçın dibinden terler sızmaya, durdukları yere, mahşer meydanına akmaya başlar. Her- kes Allah indindeki derecesine göre terler. Kimi dizlerine, kimi boynuna, kimi kulak memelerine kadar terler, kimi de ter içinde kaybolacak duruma gelir. İbn Ömer’in (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûiuiiah (s.a.v) şöyle buyurmuş: “(Kıyamet günü) insanlar âlemlerin rabbinin huzuruna getirileceği vakit kiminin teri kulağının yarısına kadar varır. “206 Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste ise Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurur: “Kıyamet günü insanlar öyle terler ki, akan terleri yetmiş kulaç yerin altına sızar. Terleri onların ağızlarına ve kulaklarına kadar dayanır.”207 Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir başka hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Kıyamet (mahşer) günü insanlar (haklarında ne hüküm verilecek diye) gözlerini semaya diker ve beklerler. Sıkıntı ve kederlerinden terleri ağızlarına kadar varır.”206 Ukbe b. Âmir (r.a), Resûlullah’tan (s.a.v) şöyle rivayet etmiştir: “Kıyamet günü güneş yeryüzüne yaklaşır ve insanlar terlemeye başlar. Kiminin teri topuklarına, kimininki baldırlarının yarısına, kimisininki dizlerine, kimininki uyluklarına ve kimilerinin teri ise ağzına kadar varır (Resûiuiiah bunu anlatırken elini ağzına götürerek terin seviyesini gösterdi). Kimi de vardır ki, onun teri boyunu dahi aşar (Resûiuiiah bunu anlatırken de elini başının üstüne koymuştur).”205 ‘ Buhârî, Rikâk, 47; Müslim, Cennet, 60; Tirmizî, Sıtatü’l-Kıyâme, 2; ibn Mâce, Zühd, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/13. Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 7684. ‘ Buhârî, Rikâk, 47; Müslim, Cennet, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/418. ‘ ibn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, nr.4611; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 8/442; Zebîdî, İthaf, 14/446. 1 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/157; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 17/884; ibn Hib-bân, es-Sahîh, nr. 7329; Hâkim, el-Müstedrek, 4/571. Ey miskin! O mahşer halkının nasıl terlediklerini, kalplerinin ne denli sıkıntı ve üzüntü içinde olduğunu bir düşün! Nitekim aralarında, hiçbir azap ve hesap görmemişken, “Ey rabbim, cehenneme gidecek olsam dahi beni bu sıkıntıdan ve bekleyişten kurtar” diye yalvaranlar olacaktır. Bil ki sen de o mahşer ehlinden birisin ve terinin nere kadar çıkacağını bilmiyorsun. Hac, cihad, oruç, namaz, bir müslüman kardeşinin ihtiyacını gidermek, iyiliği emredip kötülüklerden sakındır-makta nice zorluklara katlanmak gibi Allah rızâsının dışında akıtılan her bir damla ter, o mahşer meydanında haya ve korkuyla birlikte yeniden akacak, beraberinde sıkıntı ve üzüntüler de devam edecektir. Şayet insanoğlu şu cehalet ve kibir hastalığından bir kurtulabilse, Allah’a itaat yolundaki meşakkatlere katlanmanın, kıyamette hesabı beklemekten daha kısa ve orada terlemekten daha kolay olduğunu kavrayabilecektir. Gerçekten mahşer, müddeti ve şiddetiyle pek uzun ve pek çetindir. İMAM GAZÂLÎ 177 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KIYAMET GÜNÜNÜN UZUNLUÐU Kıyamet günü, bütün mahlûkatın gözlerini semaya dikip bekledikleri, kalplerin korkudan ve sıkıntıdan parçalandığı, hiç kimsenin birbiriyle konuşup muhatap dahi olmadığı bir gündür. Herkes burada yemeden, içmeden ve hatta üzerlerine hafif bir rüzgâr dahi esmeden üç yüz yıl bekleşirler. Kâ’b el-Ahbâr ve Katâde b. Diâme (rah), “Ogün insanlar âlemlerin rabbinin huzurunda ayakta dururlar”210 âyetinin tefsirinde, “insanlar üç yüz yıl ayakta dururlar” demiştir. Abdullah b. Amr der ki: Resûlullah (s.a.v) bu âyeti okuduktan sonra şöyle dedi: “Allah Teâlâ size hiç bakmadan mahşer yerinde elli bin sene bekletse haliniz nice olur?”zu Hasan-ı Basrî (rah) o günün tehlikelerinden bahsederek der ki: “Hiçbir şey yemeden ve hiçbir şey içmeden elli bin sene ayakta beklenen o günü ne zannediyorsunuz!” O gün insanların susuzluktan boyunları kopar, açlıktan karınları kavrulur. Bu halleriyle cehenneme götürülür ve kendilerine suyu sıcak olan kızgın kaynaklardan içirilir. Ar- 210 Mutaffifîn 83/6. 211 Hâkim, el-Müstedrek, 4/572; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 8/442; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 11476; Müttakî-i Hindî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 38928. 17ft ÖLÜM ve SONRASI tık azaba dayanamayacak noktaya geldiklerinde her biri bir başkasından kendisi hakkında şefaatçi olacak birini bulmasını ister. Hangi peygamberin eteklerine yapışsalar, o peygamber onları yanından uzaklaştırır ve, “Beni bırakın, ben kendi nefsimle meşgulüm. Benim işim bana yeter, başkasına yardımcı olamam” der. Her bir peygamber Allah’ın o şiddetli gazabını ve öfkesini mazeret göstererek, “Rabbimiz bugün öyle gazaplandı ki, bugüne kadar böyle hiç kızmadı, bundan sonra da kızmayacak” derler. Sonunda insanlık Hz. Peygamber’e (s.a.v) kadar gelir ve Resülullah Efendimiz (s.a.v) kendisine izin verilen kimselere şefaat eder. Bu hususta Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: “O gün çok esirgeyici (Allah’ın) kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.”212 Öyleyse o günün uzunluğunu ve orada beklemenin insana verdiği sıkıntı ve kederi iyi düşün ki, şu kısacık ömründe kötü işler yapmaya karşı sabırlı olabilesin. Bil ki, dünyada şehvetlerine karşı sabretmenin şiddetinden dolayı uzun süre ölümü bekleyen kimsenin kıyamette ölümü beklemesi kısa olur. Resülullah (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, o mahşer günü mümine hafif ve kısa gelir; öyle ki dünyada kıldığı farz namazın vaktinden daha çabuk geçer.”213 O halde bu müminlerden olmak için gayret et. Ruhun bedeninde olduğu müddetçe iş sana kalmıştır, ölümden “THanbel, el-Müsne*. 