Orhan Pamuk ile Röportaj

Bu konu SOLAK tarafından 13 sene önce açıldı, 616 kere okundu ve 1 Cevap verildi.
SOLAK
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 388
Yanıt Sayısı: 2290
13 sene önce

Nobelli yazar Orhan Pamuk ile edebiyata , hayata , başarıya ve öykülerine dair güzel bir röportaj Orhan Pamuk İle Röportaj / Mehmet GÜNDEMHayır, şöyle diyelim; Mutluluk hayatın amacımıdır? Bundan önceki kitaplarımda mutluluğu sorguladım; aile mutluluğunu, herkesle birlikte mutlu olmayı, yüzeysel kutluluğu… Bizdeki gibi ekonomik sıkıntıları, yoksulluğu, siyasal dertleri bol bir ülkede mutlu olmak -ahlakı açıdan- ne kadar doğrudur. Bu benim için doğru bir sorudur.ORHAN PAMUK İLE RÖPORTAJ / Mehmet GÜNDEM İğnesi Nobel’e değen yazar Yazarlığa bedel ödeyerek yürümüş, gemileri yakarak yola çıkmış bir yazar Orhan Pamuk. Düşünüyor, tartışıyor ve yazıyor. O siyasetçi değil, bir romancı. Her romancı kadar isyankâr, aykırı, meraklı, azimli, acı çeken, umut büyüten, duygusal ve iyimser. İçinden çıktığı toplumunu çelişkileriyle sevecek kadar rasyonel. 301’den yargılanması içine korku düşürmemiş, kendi olarak kalmaya kararlı fakat biraz daha temkinli. Yalnızlığı, kendine dönmeyi, kitaplarına sığınmayı seviyor. Ünlü olmanın getirdiği şımarıklılığı yüklenmek yerine tevazuu tercih etmiş. “Ben değişmedim, değişmeyeceğim” diyor Cihangir’den İstanbul’a bakarken. “Türk’ün Nobel’le imtihanı” kazasız belasız geçiyor. Rahat bırakalım Ortan Pamuk’u hayatını yaşasın. Normalleşmesine izin verelim, ona ne “hain” ne de “kahraman” muamelesini reva görmeyelim. Yeni yeni misyonlar yüklemeyelim, abartmayalım, başarıyı taşınabilir olmaktan, sevinci yaşanır olmaktan çıkartmayalım. Her yazar önce kendi toplumuna seslenir ve her yazar önce kendi toplumundan, kendi değerlerinden beslenir. Bu hiç değişmez. Nobelli Orhan Pamuk bizim toplumun rengidir. Başarıda da empati olur, Nobel’i bizim Orhan Pamuk aldı. Normal toplumlar yazarını cesaretlendirir. Yazar “iğneyle kuzu kazarak” gelir maziden bugüne. Orhan Pamuk’un iğnesi Nobel’e değdi. Pamuk örneğinden hareketle yazarlarına eksik bir hayatı dayatmaktan vazgeçmeli toplum ve devlet. Rahat bırakırsak eğer, yazar bildiğimizi bilmediğimiz şeylerden söz etmeye devam edecek. * * * Nobel almak sizi mutlu etti mi? Nobel Edebiyat Ödülü beni mutlu etti… “Yazar mutlu olsa yazamaz”, “Mutluluk aptallara özgüdür”, “30-40 yaş arası karımla mutlu olduğum için, 40-50 yaş arası öteki yazarların olmadığı kadar başarılı olduğum için suçluluk duydum” cümleleri sizin… Çeşit çeşit mutluluk var. Bu ödül bir düzeyde beni mutlu etti. Bu durum sizin için nasıl isimlendirelim; Mutluluktan mutsuz olmak mı? Hayır, şöyle diyelim; Mutluluk hayatın amacımıdır? Bundan önceki kitaplarımda mutluluğu sorguladım; aile mutluluğunu, herkesle birlikte mutlu olmayı, yüzeysel kutluluğu… Bizdeki gibi ekonomik sıkıntıları, yoksulluğu, siyasal dertleri bol bir ülkede mutlu olmak -ahlakı açıdan- ne kadar doğrudur. Bu benim için doğru bir sorudur. Kar romanım yüzeysel olarak politikti, aslında başkaları dert içerisindeyken bizim mutlu olmaya ne kadar hakkımız var, bireysel mutluluğumuz ile toplumun mutsuzluğu arasına bir çizgi çizmeye ne kadar hakkımız