Haziran`ın çıkmak bilmez zaman tünelinden sondan dördündü gün, bok içinde, çamur içinde bir salı ertesi. Saatler henüz uykuya kanmamış adamın sabahın aması denilebilecek geçlikte, sekize doğru kırk yedi dakika hızla koşuyor. Pis, mendebur ciğerime daha çabuk solsun diye bir nefes duman daha çekiyorum. Masamdaki akvaryumda herşeyden bihaber tertemiz yüzen balıkçığıma bakıyorum. Keşke diyorum, onun kadar tertemiz ve herşeyden bihaber olsam. Yaş aldıkça, ömrün son arefesine doğru daha az zaman kaldıkça hayat daha da çekilmez oluyor. Dertler, sorunlar büyüyor. Herkese, herşeye karşı sorumluluk artıyor. Keşke diyorum, keşke şu an Sarıgöl`deki evimizin bahçesinde Hüseyin`le beraber olsam. Annem bahçede elden sıkmalı yarı otomatik makineyle boklu bezlerimizi yıkasa, yine uyanıkken bile altımı ıslatsam. Babam bize pazar sabahları o sıralar çok nadir evde bulunan salamlı kahvaltılar hazırlasa. Keşke senede sadece birkaç gün sahip olduğumuz kinder yumurtalarımızın içinden ne çıkacak diye merakla beklesek. Yine resim defterime Turgut Özal portreleri çizsem. Keşke bu kadar insan tanımamış, bu kadar yaşlanmamış olsam. Ne güzeldi çocukluk, ne güzeldi…
Darlanıyorum! Arada pencereden dışarı bakıyorum, bir nebze rahatlamak için derin bir nefes çekiyorum o da olmuyor sigaraya sarılıyorum. İçerisi duman altı. Musti uyuyor. Masamda tonlarca, kilometrelerce iş uzanmış yatıyor. Elimi onlara doğru uzatmak, beni de aralarına alıp kaybetmeleri, kendimi bana unutturmaları için yalvarmak istiyorum. Tam o sıra telefonlar çalıyor. Al işte bir tane daha… Ondan da yüz çeviriyorum.
İki gece önce kaderlerin yeniden yazıldığı, hakedenin temiz kağıdını aldığı beraat gecesiydi. El avuç açamadım. Yüzümü yerden kaldıramadım. Ah benim şu isli pisli vicdanım… Naparsın!
Dertliyim! Bu kelimeyi hiç sevmiyorum. Dertliyim diyen insanın kendinden de derdinden iğreniyorum. Ama bu böyle. Çıkmaz sokaklar içinde, kör kuyuların dibindeyim. Başka nasıl ifade edilir? Ne söylenir? Kimsenin elinin, ipinin yetişemeyeceği bir yerde, diplerde, en köşelerdeyim. Çıkamıyorum. Hamle etsem ayaklarım saplandığım çamurlara daha derin batıyor. Burda kalsam diyorum. Ömrümün sonuna kadar burda kalsam. Onu da götüm yemiyor. Ben alışmışım tertemiz yaşamaya. Kimseyi kırmadan yaşamaya. İşte o anda ibresi bir milim sapsa kanser olduğum vicdanım devreye giriyor. Hayır diyor. Hastalığıma hastalık ekliyor. Beni, yakamı bırakmıyor. Darlanıyorum!…
[Hiç durmadan çalan telefonlardan dikkatim dağılıyor, bir parça daha darlanıyorum bu yüzden telefonu az öteye itip ters çeviriyorum. Bu telefon ki ömrümün sonuna kadar sıpıtıp atmak, koşarak ondan uzaklaşmak, ayrılmak istiyorum.]