3/75; Beyhakî, Şuaöül-i.ân, n, 361; EbûJaU el-Mösneö, nr. 1390; ibn Hibbân, es-Sahm, 7334; Heysem,, Mecmau’z-Zeva.C 10/337. İMAM GAZÂLÎ 179 sonrasına hazırlanmak senin elindedir. Öyleyse şu kısa günlerde o uzun günler için çalış ki, sevinç ve süruru hiç bitmeyen bir kazanç elde edesin. Kendi ömrünü gözünde küçült, hatta dünyanın yedi bin senelik ömrünü dahi az bul. Meselâ, sen her bir günü dünya günleriyle elli bin sene olan âhiret günündeki azaptan kurtulmak için yedi bin sene sabretsen, gerçekten kazancın çok olur, yorgunluğun az kalır. BEŞİNCİ BÖLÜM KIYAMETİN ZORLUKLARI ve TEHLİKELERİ Ey zavallı insan! Dehşeti büyük, zamanı uzun, kahrı çetin, vakti pek yakın olan kıyamet için hazırlık yap! O günde göklerin yarıldığını, dehşetinden yıldızların paramparça olup etrafa dağıldığını, parlaklığıyla göz kamaştıran yıldızların karardığını, güneşin dürülüp atıldığını, dağların yürütüldüğünü, değerli hayvanların başıboş bırakıldığını, vahşi hayvanların bile bir araya toplandıklarını, denizlerin ateş haline geldiğini görürsün. O gün ruhlar bedenlerine geri dönmüş, cehennem olanca ateşiyle kızdırılmış, cennet müminlere yaklaştırılmıştır. Dağlar tuz buz edilip kum haline getirilmiş, yeryüzü dağların yok olmasıyla uzamış, dümdüz olmuştur. O gün yeryüzünün şiddetle sarsıldığını, toprağın içinde ne varsa hepsini dışarı attığını, insanların amellerinin karşılığını görmek üzere bölük bölük mahşer meydanına götürüldüklerini görürsün. O gün, Allah Teâlâ’nın hakkında şöyle buyurduğu bir gündür: ‘Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği gündür. İşte o zaman olacak olur ve kıyamet kopar. Gök (meleklerin inmesi için) yarılır ve artık zayıfladığından çökmeye yüz tutar. Melekler göğün İMAM GAZALİ 181 etrafındadır. O gün Allah’ın (c.c) arşını bu meleklerinde üstünde sekiz melek yüklenir. (Ey insanlar) O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz.”214 O gün dağların yürütüldüğü ve her yerin dümdüz olduğunu görürsün. O gün yerin altının üstüne geldiği, dağların parçalanıp etrafa saçıldığı bir gündür. O gün insanlar ateşin etrafındaki pervaneler gibi sağa sola saçılır, dağlar etrafa yayılmış renkli yünler gibi atılır. O gün Allah Teâlâ’nın hakkında, “Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir, fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir”2^5 buyurduğu bir gündür. O gün, “Yer başka bir yer, göklerde (başka gökler) haline getirildiği, (insanların) bir ve kahhâr (gücüne dayanılmaz) olan Allah’ın huzuruna çıktıkları gündür.”2(tm) O gün dağların ufalanıp etrafa savrulduğu, her yerin dümdüz ve bomboş bırakıldığı, hiçbir yerinde, inişin veya yokuşun olmadığı bir gündür. O gün, Allah’ın (c.c) hakkında, “Sen dağları görürsün ve yerinde duruyor sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler”2^ buyurduğu gündür. Ogün, “Göğün yarılıp kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu”2(tm) zamandır. “İşte o gün insana da cine de (haşirle birlikte halleri zaten belli olduğu için ilk anda) günahı sorulmaz”2(tm) Hakka 69/14-18. 15 Hac 22/2. 16 ibrahim 14/48. Nemi 27/88. Rahman 55/37. 19 Rahman 55/39. 182 ÖLÜM ve SONRASI O gün isyankârların konuşturulmayacağı bir gündür. O gün günahkârlara hiçbir şey sorulmadan alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. O gün herkesin yapmış olduğu iyilikleri de kötülükleri de karşısında hazır halde bulduğu ve yapmış olduğu kötülük-leriyle kendi arasında uzun bir mesafenin olmasını isteyeceği bir gündür.220 O gün her insanın dünyadayken yapmış olduğu hayır ve şer cinsinden her şeyi bileceği, âhirete getirdiklerine ve geride bıraktıklarına şahit olacağı bir gündür. O gün dilin tutulup başka organların konuşacağı gündür. O gün genç olanların dahi dehşetten saçlarının ağardığı bir gündür. Bu hususta Resûlullah’ın (s.a.v) bir hadis-i şerifleri vardır. Şöyle ki: Hz. Ebû Bekir (r.a) Peygamber Efendimiz’e, “Ey Allah’ın Resulü, sizleri yaşlanmış (saçları ağarmış) görüyorum” deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v), “Hûd (sûresi) ve onun kardeşleri (olan Vakıa, Mürselât, Amme yetesâelûn, ve İze’ş-şemsü küvvirat sûreleri) beni yaşlandırdı”221 buyurmuştur. Kur’an okurken yaptığı tek şey dilini oynatmaktan ibaret olan Kur’an okuyucusu! Eğer okudukların üzerinde biraz düşünüp mânalarını içine sindirseydin elbette peygamberlerin efendisinin saçlarını ağartan şeyden senin de ödün kopar, ondan gereken öğüdü alırdın. Kur’an okurken sadece dilinin hareketiyle yetinirsen onun birçok mâna ve meyvesinden mahrum kalırsın. Kıyamet, o günün Kur’an’da zikredilen isimlerinden biridir. Allah (c.c) onun bazı felâketlerinden ve birçok isminden bahsetmiştir. Bundaki hikmet, mânalarının çokluğu- 220 bk. Âl-i imrâm 3/30. 221 Tirmizî, Tefsir, 56; Şemail, nr. 41; Hâkim, el-Müstedrek, 2/343, 476; Begavî, Şerhu’s-Sünne, nr. 4175; ibn Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, nr. 3650; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüv-ve, 1/358. İMAM GAZÂLÎ 183 nun isimlerine yansımasıdır. Ancak bundaki maksat isimleri tekrarlamak değil, akıl sahiplerine bir uyarı olmasıdır. Kıyametin isimlerinin her birinin altında bir sır, her bir sıfatının altında garip ve hayret verici mânalar vardır. Eğer uyanık akıl sahiplerinden isen onların mânalarını anlamaya gayret göster! Kıyametin Diğer İsimleri Yevmü’l-kıyâmet: Her şeyin ayağa kalkıp ilâhî huzura geldiği gün. Yevmü’l-hasret: Hasret günü. Yevmü’n-nedâmet: Pişmanlık günü. Yevmü’l-muhâsebe: Hesaba çekilme günü. Yevmü’l-müsâele: Sorgulanma günü. Yevmü’l-müsâbaka: Herkesin gideceği yere götürülme günü. Yevmü’l-münâkaşa: Her şeyin hesabının bir bir tetkik edileceği gün. Yevmü’l-münâfese: Salih kişilerin derecelerine çıkmak için yarıştığı gün. Yevmü’z-zelzele: Deprem ve sallantı günü. Yevmü’d-demdeme: Azap günü. Yevmü’s-sâika: Yerde ve gökte ne varsa