varı da sorguluyordu. Mutluluğu bencillik olarak mı görüyorsunuz? Eğer insan başkalarının derdiyle ilgilenmemişse, hayatını yalnızca kendi mutluluğunu inşa etmeye göre kurmuş ve sonra da mutlu olmuşsa ben o mutluluğu sevmem. Ama ben 32 yıl roman yazdıktan sonra, -Nobel ödülünde olduğu gibi- romancılığımın bütün dünya tarafından tanınmasına, saygı duyulmasına yol açan bir ödül almışsam, o zaman ödülümün tadını çıkarmaktan suçluluk duymuyorum. SUÇLULUK DUYACAK NE VAR? Fakat mutluluk ile suçluluk duygusunu her zaman ilişkilendiriyorsunuz. Evet ama bu durumdan suçluluk duymuyorum. Zaten suçluluk duyacak ne var. Bu toplum öfkelerini de sevinçlerini abartarak yaşıyor. Siz ikisini de ardı ardına yaşadınız. Toplumun bu uç tavırları bir yazar tarafından taşınabilir bir şey mi? İkisi de benim dışımdan bana yöneltilen durumlar. Bu kadarına hiçbir zaman talip olmadım. Sevgiye evet ama mahkeme kapılarındaki öfkeye asla… Yaşarken büyük sıkıntılar çektim ama bugün bende bıraktığı kırgınlık, kızgınlık ruhumda açtığı yaralar yok. Taşınabiliyormuş ki, taşıdık ve aslanlar gibi karşınızdayız.. NE HAİNİM NE DE KAHRAMAN Toplumsal algılamamız içinden hainleri de kahramanları da aynı kolaylıkta çıkartabiliyor. Yine size bu iki sıfatla da hitap edildi… Toplum abartıyor. Ne ‘hain’ dedikleri hain, ne de ‘kahraman’ dedikleri sandıkları kadar kahraman. Ne yazık ki, toplum bu iki kelimeyi çok kolay kullanma alışkanlığı var. Toplumun bana hain demesini de kahraman demesini de istemem. Öyle sık kullanılıyor ki, zamanla ikisinde değeri kalmıyor. Halk sizi nereye doğru sürüklüyor? Toplum beni nereye sürüklemek istiyor bilmiyorum, ama beni bir yere sürükleyemezler, telefonu fişten çekerim, kimseyle konuşmam romanımı yazarım. Zaman zaman işler sizin kontrolünüzden çıkabiliyor ve onun faturasını size ödetmek isteyenler beliriyor. Fiş çekmek pek kolay değil, toplumun insanı baştan çıkaran bir gücü de var… Var ama hem mutlulukta, hem öfkede, hem sevgide buna bir sınır koymalıyım. Bu, hareketi bol günlerden sonra sakin bir limana demirleyebildiniz mi? Demirledim, inşallah demir tutar. Siyasal söylemleriniz çok tartışıldı, tartışılıyor… O konular yaşandı ve kapandı, yeniden açıp açıp yaşamak istemiyorum, arkamda kalmış konular… Cumhurbaşkan’ı Sezer Nobel sonrası sizi tebrik etmedi… Her şeyi Cumhurbaşkanı’ndan beklememek lazım. Bir gün Cumhurbaşkanının tebrikini çok fazla önemsemeyeceğimiz bir toplumda yaşayacağımıza inanıyorum. Kazandığımız bir şeref, bir sevinç devlet tarafından onaylanırsa daha büyük bir sevinç daha büyük bir sevinç olmuyor. Yaşadığımız sevinçlerin, başarıların tadını çıkarmak için devletten onay almamız gerekmiyor. Başbakan Erdoğan, Dışişleri bakanı Abdullah Gül aradılar tebrik ettiler, müteşekkirim, başkası da tebrik etmemiş, bu benim için bir üzüntü kaynağı değil. Ben İstanbullu sivil bir yazarım. Devletten onay beklemem, gelirse sevinirim, gelmezse ilişmesinler yeter. Devletin görevi bana onay vermek değil, düşünce özgürlüğüne ortam sağlamaktır. Devlet yazarlara ne yapacağını söylemez ya da devlet beğenmediği şeyi yazan yazarı hapse atmaz. Kim cumhurbaşkanı olsun sorusunun sizde bir karşılığı var mı? Türkiye’nin önünde başka