Sevda Sıratından geçerken ayağı takılıp tökezlemekti… Her sendeleyişinde yeri alnından öpmekti, Cürmü kadar yer doldurmanın telaşında iken, Dünya kadar Yürek yakmaktı… Cennetten kovulmaya sebep, yasakların,günahların en masum haliydi… Zamansızlığın çaresizliğine inat kefene bezediğin yaralarından Aşk akarken, iki yana düşmüş kollarımla dipnot düştüğüm güncemden , yağmurlu ve kasvetli havalarından güneş toplamaktı… Yaralarından tanıdım seni… Adın Aşk’tı… Nefsinin elinden ardı sıra kaçmaya çalışırken, ardına düşüp yudum yudum Nar-ı mey içmekti… Çöllere düşmekti,Gönüllere biçilmiş bir süslü kaftandı… Adın Aşk’tı… Karanlık uykulara direnen düşlerden, lâl bir dilin sağır edici sükûtuyla haykırması edâsıyla, Gökkubbenin arşına Meylettim diz üstü, Eşsiz Maviliğin kıyısında, seni diliyor,seni özlüyor,seni istiyorum.. Ertelenmiş zamanların koynuna başdaş kurmuş Ölümsüyorum, çok değil, aldığı kadarını geri istiyorum.. Keşfedilmemiş bir ülkeydi belkide Adın benim için, Her harfi bu diyarın serabı… Varlığında , ikram sunulan Âb-ı hayat tadı… Eyy daha ne olduğuna bile karar veremeyen. Aşkmı geçti üstünden nedir bu B/ezginliğin sebebi..? Yüreğim mi küçük geldi sana, söyle kaç harf koştun peşimden yetişemedi adıma adın… Bir ölümlük Nefs-i Emmarenin,günahlarından sıyrılma çabası ile Bir çizik daha atıyor Melekler alın yazımıza, Sağanak sağanak yağan küstah bir yağmurdu seni bana üşüten Hadi çıkar sırılsıklam olmuş kinini ön balkona as, kurut… Arınsın yüz asırlık kiri pası Alnındaki Yusuf lekelerini silmeye kalkma sakın, o senin kaderin… Ölmek için yaratılmıştı sanki… Hasılı Aşk… Gökhan Yalçın