hepsinin ölüm günü. Yevmü’l-vâkıa: En büyük olayın meydana geldiği olay günü. Yevmü’l-kâria: Azabın ve felâketin kapıyı çaldığı gün. Yevmü’r-râcife: Sûra ilk kez üfürüldüğü gün. Yevmü’r-râdife: Aradan geçen kırk yıldan sonra ikinci kez sûra üfürülme günü. Yevmü’l-gâşiye: İnsanların üzerini kıyametin felâketinin kuşattığı gün. Yevmü’d-dâhiye: Felâketin iniş günü. Yevmü’l-âzife: Her an yaklaşan gün. Yevmü’l-hâkka: Muhakkak gerçekleşecek olan gün. Yevmü’t-tâmme: Felâketin ortalığı bürüdüğü gün. Yevmü’s-sâhha: Gürültü ve haykırış günü. Yevmü’t-telâkî: Buluşma günü. Yevmü’l-firâk: Sevgililerin birbirinden ayrılma günü. Yevmü’l-mesâk: Mahşere sevkedilme günü. Yevmü’l-kısâs: Her canlının birbirinden hakkını alma (kısas) günü. Yevmü’t-tenâd: Istıraptan ötürü herkesin birbirine yardım çığlıkları atacağı gün. Yevmü’l-hisâb: Hesap günü. Yevmü’l-meâb: Asıl vatana; cennet ya da cehenneme dönüş günü. Yevmü’l-azâb: Azap günü. Yevmü’l-firar: Anne baba, çoluk çocuk hulâsa bütün aile fertlerinin dahi birbirinden kaçacağı gün. Yevmü’l-karar: Ya cennete ya da cehenneme gidileceğinin kesinleşeceği gün. Yevmü’l-likâ: Herkesin rabbine kavuşacağı gün. Yevmü’l-bekâ: Ebediyet günü. Yevmü’l-kazâ: Hüküm günü. Yevmü’l-cezâ: Amellerin karşılığının verileceği gün. Yevmü’l-belâ: İmtihan günü. Yevmü’l-bükâ: Ağlama günü. Yevmü’l-haşr: Dirilme ve toplanma günü. Yevmü’l-vaîd: Günahların cezasının verilme günü. Yevmü’l-arz: Amellerin Allah’a arzedilme günü. Yevmü’l-vezn: Amellerin mizan adlı terazide tartılma günü. Yevmü’l-hak: Her şeyin hakikatinin ortaya çıktığı gün. Yevmü’l-hüküm: Allah Teâlâ’nın kulları hakkındaki hükmünü verdiği gün. Yevmü’l-fasl: Her davanın sonuçlanacağı gün. Yevmü’l-cem’: Gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın bir araya toplanacağı gün. Yevmü’l-ba’s: Ruhların bedenlerine iade edileceği gün. Yevmü’l-feth: Hiçbir şeyin gizliliğinin kalmayacağı gün. Yevmü’l-hızy: Yapılan kötülüklerin ve çirkinliklerin açıklanmasından dolayı insanların utandıkları gün. Yevmün azîm: Büyük gün. Yevmün akîm: Hayır ve hasenatın az oluşundan dolayı insanlara faydası az dokunan kısır gün. Yevmün asîr: Zor gün. Yevmü’d-dîn: Hesap günü. Yevmü’l-yakîn: Her şeyin hakikatinin açığa çıkacağı gün. Yevmü’n-nüşûr: Bedenlerin kabirlerinden kalkıp mahşere yayılma günü. Yevmü’l-masîr: Dönüşün Allah’a olduğu gün. Yevmü’n-nefha: Sûrun üfürülüş günü. Yevmü’s-sayha: Çığlık günü (Zira Allah Teâlâ İsrafil’e birinci üfleyişinde sûru uzunca bir müddet üflemesini emreder). Yevmü’r-recfe: Dağların ve ovaların su gibi aktığı sarsıntı günü. Yevmü’r-rucce: Toprağın içinde ne var ne yok hepsini dışarı attığı deprem günü. . Yevmü’z-zecre: Kovalanma ve azarlanma günü (Melekler o gün günahkârları ve isyankârları azarlarlar). Yevmü’s-sekrat: Dehşetinden akılların durduğu sarhoşluk günü. Yevmü’l-feza: Büyük korku ve dehşet günü. Yevmü’l-ceza: Ümitsizlik ve sabırsızlık günü. Yevmü’l-müntehâ: Sonuç günü. Yevmü’l-me’vâ: Cennete ya da cehenneme gidiş günü. Yevmü’l-mîkât: Sözleşme günü. Yevmü’l-mîâd: Buluşma günü. Yevmü’l-ğalak: Kimilerinin sevindiği, kimilerinin de üzüldüğü gün. Yevmü’l-mirsâd: Bekleyiş günü. Yevmü’l-arak: Terleme günü. Yevmü’l-iftikâr: Bir yardımcıya ve şefaatçiye ihtiyaç duyulduğu fakirlik günü. Yevmü’l-inkidâr: Yıldızların söndüğü gün. Yevmü’l-intişâr: Yıldızların saçılıp döküldüğü gün. Yevmü’l-inşikâk: Gökyüzünün varıldığı gün. Yevmü’l-vukûf: insanların oturmalarına izin verilmeden kırk yıl ayakta bekletildikleri gün. Yevmü’l-hurûc: Kabirlerden çıkış günü. Yevmü’l-hulûd: Ebediyen kalınacak yerin belli olduğu gün. Yevmü’t-tegâbün: Aldanışların ortaya çıktığı gün. Yevmün abus: Şiddetli gün. Yevmün ma’lûm: Bilinen gün. 1 Yevmün mev’ûd: Olacağı Allah (c.c) tarafından vaad edilen gün. Yevmün meşhûd: Evvel âhir herkesin şahit olacağı gün. Kıyametin Diğer Özellikleri ve Sıfatları Olacağı hususunda şek ve şüphe bulunmayan gün. Gizliliklerin ortaya döküldüğü gün. Kimsenin kimseye bir faydası dokunmadığı gün.Korkudan gözlerin dışarıya fırla- İMAM GAZÂLÎ 187 dığı gün. Dostun dosta hiçbir faydasının olmadığı gün. Hiç kimsenin başkası için bir şey yapamadığı gün. Günahkârların itile kakıla ateşe atılacakları gün. Günahkârların ateşe yüzüstü sürülerek götürü-ldükleri gün. Yüzlerin ateşte evirilip çevrildiği gün. Babanın evlâdı, evlâdın da babası adına bir şey ödeyemeyeceği gün. Kişinin kardeşinden, annesinden ve babasından kaçtığı gün. Kâfirlerin konuşamayacağı ve mazeretlerini beyan etmelerine de izin verilmeyeceği gün. Allah katında dönüşü olmayan gün. İnsanların kabirlerinden çıkıp meydana çıkacakları gün. Günahkârların ateşe atılacakları gün. Malın ve çoluk çocuğun fayda vermediği gün. Zalimlere mazeretlerinin fayda vermediği, lanete ve kötü yurda (cehenneme) müstahak oldukları gün. O gün bütün özürler ve mazeretler geri çevrilir; bütün gizlilikler açığa çıkarılır; saklı ve gizli ne varsa hepsi ortaya dökülür. O gün gözlerin korktuğu, seslerin kesildiği, sağa sola bakmaların azaldığı, hakikati ve hikmeti bilinmeyen işlerin açıklandığı, günahların görüldüğü gündür. O gün kullar (lehinde ya da aleyhindeki) şahitleriyle birlikte rablerinin huzuruna çıkarılır. Gençler yaşlanır, yaşlıların akılları başından gider. işte o gün amel terazileri yerlerine konur, amel defterleri açılır, cehennem ortaya (görülebilecek bir yere) çıkarılır ve sıcak suları iyice kaynatılır, ateş iyiden iyiye yaklaştırılır. Kâfirler büsbütün ümitsizliğe düşer. Cehennem ateşi körüklenmeye başlanır. Artık diller tutulur ve kulun azaları konuşmaya başlar. Ey insan! Seni pek kerim olan rabbine karşı oyalayan ve aldatan şey nedir? Sen kapıları kapadın, perdeleri çektin ve insanlardan gizli günahlar işledin. Sen ne yaptın? Bu 188 ÖLÜM ve SONRASI halini Allah’tan nasıl gizleyeceksin? Azaların senin aleyhine şahitlik yaptığında ne yapacaksın? Gerçekten biz gafil kullara yazıklar olsun! Yazıklar olsun bizlere ki, yüce Allah bizlere peygamberlerin efendisini gönderdi, beraberinde Kur’ân-ı Kerîmi indirdi ve onunla bize kıyametin sıfatlarını anlattı, bize gaflette olduğumuzu bildirdi. Ancak biz zikredilen bunca âyete rağmen bir türlü uyanamadık. İşte bu uyarılardan biri: “İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler. Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir.”222 Allah (c.c) bizleri kıyametin yakın oluşuyla uyararak şöyle buyurdu: “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.”223 “Doğrusu onlar, o azabı (ihtimalden) uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz.”224 “Ne bilirsin, belki onun zamanı yakındır.”225 Evet, bunca izahattan sonra; Kur’an okumaktaki en güzel gayemiz, onunla amel etmek, kıyametin mânalarını, vasıflarını ve isimlerini düşünerek gerekli tedbirleri almak ve o günün tehlikelerinden kurtulmak için hazırlıklar yapmak olmalıdır. Bunda aksi bir gaflet içine düşmekten yüce Allah’a sığınırız. 222 Enbiyâ 21/1-2. 223 Kamer 54/1. 224 Meâric 70/6-7. 225 Ahzâb 33/63. İMAM GAZÂLÎ 189 ti I ALTINCI BÖLÜM SORGULAMANIN YAPILMASI Ey zavallı! Bütün bu tehlikelerden sonra bir de aracısız ve tercümansız bir şekilde, şifahî olarak sana yöneltilecek soruları düşün. Az veya çok, büyük ya da küçük yapmış ve sahip olmuş olduğun her şeyden sorguya çekileceksin. Sen böyle (mahşer meydanında) kıyametin sıkıntıları, âdeta seni boğacak olan terletmeleri ve büyük musibetle-riyle uğraşırken yanına gökyüzünden bazı melekler iner. Büyük, sert ve acımasız görünüşleriyle bu melekler, emro-lundukları üzere, günahkârların alınlarından tutarak Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkarırlar. Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın (c.c) bir meleği vardır ki, iki kaşının arası yüz senelik mesafe kadardır.”226 Şimdi, o meleklerin seni arz makamına, Allah’ın huzuruna çıkarmak için seni almaya geldiklerini bir düşün; halin nice olur! Şu da var ki, bu melekler, yaratılışları itibariyle o kadar büyük ve dehşetli olmalarına rağmen o günün şiddetinden 226 Ebû Davud, Sünnet, 19; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, rtr. 4418; Heysemî, Mec-mau’z-Zevâid, 1/80; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Bvliyâ, 3/185. 190 ÖLÜM ve SONRASI başları öne eğik, Allah Teâlâ’nın kullarına olan öfkesinden ötürü korku ve ürperti içinde senin yanına gelirler. Bu melekler mahşer meydanına indiklerinde peygamberler, sıddîklar ve sâlihler de aralarında olmak üzere bütün mahlûkat, sıra kendilerine gelmesin diye Allah’a secdeye kapanırlar. Bu anlattıklarımız, Allah’a yakın olmuş sâlih kulların haliyse, isyankâr ve günahkârların hali nice olur? Bu sırada, korkularının şiddetinden ne yapacaklarını bilemeyen bir grup çıkarak meleklere, “Rabbimiz aranızda mı?” diye soracaklardır. Bunu melekler grubunun çokluğu ve onların heybetli görünüşünden dolayı sorarlar. Sorulan bu sorudan dolayı melekleri bir korku bürür, zira Allah (c.c) onların arasında olmaktan çok yüce ve münezzehtir. Melekler, dünya ehlinin zannettiği üzere Allah’ın kendi aralarında olmadığını bildirmek için, “Noksan sıfatlardan münezzeh olan rabbimiz elbette aramızda olmaktan da münezzehtir, fakat O’nu birazdan (siz müminler) müşahede edeceksiniz” derler. Sonra melekler saf saf olup bütün mahlûkatın etrafını kuşatırlar; Allah Teâlâ’nın (müminlere) edeceğinden dolayı da başları öne eğik, korku ve huşu halinde beklerler. İşte bu anlatılanlar, Allah Teâlâ’nın şu âyetlerinin tasdiki olacaktır: “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz (Yani ümmetlere, peygamberlerine inanarak yolundan gidip gitmedikleri, peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacaktır). Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz onlardan uzak değiliz.”227 |; 227 A’râf 7/6-7. İMAM GAZÂLÎ 191 “Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.”228 Allah (c.c) sorgu ve suale ilk önce peygamberlerden başlar.229 Nitekim Kur’ân-ı Kerîm bu hususu şöyle beyan eder: “Allah’ın peygamberleri toplayıp da, ‘Size ne cevap verildi?’ dediği gün, onlar, ‘Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin’ diyeceklerdir.” 23° Sorgu ve sualin şiddetinden, peygamberlerin bile akıllarını yitirdiği, ilimlerinin silindiği günün şiddeti ne çetindir! Eyvah ki eyvah! Zira Allah (c.c) onlara, “Elçilerim olarak sizleri, beni ve gönderdiğim dini tebliğ etmeniz için mahlûkatıma gönderdim; peki onlar size ne cevap verdi?” diye soracaktır. Peygamberler onların ne dediklerini bilmelerine rağmen, sorgu sualin dehşetinden akılları gidecek ve onların ne cevap verdiklerini bir türlü hatırlarına getiremeyeceklerdir. Bunun üzerine, “(Rabbimiz), bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin”‘231 diyeceklerdir. Peygamberler bu sözlerinde doğrudurlar, zira akılları başlarından gitmiş, ilimleri silinmiştir. Bu durum Allah (c.c) onların kalplerine sekînet verip de korkuları kalkana kadar devam eder. Peygamberlerden Nuh (a.s) çağrılır. Allah (c.c), “Tebliğ görevini yerine getirdin mi?” diye sorar. Nuh (a.s), “Evet, ey rabbim” der. Bu sefer ümmetine, “O size tebliğde bulundu mu?” diye sorulur. Onlar, “Hayır, ey rabbimiz, bize bir 228 Hicr 15/92-93. 229 Zebîdî’nin ihya üzerine yazdığı şerhinde, sorgu ve suale önce meleklerin çekileceği zikredilmektedir (bk. Zebîdî, İthaf, 14/458). 230 Mâide 5/109. 231 Mâide 5/109. 192 ÖLÜM ve SONRASJ uyarıcı peygamber gelmedi” derler. Bu defa İsâ (a.s) getirilir. Allah Teâlâ ona, “Ey Meryem oğlu İsal İnsanlara, ‘Beni ve annemi, Allah’tan başka iki ilâh bilin’ diye sen mi dedin?” 