An gelir yüreğine oklar saplanır. Dedikodu, hakaret, içini acıtan bir söz, beklenmeyen bir büyük hayalkırıklığı. O kadar çaresiz kalıyoruz ki, insana yakışmayana teslim oluyoruz. Sana bir zarar verdiğimde, seni üzdüğümde aslında kendime zarar verdiğimi, kendimi üzdüğümü göremiyorum. Aslında kavga ettiğim ‘ben’im, kızdığım ‘ben’im, aradıklarını bulamadığı, yapmak istediklerini yapmadığı için öfke duyduğum ‘ben’im. Seni yaralayan da böyle biri. İnsanın zikri neyse, fikri o. Belki de yaşayamadıklarını, olamadıklarını sende gördüğündendir hırçınlığı. Kızma, acı. Saldırma, kucakla. Sen, dimdik dur olduğun gibi, tüm inandıklarınla. Asırlık bir çınar ağacı gibi… Tüm hoyratlıklara, gördüklerine karşın zamana meydan okuyan bir çınar ağacı…
Zengin ya da fakir olmak, din, dil, ırk, yaşadığımız coğrafya, ağdalı dilde maddenin ve varoluşun farklı formları… Ama öz aynı… Her şey bir ve tek. Biz ayrılıkların dünyasında kayboldukça, nasıl gerçekten yaşamaya başlayabilir, nasıl gerçekten kendimiz olarak varolabiliriz? Sen de girdaba kapılırsan geriye ne kalır… Yalnız değilsin, yalnız değiliz…
(Alıntıdır)