dertleri varken bunu hiç düşünmedim. Bu sorunun ilgilileri siyasete talip olanlar. Ben ileride yine siyasi demeçler verebilirim, ama daha kültürel siyasi konularda olur. Çevrenizde sizi rahat eleştirenler var mı? Var. Eleştirilere de açık biriyim. Bütün yazı hayatım yazdıklarımı birilerine okumakla geçer. Hiçbir yazımı başkasına göstermeden yayınlamam. Hem bir değil beş altı kişiye gösteririm. Kim onlar? Hayatımı paylaştığım yakınlarım… Kimi yazarlar, hiç kimseye okumadan bastırır romanını. Bu bana korkunç gelir. Ben beş sayfa yazsam da, birilerine mutlaka okumalıyım, ondan büyük zevk alırım. Benim için en önemli şey, yazdıklarımı başkasının bakışından görmektir. Her baba gibi evde konuşuruz aldığım ödülleri, başarıları… Kızım Rüya çok alçak gönüllüdür, o niyetle söylemediğim halde, “Baba kibirlenme” der. Artık yaşı ilerledi, bana daha çok karışıyor ve sahipleniyor. KAÇMA EDEBİYATI YAPMIYORUM Edebiyatı, romanı bir zırh olarak gördüğünüz oluyor mu? Edebiyat, bir ülkenin ruhuna, kültürüne, tarihine sorunlarına sıkı sıkı bağlı olmalı, ama onun güncelliğine değil. Güncel konuları işleyecekse de onu derinden ele almalı. Benim edebiyatım bir kaçma edebiyatı değil. Ülkenin asıl dertlerini görmezlikten gelmektir kaçmak. “Gazetecilik edebiyatın ölümüdür” yargısını bilirsiniz. Edebiyatçılar için sert bir yargı. Aktüalite, gündem edebiyatın eklenmeyeceği bir şey değildir. Nobelli yazar olmak, edebi ve siyasi sürecinizi nasıl etkiler? Etkilemez. Sözümün daha çok dinlenmesine, daha çok etki yapmasına yarar. On yıl önce, -daha az ünlü olduğumda- siz bana güncel bir konu hakkında soru sorsaydınız, düşündüğümü hemen söylerdim. Şimdi ise, sözümü birazcık daha seyretmeliyim, daha az konuşsam da sesimin daha güçlü çıkacağını biliyorum. Buna uygun davranacağım. Ben Nobel’i alan en genç 5 içerisindeyim. Okur ile aranızdaki ilişkiyi kontrol edebiliyor musunuz? Edemiyoruz. Biz yazarların yumuşak karnı da budur. Başkaları araya girer hep. Hiçbir yazar kendi halkının sevgisini, saygısını, ilgisini kaybetmek istemez. Yazar olarak hem kendi kimliğinizi, kişiliğinizi koruyacaksınız, hem de sevileceksiniz ki kendi kimliğinizle ifade ettiğiniz düşünceler de kabul edilsin. İşin en sonunda yaşadığınız kültüre, ülkeye bağlılık, o ülkenin değerleriyle birlikte yaşamak vardır. 32 yıldır Türkiye’de yazıyorum. 32 yıldır, önce Türk okuru tarafından sevilmek istiyorum. Bunu da büyük ölçüde başardığımı düşünüyorum. Şimdi bazıları kızıyorlar ve bazıları da kıskançlık yapıyor. Türkiye’de yaşayan herkes, benim bazen sert de olsa eleştirel yorumlarımın olduğunu biliyor. Bir yazar en sonunda yaşadığı millete seslenir. Milletin kalbini kırmak istemez. Araya girenlerden dolayı okur kaybettiğinizi mi düşünüyorsunuz? Hayır. Ne siyasi olaylar ne 301, ne olursa olsun benim okurla ilişkim hep aynı kaldı. Ayrıca bir de okur dışı ilgi oldu. Okurum olmayanlar da beni tanıyorlar. Nobel aldığım için dünyanın en iyi yazarı değilim Yazar için çok önceden hedef olarak belinlenebilen bir rasyonellik mi Nobel? İleride paşa olacaksın gibi, “Nobel alacak adam” diye bir laf yok. Nobel hiç bir yazar için hedef değildir, çükü, onun kime verileceği, ne olacağını kimse