232 buyurur. İsâ (a.s) bu sorunun ardından yıllarca dehşet ve korku içinde kalır. Peygamberlerin bile Allah’ın (c.c) hükmü ve hikmeti gereği bu tür suallerle karşı karşıya kalacağı gün ne yamandır. Sonra melekler bütün mahlûkata dönerler. Annesinin ve kendisinin ismiyle (Fatma oğlu Ahmet gibi) hitap ederek herkesi teker teker hesap vermek üzere çağırırlar. İşte o zaman kalpler çarpmaya, vücutlar titremeye başlar. Akıllar başlardan gider. Bazıları çirkin fiillerinin Allah’a arzolunma-ması ve günah perdelerinin açılıp insanlara rüsva olmamak için o anda cehenneme atılmayı temenni ederler. Sorgu ve sual başlamadan önce arşın nuru her yanı sarar. Nitekim âyet-i celîlede, “Mahşer yeri rabbinin nuruyla aydınlanır”233 buyrulmuştur. Bundan sonra artık her kul, rabbinin kesinlikle sorguya çekeceğini bilir (Allah onlara cebbar sıfatıyla tecelli eder). Herkes, kendinden başkasının Allah’ı görmediğini ve yalnızca kendisinin sorgulanacağını zanneder. Bu esnada Allah (c.c) Cebrail’e, “Ey Cebrail, bana cehennemi getir” buyurur. Cebrail (a.s) hemen cehennemin yanına varır: “Ey cehennem! Yaratanına ve sahibine icabet et, seni çağırıyor” der. Cebrail cehennemin kızgın ve öfkeli (ateşlerinin iyiden iyiye alevlendirildiği, sularının kaynatıldığı) bir zamana tesadüf etmiştir ve konuşması biter bitmez de oradan ayrılmıştır. Zira cehennem, Cebrail’in getirdiği bu ha- 232 Mâide5/116. 233 Zümer 39/69. İMAM GAZALİ 193 beri alır almaz kabarmış, kaynayıp fışkırmaya başlamış, ürküten uğultular çıkarmaya başlamıştır. Bütün mahlûkat onun bu seslerini işitir, öfkesini görür. Hemen ardından cehennem görevlileri, öfke içinde Allah’ın emirlerine karşı çıkan ve O’na isyan edenlerin üstüne sıçrarlar (Böylelikle onlar, hakiki mânada ilk cehennem azabını tatmaya başlarlar). Şimdi bir düşün ve zihninde canlandır; o gün kulların kalpleri nasıl olur? Nasıl da kalpleri korku ve dehşetle dolar ve halsizliklerinden dizleri üzerine çöküverirler. Kimileri de arkalarını dönüp kaçmak isterler. Nitekim âyet-i celîlede, “O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün”234 buyrulmuştur. O gün kimileri korkusundan yüzüstü yere kapanır. İsyankârlar ve zalimler, “Vay halimize, helak olduk!” derler. Sıddîklar ve sâlihler ise, “Nefsim, nefsim!” diye bağrışırlar. Onlar böyle iken cehennem ikinci bir kez daha uğuldar; mahlûkatın korkusu kat kat artar, kuvvetleri iyice azalır, yakalanıp cehenneme götürüldüklerini zannederler. Sonra cehennem üçüncü bir kez daha uğuldar; bu sesi duyan mahlûkat yüzüstü yere kapanır. Korku ve dehşet içinde, ürkek gözlerle etraflarına bakınırlar. Sonra zalimlerin kalpleri burulur (ümitlerini keserler), nefesleri boğazlarında düğümlenir, cennetlik, cehennemlik herkesin aklı başından gider. Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlerine, “Tebliğ için gönderildikleriniz size ne cevap verdiler?” diye sorar. Allah Teâlâ’nın, (kendi hikmeti icabı) peygamberlerini dahi sorguya çektiğini gören isyankâr ve günahkârların korkuları bir kat daha artar. Neredeyse erimeye yüz tutarlar. Anne baba çocuğundan, kardeş kardeşten, eşi hanımından ka- Câsiye 45/28. 194 ÖLÜM ve SONRASI İMAM GAZÂLÎ 195 çar. Herkes akıbeti için beklemeye başlar. Sonra herkes birer birer alınır ve arz makamına getirilir. Allah Teâlâ şifahî olarak kulunun, az çok, açık gizli yaptığı her amelden, her organın ve azanın yaptığı fiilden onu sorguya çeker. HESAP GÜNÜ ALLAH’I GÖRMEK Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Sahabeler Hz. Peygam-ber’e, “Yâ Resûlallah! Acaba kıyamet günü Allah’ı (c.c) görebilecek miyiz?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v), “Bulutsuz bir günde, öğlen ortası güneşi görmenize bir engel var mı?”diye sordu. Sahabeler, “Hayır” dediler. Resûlullah (s.a.v) yine, “Bulutsuz bir gece, dolunay çıktığında ayı görmenize bir engel var mı?” Sahabeler yine hayır cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, o gün rabbinizi görmenize bir engel olmayacaktır. Allah Teâlâ kulunu karşısına alacak ve, ‘Sana ikramda bulunmadım mı? Seni ait olduğun topluluğun efendisi yapmadım mı? Evlendirmedim mi? Atları, develeri hizmetine vermedim mi? İnsanlara başkan yapmadım mı? Ganimet mallarının dörtte birini sana helâl etmedim mi?’ diye soracaktır. Kul, ‘Evet’ diyecektir. Allah Teâlâ, ‘Bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?’ buyuracak; kul da, ‘Hayır’ cevabını verince Allah (c.c), ‘Öyleyse, beni unuttuğun gibi ben de seni unutuyorum’ diyecektir.”235 Ey miskin! Şimdi meleklerin kollarından tutup seni Allah’ın huzuruna çıkardıklarını ve Allah’ın sana şu soruları sorduğunu düşün: Sana gençlik nimetini bahşetmedim mi? 235 Müslim, Zühd, 16; Ebû Davud, Sünnet, 20; Tirmizî, Sıfatü’l-Cenne, 17; ibn Mâce, Mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/389. Peki onu nerede çürüttün? Sana uzun bir hayat vermedim mi? O halde onu nerede tükettin? Sana mal mülk vermedim mi? Onu nereden kazandın ve nerelere sarfettin? Sana ilim vermedim mi? Peki onunla amel ettin mi? Allah’ın (c.c) o anda sana verdiği nimetleri, O’na karşı yapmış olduğun isyan ve günahlarını sayarken nasıl bir haya ve utanç içinde olacağını gözünde canlandırabiliyor musun? Eğer sen bu sayılanları kabul etmek istemez ve şahit istersen, bütün organların ve azaların yapmış olduklarına (lehinde ya da aleyhinde) şahitlik edecektir. Enes (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) ile birlikte oturuyorduk. Bir ara Resûlullah (s.a.v) gülümsedi ve, “Neden güldüğümü biliyor musunuz?” diye sordu. Bizler, “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dedik. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “(Hesap günü) Kulun rabbiyle arasında geçecek olan konuşmasına (yani kulun, rabbinin suallerine karşı ker savunurken söylemiş olduklarına) gülüyorum; zira o gün kul rabbine, ‘Ey rabbim! Beni zulme ve haksızlığa karşı koruyan sen değil miydin?’Allah (c.c), ‘Evet’buyurur. Kul, ‘O halde bana benden olan bir şahit istiyorum (başkasını kabul etmem)” der. Bunun üzerine Allah (c.c), ‘O halde bugün hesap sorucu olarak nefsin (azaların ve organların) yeter. Kirâmen Kâtibîn de şahitlerin olsun’ buyurur. Sonra o kulun ağzına mühür vurulur, organlarına ve azalarına, konuşun denilir. Onlar da o kimsenin yapmış olduğu her fiili teker teker anlatırlar. Sonra kulun ağzı açılarak konuşmasına izin verilir. Kul, azalarına, ‘Defolun! 196 ÖLÜM ve SONRASI Uzaklasın yanımdan! Ben dünyada sizi korurken sizin yaptığınıza bir bakın!’ der.’236 Bütün mahlûkatın önünde azalarımızın şehadetiyle rezil rüsva olmaktan Allah’a sığınırız. Ancak şunu da hatırlatalım ki, Allah (c.c) sorgu sual esnasında müminlerin kusurlarını örteceğini ve onları Allah’tan (c.c) başka kimsenin bilmeyeceğini müjde etmiştir. MÜMİNLERİN HESABA GİZLİ ÇEKİLMESİ Adamın biri İbn Ömer’e (r.a), “Allah Teâlâ’nın müminleri gizli hesaba çekeceği hakkında Resûlullah’tan (s.a.v) ne duydun?” diye sorduğunda İbn Ömer (r.a) Resûlullah’ın (s.a.v) şu hadis-i şerifini anlatmıştır: “Sizden biriniz (hesap vermek üzere) rabbine yaklaşır. Allah (c.c) onu rahmetiyle kuşatarak insanlardan gizler. Sonra, ‘Şu şu işleri yaptın, öyle değil mi?’, ‘Şu şu günahları işledin öyle değil mi?’ diye mümin kuluna bütün yaptıklarını zikreder. Kul, ‘Evet’ diyerek hepsini itiraf eder. Allah (c.c), ‘Ben senin yaptıklarını dünyada gizlemiştim, bugün de affediyorum’ der.”237 Resûlullah (s.a.v) bu husustaki bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Kim dünyada bir müminin hatasını, kusurunu gizlerse, Allah da kıyamet günü onun kusurlarını (diğer mahlûkat-tan) gizler.”2(tm) Böyle bir durum ancak, müminlerin ayıplarını örten, onların kendisine karşı yapmış oldukları kusurlu davranışlara 236 Müslim, Zühd, 17; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 938; Kurtubî, el-Câmi, 15/45; Ha-tîb-i Tebrizî, Mişkât, nr. 2554. 237 Buhârî, Mezâlim, 2; Müslim, Tevbe, 52; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 7096; ibn Mâ-oe, Mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/74, 105. 238 Müslim, Zikir, 38; Tirmizî, Kıraat, 12; Ebü Davud, Edeb, 68; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 12462; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/153. İMAM GAZÂLÎ 197 tahammül eden, kötülüklerinden bahsetmeyen, işittikleri vakit hoşlanmayacakları gıybet türü işlerle uğraşmayan müminler içindir. İşte böyleleri böyle bir mükâfata lâyıktır. Bilfarz Allah (c.c) senin günahlarını başkalarından gizledi. Peki, hesaba davet çağrısını işitmeyecek misin? Günahlarının cezası olarak o anda hissedeceğin korku sana yeter de artar bile. Çünkü çağrı yapıldıktan sonra saçlarından tutulup hesap vermek üzere arz makamına götürüleceksin. O esnada âdeta kalbin yerinden kopacak, azaların ve organların birbirinden ayrılacak ve rengin büsbütün değişecektir. Korkunun ve o anki dehşetin şiddetinden bütün âlem sana kapkaranlık gelecektir. Bu ruh hali içerisinde, bütün mahlûkat gözlerini sana dikmiş bir vaziyette, kimi zaman insanların üzerlerinden kimi de safları yararak, çekilerek götürülen bir at misali hesaba götürüldüğünüdüşün. Sonra yine bu ruh hali içinde kendinin görevli melekler tarafından, hesap vermek üzere rahmanın arşına götürüldüğü ve oraya varınca seni Allah’ın huzuruna bıraktıklarını ve ardından Allah’ın (c.c) sana kelâm-ı şerifiyle, “Ey âdemoğlu, yaklaş!” dediğini düşün. İşte o zaman çarpıntılı ve mahzun bir kalp; zelil ve hakir bir göz; buruk bir yürekle rabbine doğru yaklaşırsın. Sonra büyük küçük yapmış olduğun her şeyin yazıldığı amel defterin eline verilir. Yaptığın, fakat unuttuğun nice kötülüğü o zaman hatırlayacak, gaflet içinde yaptığın ibadetlerini göreceksin. Oradaki ürkekliğini ve utancını bir düşün! Acziyetini hatırla! Âh, hangi ayakla onun huzurunda durabileceğimi, hangi dille cevap vereceğimi ve hangi akılla düşüneceğimi bir bilebilseydim keşke! 198 ÖLÜM ve SONRASI â Sonra Allah Teâlâ’nın yapmış olduğun günahlarını teker teker sana sayarken nasıl utanacağını ve rezil rüsva olacağını düşün. Zira Allah (c.c) sana şöyle seslenecektir: “Ey kulum! Yarattıklarımdan utanarak onların önünde güzel işlerde bulundun da benim gözümün önünde çirkin fiiller yaparken hiç utanmadın mı? Senin için kullarımdan daha mı düşüktüm ki benim nazarımı hafife aldın ve onların nazarını büyük gördün? Sana nimetlerimi bahşetmedim mi? O halde seni bana karşı aldatan neydi? Benim seni görmediğimi mi zannediyordun? Yoksa huzuruma çıkmayacağını mı?” Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Âlemlerin rabbi, her birinizi arada bir perde ve tercüman olmaksızın sorguya çekecektir.”239 Bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Her biriniz arada bir perde olmaksızın aziz ve celil olan Allah’ın huzurunda duracaksınız. Sonra Allah (c.c), ‘Sana nimet vermedim mi? Sana mal mülk bahşetmedim mi?’ buyuracak, o da, ‘Evet, verdin’ diyecektir. Allah (c.c) yine, ‘Sana peygamber göndermedim mi?’ diye soracak, o yine, ‘Evet’ diyecektir. Sonra kul sağına ve soluna bakınacak, ancak ateşten başka bir şey göremeyecektir. O halde sizden kim olursa olsun yarım hurma ile (onu sadaka vererek) ya da güzel bir söz söyleyerek kendini cehennemden korusun.”240 İbn Mesud (r.a) der ki: “Sizden kim olursa olsun, dolunay gecesi (dışarı çıkıp) ay ile baş başa kaldığı gibi (yarın kıyamet günü de) rabbi ile baş başa kalacaktır. Sonra Allah (c.c) ona, “Ey âde- 239 Buhârî, Rikâk, 49; Müslim, Zekât, 67; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 185; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/256, 377. 