bilmez. Yazarların aklından geçer Nobel’i alsam, ama pek çok yazar arkadaşım var, kimse bu düşünceyi ciddiye almaz. Nobelli olmak sizi edebiyatın zirvesine taşımış mı oluyor? Hayır, Nobel aldığım için dünyanın en iyi yazarı değilim. Nobel beni edebiyatın zirvesine taşımıyor ama kazandırdığı bir itibar var, yaygılık var, size karşı oluşan merak var. Türkiye dışından ne tür tepkiler alıyorsunuz? Hayatımda iç dış diye bir ayrım yok. Türkiye’de olduğu gibi her ülkede de yazdıklarınıza dair olumlu olumsuz eleştiriler çıkar. Kitaplarım 50 dile çevriliyor. Nobel’den önce 46’ydı. Bu konuda dünyada ön sıralardayım. Kıskananlarınızın sayısı rahatsız edecek kadar var mı? Çok değil, ama beni rahatsız edecek düzeye ulaşabiliyor. 20 yıldır bana takmış olanlar var, her bahaneyle yazıyorlar. Artık ben onlarla meşgul olamam. Hayatta geldiğim yer onlarla didişmek değil mutlu olmak. Edebiyatı siyasi konulardan ayrıştırmak gibi bir kaygı taşıyor muzsunuz? Taşıyorum. Siyasi konuları ele alan bir romandı Kar. Kültürel siyaset, toplumların yapısındaki yaralar, temel çelişkiler… bunlar kitaplarımda var, olmaya da devam edecek… Yaşar Kemal, yıllardır Nobel ödülüne başvurduğu halde alamadığı için “40 kitap yazdım. 1973’ten bu yana Nobel’e adayım, ölene kadar da aday olacağım. Yazar olduğum için üzgünüm. Bir daha dünyaya gelsem traktör şoförü olurum” dedi. Yaşar Kemal, çok değer verdiğim büyük bir yazar. O lafı her zaman söyler. Kaç kere traktör şoförlüğü yaptığı mutlu yıllara gönderme yapmıştır. Bu demeç bende başka bir anlama gelmiyor. Aldığınız parayla ne yapacaksınız? Yazmakta olduğum Masumiyet Müzesi kitabıyla ilgili bir projem var ama elimde tutulur hale gelmeden konuşmayı doğru bulmuyorum. Yeni romanlar kafanızda dolaşıyor mu? Çok. Yazacağım beş altı kitap, Kolombiya Üniversitesi’nde vereceğim konferans… İlk kitabınızı 4 yıl yayınlayamadınız. Yaş otuzken sizi görenler “Aaa sen Gündüz’ün oğlu musun? Ne yapıyorsun şimdi?” diye sorduklarında cevap verebiliyor muydunuz? “Hiçbir şey, evde roman yazıyorum” demek elbette kolay değildi. “Hiç bir baltaya sap olamama” lafı benim için büyükler tarafından çok kullanılmıştır. Annem ‘Baltaya sap ol, git bir yerde para kazan’ diyordu. Bu konuda çok acılarım var ama anlatmam herhalde. 22–30 yaş arası durmadan, günde 10 saat roman yazdım. Romanlarımı yayınlamıyorlardı. Çevrem de yavaş yavaş delirdiğime hükmediyor ve bunu bana inandırmaya çalışıyordu. ‘Mühendis olacakken tahsili bıraktı, roman diye bir şeyler yazıyor. Hatta onlar ödül de alıyor, fakat yayınlanmıyor.’ Bu benim en sıkıntılı dönemimdir. YAZARLIK YOLUNDA ÇOK ZORLUKLAR ÇEKTİM Bu kadar frenlenen bir insan nasıl oldu da yazarlık yolundan dönmedi? Ben gemileri yaktığım için baskılara boyun eğmedim. Mimarlık okudum bıraktım, gazetecilik okudum ama askerliği ertelemek için. Gündüz çalışıp akşamları roman yazarım dememek için böyle yaptım. Yazarlık yolunda çok zorluklar çekeceğimi biliyordum, kendime yazar dedirtmek için yaktım gemileri. Benim çocukluğum o malın satılması, bu malın satılması, babaannemin ağlaması ve fakir düşme hikâyelerinin arasında geçti. Nitekim babam da işte böyle özel girişimci müteahhitlikten bir yöneticiye evrildi, sonra Paris’te