240 Buhârî, Tevhîd, 36; Müslim, Zekât, 67; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 1; ibn Mâce, Mukaddime, 185; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/256, 377. İMAM GAZÂLÎ 199 moğlu! Seni bana itaatten alıkoyan neydi? Ey âdemoğlu! Bildiklerinle amel ettin mi? Ey âdemoğlu! Beni ve gönderdiğim dini tebliğ etmek üzere sana gönderdiğim peygamberlere ne cevap verdin? Ey âdemoğlu! Senin gözlerinin baktığı şeylerden haberdar değil miydim? Halbuki sen, sana helâl olmayan şeylere bakıyordun! Kulaklarının işittiklerinden haberdar değil miydim?” der. Böylece Allah onun âzalarının bütün kusurlarını sayar. Mücâhid (rah) der ki: “Kul şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe rabbinin huzurundan ayrılamaz:, 1. Ömrünü nerede tükettiği, 2. İlmiyle amel edip etmediği (ettiyse nasıl amel ettiği), 3. Bedenini nerelerde eskittiği, 4. Malını nereden kazanıp nereye harcadığı. Ey zavallı kimse! O gün ne büyük bir tehlike ve mahcubiyet içinde olacağını bir düşün! Zira o gün sen ya Allah Teâlâ’nın, “Dünyadayken kulumun günahlarını örttüğüm gibi bugün de bağışlıyorum” demesiyle karşılaşacak, bununla sevinecek ve gelmiş geçmiş bütün insanlar bu durum ile sana gıpta edecek ya da Allah Teâlâ’nın, “Bu günahkâr kulu alın kelepçeleyin ve cehenneme atın” demesiyle karşılaşacaksın. Bu ikinci durum için, yer gök bütün mahlûkat senin için ağlasa değer. O vakit başına gelen musibet, çektiğin hasret ve yanına kalmayacak olan o âdi dünyayı âhirete tercih etmenden dolayı duyacağın pişmanlık pek büyük olacaktır. 200 ÖLÜM ve SONRASI YEDİNCİ BÖLÜM AMEL TERAZİSİ Sonra, âhirette amel terazisini, amel defterlerinin sağa sola uçuşmaları anındaki dehşeti de unutma. İnsanlar sorgu ve sualin ardından üç gruba ayrılırlar: Birinci grup: Bunlar hiç iyilikleri olmayanlardır. Cehennemden siyah boyun çıkarak onları kuşun taneleri toplaması gibi toplar, sonra onları iyice sarar ve cehenneme atar. Cehennem de onları yutuverir. Arkalarından şöyle bir ses gelir: “Bundan sonra asla mutluluk göremeyeceksiniz, haydi ebedî şekavete!” İkinci grup: Bunlar hiç günahı olmayanlardır. Bir müna-di, “Her halükârda Allah’a hamdedenler kalksınlar” der. Bu grupta olanlar kalkarlar, vakarlı ancak hızlı bir şekilde cennete^ giderler. Sonra bu gruptakilere yapılan muamelenin aynı, gece kalkıp Allah’a ibadet edenlere ve dünya ticareti kendilerini Allah’ı zikretmekten alıkoymayanlara da uygulanır. Onlara da bir münadi, “Bundan sonra asla haksızlık ve zulüm görmeyeceksiniz, haydi ebedî saadete!” der. Üçüncü grup: Bu grup çoğunluğu oluşturur. Bunlar, iyi amel de yapmışlar, kötü işlerde de bulunmuşlardır. Durumlarının ne olacağını bilemezler. Allah Teâlâ için onların durumu kapalı değildir. O iyiliklerinin mi yoksa kötülüklerinin mi daha çok olduğunu bilir. Fakat azabındaki adaleti ve affındaki fazileti kullarına bildirmek için bu gruptaki kullarına amellerini bildirir. İMAM GAZÂLÎ 201 Sonra içinde sevapların ve günahların kayıtlı bulunduğu amel defterleri uçuşur. Terazi kurulur. Gözler, defterlerinin sağdan mı yoksa soldan mı verilecek diye bakakalır. Sonra gözler teraziye çevrilip acaba hangi tarafa ağır basacağına bakar. Hakikaten bu durum mahlûkatın akıllarını başlarından alan korkunç ve dehşetli kıyamet sahnelerinden biridir. Hasan-ı Basrî’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: Resûlullah (s.a.v) başını Hz. Âişe’nin (r.anh) kucağına koymuş, hafif bir uykuya dalmıştı. O esnada Hz. Âişe (r.anh) âhireti hatırlayıp ağlamaya başladı. Gözünden akan bir damla yaş Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) yanağına düştü. Hz. Peygamber (s.a.v) uyandı. “Ey Âişe, seni ağlatan şey nedir?”diye sordu. Hz. Âişe (r.anh), “Âhireti hatırladım da ondan” dedi ve, “(Ey Allah’ın Resulü, kıyamet günü siz ailenizi hatırlar mısınız?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v) şöyle cevap verdi: “Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, üç durumda kişi yalnız kendi nefsini düşünür: 1. (Kıyamet günü) Teraziler kurulup, ameller tartılırken âdemoğlunun amellerinin ağır mı yoksa hafif mi geldiğini görmesine kadar. 2. Amel defterleri dağıtılırken kulun defterinin kendisine hangi taraftan alacağını görene kadar. 3. Sırat köprüsünü geçerken.”241 Hz. Enes’in (r.a) şöyle dediği rivayet edilir: “Kıyamet günü âdemoğlu amel terazisinin önüne getirilir ve onunla ilgilenecek bir melek görevlendirilir. Eğer iyiliklerinin bulunduğu kefe ağır gelirse bu melek bütün mahlûkatın duyacağı bir sesle, ‘Falan kişi, bundan sonra ebediyen azap görmeyeceği bir saadete erdi’ der. Şayet günah kefesi ağır gelirse, yine bütün mahlûkatın duyacağı bir sesle, 241 Ebû Davud, Sünnet, 28; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/110. ÖLÜM ve SONRASI ‘Bundan sonra ebediyen mutluluğu tadamayacağı bir azaba düştü’ der. Sevap kefesi hafif geldiği zaman, ellerinde demir tokmaklar ve üzerlerinde de ateşten elbiseler bulunan zebaniler, nasibi ateş olan bu kişiyi alarak cehenneme götürürler.” Resûlullah (s.a.v) kıyamet günü hakkında şöyle buyurmuştur: “Kıyamet öyle bir gündür ki, o gün Allah (c.c) Hz. Âdem’e, ‘Ey Âdem! Kalk ve cehennemlikleri cehenneme götür’ der. Âdem (a. s), ‘Cehenneme gidecek olanlar kaç kişidir?’ diye sorunca Allah (c.c), ‘Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzudur’ buyurur.” Sahabeler bunları işitince gülmez oldular. Resûlullah (s.a.v) sahabelerin bu durumunu farkedince şöyle buyurdu: “Müjdeler olsun size! Amel edin! Muhammed’in nefsini kudret elinde bulunduran Allah ‘a yemin olsun ki, sizinle beraber iki mahlûk daha vardır ki (Allah iki mahlûk daha yaratmıştır ki) onlar hangi topluluğa girseler yine en kalabalık kısmını oluştururlar. Öyle ki bunların sayısı İblîs’in ve âdemoğlunun helak olan nesillerinin sayılarından bile fazladır.” Sahabeler, “Ey Allah’ın Resulü, kimdir bu iki mahlûk?” diye sordular. Resûlullah (s.a.v), “Ye’cûc ve Me’cûc’dür”dedi. Bu haberi alan sahabeler sevindiler. Ardından Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Müjdeler olsun size! Amel edin! Muhammed’in nefsini kudret elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, kıyamet günü sizler, sayı olarak insanlar içinde ancak devenin yan kısmında bulunan ben ya da hayvanın ayaklarındaki alaca gibi azınlığı teşkil edersiniz.”242 Buhârî, Rikâk, 46; Müslim, imân, 379; Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, nr. 11339; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/32-33. İMAM GAZALİ 203 SEKİZİNCİ BÖLÜM KULLAR ARASINDAKİ DAVALARIN GÖRÜLMESİ Geçen bölümde, amel terazisinin ne kadar korkutucu ve dehşetli olduğunu ve amellerin tartılması esnasında gözlerin dikkat içinde nasıl terazinin kefelerine baktığını öğrendin. Allah (c.c) bu hususta şöyle buyurmuştur: “O gün kimin tartılan ameli ağır gelirse işte o, hoşnut olacağı bir yaşayış içinde olur. Ameli hafif olana gelince, işte onun varacağı yeri hâviyedir. O (hâviye) nedir bilir misin? Kızgın bir ateştir.”243 Şunu bil ki, kıyamet günü terazinin (mizanın) tehlikesinden ancak dünyadayken nefsini hesaba çeken ve dinin terazisiyle sözlerini, fiillerini, zamanını ve düşüncelerini tartanlar ve ona göre amel edenler kurtulabilir. Bu konuda Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: “Hesaba çekilmeden evvel nefislerinizi siz hesaba çekin, (amelleriniz) tartılmadan evvel onları siz tartın.”244 Kişinin nefsini hesaba çekmesi, ölmeden evvel yapmış olduğu bütün günahlarına nasuh tövbesiyle (bir daha işlememek üzere) tövbe etmesi, farz ibadetlerinden yapma- 243 Kâria 101/6-11. 244 ibn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk, 44/357; Müttakî-i Hindi, Kenzü’l-Ummâİ, nr. 44203. ÖLÜM ve SONRASI dıklarını telâfi etmesi, üzerinde hakkı bulunanların hakkını teker teker ödemesi, gerek eliyle gerekse diliyle zarar verdiği, haklarında kötü zanda bulunduğu insanlardan helâllik dilemesi ve onların gönüllerini almasıyla mümkündür. Öyle ki, öldüğü vakit hiçbir kimsenin onun üstünde hakkı kalmasın ve Allah’a olan borçlarını ödemiş olsun. İşte bu zikredilenleri yapan kimse hesapsız, sualsiz cennete girmeye lâyık biridir. ÜZERİNDE KUL HAKKI OLDUÐU HALDE ÖLEN KİŞİNİN DURUMU Eğer kişi, kul haklarını ödemeden ölürse, yarın kıyamet günü haklarına iliştiği kimseler onun etrafını sararlar. Kimi elinden tutar ve, “Sen bana zulmetmiştin” der. Kimi saçından yakalar ve, “Sen bana sövmüştün” der. Kimi yakasına yapışarak, “Benimle alay etmiştin” der. Kimileri, “Gıybetimi yapıp hakkımda kötü şeyler söylemiştin. Bana komşu olmuştun, ancak komşuluğunla bana eziyet vermiştin.” “Birlikte çalışmıştık, fakat sonra beni aldattın. Benimle alışveriş yapmış, ancak ona hile karıştırarak beni aldatmıştın. Zengindin ve benim fakir biri olduğumu bilmene rağmen bir lokma olsun yardımda bulunmadın. Ben mazlum biriydim ve sen de benim uğramış olduğum haksızlığı engelleyecek güce sahiptin, ancak bunu yapmadın!” diye teker teker alacaklarını sayarlar. İşte alacaklılar her yandan etrafını kuşatmış ve her biri elini yakana yapıştırmış olduğunda sen onların çokluğundan hayretler içinde kalırsın. Öyle ki ömrün boyunca kendisiyle bir dirhemlik alışverişte bulunduğun ya da bir mecliste kısa bir zaman için de olsa beraber bulunduğun kişiye varıncaya kadar, haklarını yediğin, gıybetini yaptığın, İMAM GAZÂLÎ 205 hıyanette bulunduğun ve hatta küçümseyici gözle baktığın herkes hakkını almak üzere etrafını kuşatır. Onlara karşı artık direnme gücünün kalmayıp da belki seni kurtarır beklentisiyle umudunu yüce rabbine bağladığında, kulağına şu âyetlerin sesi gelir: “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur.”245 İşte o zaman dehşetten kalbin yerinden fırlar, helak olacağını anlar ve Allah’ın (c.c) peygamberi vasıtasıyla yaptığı şu ikazı hatırlarsın: “(Resulüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar. (ResulümI) İnsanları uyar…”246 Bugün dünyada insanların namuslarına ilişecek şeyleri konuşmak ve mallarını haksız yere yemek ne kadar hoşuna gidiyor öyle değil mi? Fakat yarın kıyamet günü ilâhî adaletin huzuruna çıkarıldığında hasret ve pişmanlığın ne büyük olur. İşte o zaman her şeyi tükenmiş, fakir, âciz ve zelil bir halde ilâhî huzurda hakkında verilecek hükmü beklersin. Ne bir hakkı iade etmeye gücün yeter ne de bir özür beyan etmeye. İşte bu an, ömrün boyunca belki nice zorluklara katlanarak yapmış olduğun iyiliklerin, hasımlarının haklarını ödemek için onların amel kefesine konulur. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (s.a.v), ashabına hitaben, “Müflis kimdir, bilir misiniz?” diye sordu, ashab da, “Ey Allah’ın Resulü, bize göre müflis, 245 Mü’min 40/17. 246 ibrahim 14/42-44. 106 ÖLÜM ve SONRASI elinde bulanan gümüşü, altını ve dünyalık eşyasını kaybeden kimsedir” diye cevap verince Resûlullah (s.a.v) müflisin kim olduğunu şöyle tanıtmıştır: “Ümmetimin müflisi o kimsedir ki, kıyamet günü kıldığı namazları, tuttuğu oruçları ve verdiği zekâtlarıyla birlikte gelir. Bununla birlikte ona buna sövdüğü, iftira attığı, malını yediği, kanını akıttığı, dövdüğü kimseler de gelir, bu iyiliklerinden hak sahiplerine dağıtılır. Şayet hak sahiplerine hakları ödenmeden adamın sevapları tükenirse o kimselerin günahları adamın üzerine yüklenir. Böylelikle (hiçbir iyiliği kalmadığı gibi öbür yanda bir sürü günahı biriken bu adam) cehenneme atılır. İşte asıl müflis budur.”2A1 Böyle bir günde başına gelebilecek o felâketi düşün! Zaten elinde avucunda riyadan ve şeytanın tuzaklarından arınmış saf bir amel kalmayacaktır. Şayet, o uzun kıyamet müddetince elinde bir tanesi kalsa bile (âhirete kul hakkıyla gittiysen) onlar bunu elinden alacaktır.

azbilen
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 0
Yanıt Sayısı: 55
12 sene önce
Sayın paradoks çok güzel aktarımlar. Bütünü büyük lokma,çiğnemesi ve hazmetmesi zor... Sağolun.
PARADOKS
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 142
Yanıt Sayısı: 973
11 sene önce
bu konunun çok okunması lazım...
Cevap Eklemek için Giriş Yapmalısınız.
Forumda Kimler Online (Şu anda 1 kişi Online)
  • ADMINISTRATOR (3)
  • SÜPER MODERATÖR (9)
  • MODERATÖR (1)