yaşadı. Aile içi huzursuzluklar hiç istemediğim şeylerdi ama oldu. Romanlarınızı yazarken acı çektiğiniz de olur mu? Hayır, düşünerek, planlayarak yazarım. Ama romancının hayatında çektiği acıları hatırlama ihtiyacı var. Roman sanatı insanoğlunun büyük buluşlarından biridir. Çünkü kendi çektiğimiz acıya bakarak başkasının acısını anlamak insanoğlunun en büyük hasletlerinden biridir. Kendimizi başkasının yerine koyma yeteneği… İyi bir romancı kendini başkasının yerine koyabilmeli. Biz erkek yazar bir kadını anlamalı, kendini onun yerine koyabilmeli ki, yazdıkları inandırıcı olsun. Roman yazarken öyle sahneler gelir ki karakterin tıkandığı olur. O anda “ben olsam ne yapardım” diye kendime sorarım, yaşadıklarıma müracaat ederim. Romanın sonuçları sizi ne kadar ilgilendiriyor? Okurun romanı ve beni anlaması, beğenmesi ilgilendirir beni. Roman yaşadığınız hayattan bir dilim kesmek ve bu dilimin anlamlı olduğunu söylemektir. İnsanlığınız başkalarıyla paylaşabilme zevki çok büyük bir zevktir. Karakterin acı çekmesinden etkilenir misiniz? Etkilenirim. Karakterin fazla mutsuz olduğunu, fazla ezildiğini gördüğümde -ya da tersi- onu ortaya doğru çekerim. Romancılık yalnızca ilginç karakterler değil, okurun da kendini özdeşleştirebileceği karakterlerle olur. Kitaplarınız ve siz büyük reklam kampanyalarıyla sunuldunuz… O düzeyde reklamı yapılan yazarların birincisiyim. Pazarlanmayı sorun görmüyorsunuz… Bu ayıp bir şey değil, dünyanın her yerinde kitaplara tanıtım yapılıyor. “Bunlar kapitalist işi, kitaplara böyle reklam olmaz” diye dirençle karşılaştım. Ama ben bunların yapılmasını doğru buluyorum. Hem az kitap okunuyor diye şikâyet edeceğim, hem de reklam yapılmasından… AMERİKA’DA GÜNDE 10 DOLARA YAŞIYORDUM Yazarlıktan ne zaman para kazanmaya başladınız? 1985’te Amerika’ya gittim, günde 10 dolara yaşıyordum. Bu 10 doların yarısını Erdal Öz kitaplarımın telifinden gönderiyordu. İlk on yılda ancak kitaplardan gelen parayla günü bile kurtaramadım, aile gelirleriyle idare ettim. Ondan sonraki on yılda günü kurtaracak kadar para kazanıyordum kitaplarımdan. 1994’te Yeni Hayat çıktı 200 bin sattı. Ondan sonra yazarlıktan geçinmeye başladım. Kitapların adını siz mi koyuyorsunuz? Bütün kitaplarımın adını ben koydum. Eskiden çok zorlanıyordum, kitap bitmiş, adını koyamadığım için baskısı gecikiyor, bekliyordu. Son zamanlarda ad koyma konusunda talihliyim. Artık kitap bitmeden adını koyabiliyorum. KİTAPLARIMIN ÇOK SATMASI BAŞKA YAZARLARA PROBLEM OLABİLİYOR Kitabının çok satması ve çok para kazanman… Bunu bireysel mutluluk ve toplumsal mutsuzluk açısından problem görür müsün? “Ne iş yapıyorsun?” sorusuna “Yazarım” dediğinde “Neyle geçiniyorsun?” diye bin kişinin sorduğu bir ülkede kitabın satması problem mi olur. Kitaplarımın satması benim için asla problem olmamıştır ama başka yazarlara problem oluyor. Kendinizle ilgili sorulara cevap verirken çekingenlik öne çıkıyor… Medyadan birazcık korkmuşum. Bir lafınızı alıp başından sonundan bir iki cümleyi de değiştirerek manşet haline getiriyorlar. Siz o lafı tam söylememişsiniz. Ona benzer bir şey metinde var ama konuşmanın ruhu o başlık değil. Bu çok sık yapılıyor. Yazarın ağzından onu zor durumda bırakacak çarpıcı bir iki laf almak ve manşete çekmek geleneği ne yazık ki yerleşti. Röportaj yaparken ben şimdi bunları da kolluyorum. Bu güzel bir şey değil. 7 yaşından 22’ye kadar resim yapmışsınız. Yazıya geçince resimden koptunuz mu? Resmi renklerle yapmıyorum. Ressam olmak renklerle çalışmak demektir. Öteki çizmektir. Çizmeye hâlâ devam ediyorum. Lokanta da ya da bir toplantıda, kayıt ya da peçete bulduğumda elim kendiliğinden resim yapmaya başlıyor. Geçenlerde Amerika’da bir lokantaya gitmiştim. Farkında değilim, orada kâğıt örtüye bir şeyler çizmişim, ertesi gün imza gününe getirdiler. Renk yok, çiziyorum. Ödül, hayatımın yüzeysel ayrıntılarını kolaylaştırdı Yani yazıda var olmayı tercih ettiniz… Ödül alırken de söyledim; Ben boş sayfaya yavaş yavaş yeni kelimeler ekleyerek masamda oturdukça günler, aylar, yıllar geçtikçe, kendime yeni bir âlem kurduğumu, kendi içimdeki bir başka insanı, tıpkı bir köprüyü ya da bir kubbeyi taş taş kuran biri gibi ortaya çıkardığımı hissederdim. Biz yazarların taşları kelimelerdir. Onları elleyerek, birbirleriyle ilişkilerini hissederek, bazen uzaktan bakıp seyrederek, bazen parmaklarımızla ve kalemimizin ucuyla sanki onları okşayarak ve ağırlıklarını tartarak kelimeleri yerleştire yerleştire, yıllarca inatla, sabırla ve umutla yeni dünyalar kurarız. Türkçe’deki o güzel deyiş, iğneyle kuyu kazmak bana sanki yazarlar için söylenmiş gibi gelir. Ödülden dolayı devlete vergi verdiniz mi? Sordum soruşturdum vergi tahakkuk ediyormuş, ama ne vergi vereceğimi ben de bilmiyorum. Nobel’in iç dünyanızdaki ilk etkisi ne oldu? Nobel’i aldığımı öğrendiğim günün sabahı derinden bir sevinç yaşadım. Ama kafam da karışıktı. Unutamadığım bir an var. Yayınevinin kapısından girerken on kişi kolumdan beni farklı farklı yerlere çekiştiriyordu. Ama o günler geçtikten sonra, şimdi oturup düşündüğümde Nobel’in hayatımın yüzeysel ayrıntılarını çok kolaylaştırdığını kabul edebilirim. Herkes bana gülümsüyor, aşırı kibar, saygılı ve tatlı davranıyor. İnsan bir süre sonra kendini bir prens ya da şehzade gibi hissediyor. Ben de keşke bu ödülü doğduktan iki hafta sonra verselerdi diye düşündüm… O zaman hayatımın hepsi bu tatlı rahatlıkla, bu duyguyla geçerdi. Ün yazarı öldürür mü? Bilmiyorum. Ünlüydüm, biraz daha ünlü oldum. Ama ben değişmeyeceğim, şımarmayacağım. Daha çok çalışacağım. Ün hayatı biraz zorlaştırıyor, yoğunluğu artırıyor. Benim şimdi bu yoğunluktan kurtulmam lazım. Kendinizi nereye ait-yakın hissediyorsunuz, Doğu’ya mı, Batı’ya mı? Doğu’da olduğum belli değil mi… Dünyanın neresinde olursa olsun, ister Doğu’da ister Batı’da, cemaatlerinden kopup kendilerini kitaplarla bir odaya kapatan yazarlar geleneğinin bir parçası olarak görmek isterim kendimi. Benim için hakiki edebiyatın başladığı yer kitaplarla kendini bir odaya kapatan adamdır. MEHMET GÜNDEM

PARADOKS
Üyelik Zamanı: 12 sene önce
Konu Sayısı: 142
Yanıt Sayısı: 973
12 sene önce
güzel paylaşım olmuş.....
Cevap Eklemek için Giriş Yapmalısınız.
  • 23593 Kayıtlı Üye
  • 16573 Konu
  • 143825 Cevap
  • Son Üye Hsnzrlu.48
Forumda Kimler Online (Şu anda 1 kişi Online)
  • ADMINISTRATOR (3)
  • SÜPER MODERATÖR (9)
  • MODERATÖR (1)